Batı Trakya Türk Azınlık Okulları neden kapatılıyor?
DIŞ POLİTİKATürkiye’nin bu sürece karşı, uluslararası hukuk temelli, çok boyutlu ve sürdürülebilir bir diplomatik strateji yürütmesi, hem Batı Trakya Türklerinin kimliğinin korunması hem de Balkanlar’da istikrarın sağlanması açısından hayati önemdedir.
Batı Trakya Türkleri, yalnızca Yunanistan’ın iç meselesi olarak değerlendirilemez. Bu topluluk, Türkiye’nin Balkanlar’daki stratejik varlığının, kültürel diplomasi faaliyetlerinin ve bölgesel güvenlik politikalarının merkezinde yer almaktadır. Dolayısıyla, azınlık haklarının korunması, Ankara açısından yalnızca insani ve hukuki bir sorumluluk değil, ulusal güvenliğin ve bölgesel nüfuzun korunması açısından da stratejik bir zorunluluktur.
Yunanistan’ın, Batı Trakya’da üç Türk azınlık ilkokulunu daha kapatma kararı, teknik olarak “öğrenci azlığı” gerekçesine dayandırılsa da tarihsel bağlamı ve mevcut siyasi dinamikler dikkate alındığında, bu adımın salt pedagojik bir uygulama olmadığı açıktır. Son yirmi yılda 210’dan 83’e gerileyen okul sayısı, Lozan Antlaşması’nın 37-45. maddeleri ile güvence altına alınan eğitim ve kültürel hakların sistematik biçimde daraltıldığını ortaya koymaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının (AİHM) uygulanmaması, seçilmiş müftülerin tanınmaması, Türk derneklerinin kapatılması veya kuruluşlarının engellenmesi gibi uygulamalar, söz konusu kapatma politikasının münferit değil, bütüncül bir asimilasyon stratejisinin parçası olduğunu göstermektedir.
Batı Trakya Türk okulları, yalnızca eğitim kurumları değil; dilin, kültürün ve kolektif hafızanın korunmasında merkezi bir rol oynayan yapılar olarak azınlık kimliğinin sürekliliğini sağlar. Bu nedenle, “geçici kapatma” adı altında kalıcı hale gelen uygulamalar, Musa ve Hacı Mustafa köylerindeki örneklerde olduğu gibi, kimlik erozyonunu hızlandıran somut adımlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sürecin uluslararası hukuk açısından ihlal boyutu kadar, toplumsal uyuma ve bölgesel istikrara yönelik etkileri de önem taşımaktadır.
Lozan Antlaşması ve Uluslararası Hukukun İhlali
Lozan Antlaşması, Batı Trakya Türklerinin eğitim, dini temsil ve kültürel haklarını yalnızca teorik düzeyde tanımlamakla kalmaz; bu hakların fiilen korunması, geliştirilmesi ve gelecek nesillere aktarılması konusunda Yunanistan’a açık ve bağlayıcı yükümlülükler getirir.
Antlaşmanın 37-45. maddeleri, azınlıkların kendi okullarını açma, yönetme ve anadilinde eğitim alma hakkını teminat altına alır. Ancak Atina yönetimi, okul kapatma kararlarını azınlık temsilcileriyle hiçbir istişare sürecine girmeden almakta, ekonomik tasarruf, öğrenci azlığı veya idari düzenleme gibi gerekçelerle bu kurumların varlığını ortadan kaldırmaktadır.
Bu yaklaşım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Batı Trakya Türkleri lehine verdiği ve Yunanistan’a açık yükümlülükler yükleyen kararların uygulanmamasıyla birleştiğinde, uluslararası yükümlülüklerin bilinçli ve sistematik biçimde ihlal edildiğini göstermektedir. Yunanistan’ın bu tutumu, Lozan Antlaşması’nın ihlali ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin eğitim hakkına ilişkin 2 No’lu Protokolü ve ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.
Azınlık okullarının kapatılması, salt öğrenci sayısına indirgenemeyecek bir konudur. Bu kurumlar, anadil eğitiminin yanı sıra, azınlığın kültürel değerlerini, tarihsel hafızasını ve kolektif kimliğini koruyan; toplumsal dayanışma ve aidiyet duygusunu pekiştiren merkezlerdir. Bu nedenle, bu okulların işlevsiz hale getirilmesi veya tamamen kapatılması, azınlığın sosyal yapısında geri dönüşü zor bir erozyona yol açmaktadır. Yunanistan’ın bu yapıları zayıflatması hem Lozan’ın açık hukuki garantilerine hem de Avrupa Birliği’nin temel haklar ve çoğulculuk ilkesine aykırı bir uygulama olarak kayda geçmektedir.
Türkiye-Yunanistan İlişkileri ve Bölgesel Etkiler
Batı Trakya’daki azınlık hakları meselesi, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde on yıllardır çözüme kavuşturulamayan, diplomatik gündemin en hassas konularından biridir. Yunanistan’ın üç Türk azınlık ilkokulunu daha kapatma kararı, iki ülke arasındaki güven bunalımını derinleştiren ve karşılıklı diyalog kanallarını daraltan bir gelişme niteliği taşımaktadır. Bu tür tek taraflı adımlar, karşılıklı güvenin inşasını zorlaştırdığı gibi, mevcut iş birliği alanlarını da zayıflatmaktadır. Özellikle Ege’deki güven artırıcı önlemler, göç yönetimi ve ekonomik iş birliği konularında ilerleme sağlanması, Batı Trakya’daki hak ihlalleri nedeniyle sekteye uğrama riski taşımaktadır.
Ankara, bu gelişmeleri yalnızca ikili diplomasi zemininde ele almakla yetinmemeli; Avrupa Konseyi, AGİT, Birleşmiş Milletler Azınlık Hakları Forumu ve UNESCO gibi uluslararası platformlarda da gündeme taşıyarak Atina üzerinde çok boyutlu bir baskı stratejisi geliştirmelidir. Bu yaklaşım, Yunanistan’ın hem uluslararası hukuk hem de Avrupa Birliği’nin temel haklar çerçevesi kapsamında yükümlülüklerini yerine getirmesi için diplomatik bir kaldıraç işlevi görecektir. Ayrıca, Batı Trakya’daki azınlık hakları sorununun uluslararası gündemde daha görünür hale gelmesi, Atina’nın “iç mesele” söylemiyle konuyu izole etme çabasını boşa çıkaracaktır.
Bölgesel düzeyde ise azınlık haklarının ihlali, Balkanlar’da istikrarı olumsuz etkileyecek potansiyel riskler barındırmaktadır. Tarihsel olarak etnik gerilimlere açık bir bölge olan Balkanlar’da, kültürel ve eğitim haklarının ihlali, diğer azınlık topluluklarında da endişe yaratabilir ve ulusal kimlik temelli kutuplaşmayı tetikleyebilir. Eğitim hakkının gasp edilmesi, toplulukların kendi dillerini ve kültürel değerlerini koruma kapasitesini zayıflatırken, kültürel erozyonu hızlandırır. Bu durum, uzun vadede Batı Trakya Türklerinin yalnızca sayısal olarak değil, kurumsal ve kültürel varlık olarak da erozyona uğramasına yol açabilir.
Batı Trakya Türkleri, yalnızca Yunanistan’ın iç meselesi olarak değerlendirilemez. Bu topluluk, Türkiye’nin Balkanlar’daki stratejik varlığının, kültürel diplomasi faaliyetlerinin ve bölgesel güvenlik politikalarının merkezinde yer almaktadır. Dolayısıyla, azınlık haklarının korunması, Ankara açısından yalnızca insani ve hukuki bir sorumluluk değil, ulusal güvenliğin ve bölgesel nüfuzun korunması açısından da stratejik bir zorunluluktur.
Türkiye’nin bu sürece karşı, uluslararası hukuk temelli, çok boyutlu ve sürdürülebilir bir diplomatik strateji yürütmesi, hem Batı Trakya Türklerinin kimliğinin korunması hem de Balkanlar’da istikrarın sağlanması açısından hayati önemdedir.
İlginizi Çekebilir