Barış süreçlerinde taraflar arası mutabakatlarda “Yapıcı Muğlaklık”: Neden tercih edilir? Gerçekten yapıcı mı, yıkıcı mı?
SİYASETBu açıdan yapıcı muğlaklık müzakerelerin başlayabilmesini, devam edebilmesini ve ortak bir mutabakatı mümkün kılıyor. Zaten bu yüzden yapıcı olarak tanımlanıyor ve tarafların bilinçli seçimine dayanıyor.
Türkiye’de devlet ve PKK arasında yürütülen barış surecinde demokratikleşme ve ülkedeki mevcut siyasi durumda tarafların süreç konusunda samimi olup olmadığı, önemli tartışma konularından birini oluşturdu. Her ne kadar demokratikleşme surecin basarisi için önemliyse de süreçte tarafların samimiyetini tartışmak çıkarlar etrafında şekillenen bir surecin tabiatına aykırı. Bunun yerine farklı dünya örneklerinde ve 2015 de de Türkiye de yasadığımız uzere eğer süreç basarisiz olursa tarafların çatışmaya daha şiddetli bir şekilde dönebileceğini hesaba katarak, süreçteki olası riskleri, ve surecin basarisini sağlayacak önlemleri tartışmak daha sağlıklı olacaktır.
Türkiye’de devlet ve PKK arasında yürütülen barış surecinde tarafların, süreç konusunda samimi olup olmadığı, demokratikleşme olmadan surecin başarılı olup olmayacağı son donemde önemli tartışma konularından birini oluşturdu. Bu tartışmaların haklı konu, demokrasinin barış süreçlerinin basarisi için önemli olduğu. Dünyada yaşanan bütün çatışmaları temel alan sayısız istatistiksel çalışma demokrasinin barış süreçlerinin uzun dönemli, kalıcı başarısını sağlayan en önemli faktörlerden biri olduğunu ortaya koyuyor. Fakat genel kanının aksine demokrasi ve çatışma arasındaki ilişki, ayrı bir yazının konusu olacak kadar karmaşık ve insan hakları karneleri çok da parlak olmayan ülkelerde uzun sureli barış mümkün.
Türkiye’de kamuoyunda tartışılan bir diğer konu barış surecinde aktörlerin özellikle de devlet tarafının samimiyeti. Samimiyet tanımının son derece sübjektif ve herkesin beklentisine göre değişebileceği bir yana, bu konuda yapılmış akademik çalışmalar ve geçmiş dünya örnekleri tarafların barış surecine yaklaşımını pek de duygusallık içermediğini gösteriyor. Buna göre barış süreçleri aktörlerin belirli güç dengeleri içinde, müzakere dışında sahip oldukları diğer seçenekleri de göz önüne alarak, kendi çıkarlarını korumaya çalıştıkları mecburi bir pazarlık dönemleridir. Bu mecburiyeti dayatan da surecin başlamasını ve sürmesini sağlayan da çatışmanın başka turlu sonlandırılamamış olması ve tarafların sahip olduğu diğer seçeneklerin müzakereye oranla daha az cazip olmasıdır.
Devlet tarafından baktığımızda, askeri güç dengesi, ayni Türkiye örneğinde olduğu gibi, çoğunlukla ve ciddi anlamda devletlerin lehlerine olduğu için devletler silahlı grupların taleplerini müzakere masasında karşılamak yerine haliyle galibiyeti tercih ediyor. İstatistiksel verilere dayalı karşılaştırmalı akademik çalışmaların sonuçları, müzakerelerin ancak ve ancak çatışmalar kısa zamanda devlet lehine sonuçlanmadığında, çatışmanın maliyeti kabul edilebilir olmadığında veya müzakerelerin getirisi devlet için o donem daha avantajlı bir durum yarattığında başladığını gösteriyor. Dolayısıyla hiçbir devlet kendisine karşı bir çatışma başlatmış, terör eylemlerine bulaşmış ve binlerce kişinin ölümünden sorumlu bir silahlı grupla barış surecine zaten çok isteyerek başlamıyor, çatışmalar uzun sürdüğünde devlet barış surecini bir çözüm yolu olarak değerlendirmeye başlıyor. Akademik çalışmalara göre müzakere en az on senenin sonunda bir seçenek olarak masaya geliyor.
Devletlerin aksine askeri olarak daha zayıf durumda olan silahlı gruplar için, galibiyet elde etme ihtimali zaten oldukça az. Dünya örneklerine baktığımızda, Uppsala Üniversitesi Çatışma Data Programı (UCDP) verilerine göre 1946-2019 yaşanmış olan tüm çatışmalarda silahlı grupların devlete karşı askeri bir galibiyet elde etme ihtimali sadece 8%. Bu oran da zaten farklı bölgelerde yaşanan silahlı çatışmalarda, başka devletlerin ciddi askeri gücünü ve ordusunu yanlarına alabilen az sayıda silahlı grup için geçerli. Bunun dışındaki silahlı gruplar için bazı taleplerinin karşılanma ihtimali sadece müzakere masasından geçiyor. Bu yüzden, silahlı örgütler, devletlerin aksine müzakerelere başlayabilmek istiyor. İste örgüt tarafının eylemleri yerine sadece söylemlerine odaklanıp, daha barışçıl olduğunu savunan bazı çevrelerin görmezden geldiği konu taraflar arasındaki güç dengesinin tarafların davranışlarına nasıl yansıdığıdır. Fakat her ne kadar silahlı gruplar müzakereye başlamak istese de müzakereler ve varılan mutabakatlar ortak bir zemine dayandığı için bu grupların hem taleplerinin ciddi bir kısmından vazgeçmelerini hem de silahsızlanmalarını gerektiriyor.
Bu yüzden iki taraf da müzakere masasında kendi çıkarlarını korumak istediği için, karışındakini olabildiğince zorlamak istiyor. Birçok barış surecinde bir yandan müzakereler devam ederken arka planda terör eylemlerinin ve hak ihlallerinin devam etmesi aktörlerin varılacak mutabakatı ve uygulanma seklini kendi lehlerine çevirmeye çalışması yüzünden. Türkiye’deki süreçte de arka planda çatışmaların devam etmesi ve tarafların bir yandan barışçıl diğer yanda sertleşen açıklamalarını ve tavırlarını görmemiz tesadüf değil, dünya örnekleriyle uyuşuyor. Keza zaten monolitik olmayan tarafların kendi içinde de çatışıyormuş izlenimi veren açıklamalarını da bu perspektiften değerlendirmek gerekli. Haliyle barış surecinde samimiyet aramak zaten çıkarlar etrafında şekillenen bir surecin tabiatına aykırı. Bunun yerine farklı dünya örneklerinde gördüğümüz üzere ve 2015 de de Türkiye de yasadığımız gibi eğer süreç basarisiz olursa tarafların çatışmaya daha şiddetli bir şekilde dönebileceğini hesaba katarak, süreçteki olası riskleri, tarafların süreçten kopmamalarını ve surecin basarisini sağlayacak önlemleri tartışmak daha sağlıklı olacaktır. Tam da bu yüzden bu yazı barış surecinde hata yapılması muhtemel konulardan birine, taraflar arasında varılabilecek mutabakatların kurgusuna odaklanıyor.
Daha önce T24 de çıkan daha yazımda dünyadaki tüm barış süreçleri üzerine yapılmış karşılaştırmalı istatistiksel çalışmaların verilerine dayanarak, tarafların surece ne kadar bağlı olurlarsa olsunlar, çatışmanın yarattığı güvenlik endişesi ve savaş ekonomisi gibi dinamiklerin süreç boyunca ve sonrasında ciddi sorunlar yaratma ihtimali olduğundan söz etmiştim. Bu yüzden süreçte yaşanma ihtimali olan sorunların engellenebilmesi için surecin neleri içermesi, hangi sırayla ve takvimle yürümesi gerektiğini, olası sorunlarda kimlerin arabulucu veya hakem olabileceğini önceden belirleyen son derece net bir süreç kurgusunun öneminden bahsetmiştim. Elbetteki Türkiye’deki surecin içeriğine dair elimizde net bir veri mevcut değil, ancak tarafların açıklamalarına bakarak belirli bir yere kadar yorumlayabiliyoruz. Fakat hâlihazırda bu açıklamalar hukuki düzenlemeler ve silahsızlanma konusunda içerik ve sıralama konusunda bir fikir birliği olmadığı, varilmiş olan on mutabakatın maalesef net olmadığı izlenimini veriyor. Peki durum böyleyse olası riskler neler? Ve taraflar neden müzakerelerde net bir yol haritası yerine muğlak bir kurguyu tercih eder?
Bu açıdan yapıcı muğlaklık müzakerelerin başlayabilmesini, devam edebilmesini ve ortak bir mutabakatı mümkün kılıyor. Zaten bu yüzden yapıcı olarak tanımlanıyor ve tarafların bilinçli seçimine dayanıyor. Kuzey İrlanda 1998 Hayırlı Cuma Antlaşması; Sudan da 2002 Machakos Protokolü ve 2005 Kapsamlı Barış Antlaşması; Filistin’de 1993 ve 1995 de varılan Oslo Mutabakatları, Birinci Çeçen-Rus Savaşı sonrası imzalanan Hasavyurt Antlaşması yapıcı muğlaklığın kullanıldığı çok sayıda örnekten bazıları.
Barış Mutabakatları ve Yapıcı Muğlaklık
Henry Kissenger’ in 1973 yılında Arap-Israil Savaşında bir diplomasi tekniği olarak kullandığı “yapıcı muğlaklık” sonraki yıllarda hem devletler arası hem de devlet içi çatışmalarda barışın tesisi için sıklıkla başvurulan yöntemlerden biri haline geldi. Özellikle de dünyada yaşanmış tüm çatışmaların yarısından fazlasını oluşturan ve taraflar arası ortak bir zemin bulunmasını oldukça zorlaştıran toprak talebi içeren ya da ayrılıkçı olarak nitelendirilen örneklerde yeni bir çatışma çözümü yöntemi olarak benimsendi. “Yapıcı muğlaklık” kısaca müzakerelerde ve mutabakatlarda tarafların hem kendi pozisyonlarını koruyup hem de birebirleriyle çatışan taleplerinden vazgeçmeden, anlaşmalarına imkân veriyor. Taraflar tam olarak ayni konuda anlaşamayınca haliyle varılan mutabakatların dilinde iki tarafa da kazanma hissi veren muğlaklığı özellikle seçiyor, net ifadelerden kaçınıyor.
Bu açıdan yapıcı muğlaklık müzakerelerin başlayabilmesini, devam edebilmesini ve ortak bir mutabakatı mümkün kılıyor. Zaten bu yüzden yapıcı olarak tanımlanıyor ve tarafların bilinçli seçimine dayanıyor. Kuzey İrlanda 1998 Hayırlı Cuma Antlaşması; Sudan da 2002 Machakos Protokolü ve 2005 Kapsamlı Barış Antlaşması; Filistin’de 1993 ve 1995 de varılan Oslo Mutabakatları, Birinci Çeçen-Rus Savaşı sonrası imzalanan Hasavyurt Antlaşması yapıcı muğlaklığın kullanıldığı çok sayıda örnekten bazıları.
Bu mutabakatlar ya iki tarafında tamamıyla farklı yorumlayabileceği birbiriyle çelişen ifadeler ve maddeler içeriyor, ya sorunlu konuların konuşulmasını çözümlemeden ileri bir tarihe erteliyor ya da sorunlu konuları netleştirmiyor. Örneğin İngiltere ve IRA arasında imzalanan Hayırlı Cuma Antlaşması sadece silahsızlanma ya da polis reformları gibi konularda değil, aynı zamanda birbiriyle çelişen maddeleri yüzünden Kuzey İrlanda’nın gelecekteki olası statüsüne dair yani ilerde İngiltere’ye mi İrlanda ya mı bağlı olacağına dair bir belirsizlik içerir. Bu yüzden iki taraf içinde basta bir kazanım olarak addedilmiştir.
Fakat net olmayan mutabakatlar her ne kadar tarafların aslında uyum içinde olmadığı konularda anlaşmalarını sağlıyorsa da surecin devam açısından ciddi riskler içeriyor. Mutabakatların uygulaması aşamasında taraflar arası ciddi fikir ayrılıklarına neden oluyor. Örneğin Bati Sahra’da, taraflar arası varılan mutabakat üzerinde anlaşılan referandumda kimlerin seçmen olacağı konusunda ciddi sorunlar yaratmıştır, Çeçenistan’da iste yaşanan sorunlar ikinci Çeçen-Rus savaşına yol açmıştır. Muğlaklık silahsızlandırılması amaçlanan grupların güvenlik endişelerini de arttırıyor ve silahsızlanmayı geciktiriyor. York Üniversitesinden Profesör Nina Caspersen ile son yaptığımız son akademik çalışma dünyada devlet içi çatışmalarda yapılmış tüm mutabakatların içeriklerine odaklanıyor. Her ne kadar 1975 -2021 yılları arasında devlet içinde yaşanan silahlı çatışmaları bitirmek için imzalanmış barış mutabakatının yüzde 36 si farklı nedenlerle, özellikle de silahsızlanma konusu yüzünden uygulanmamış olsa da muğlaklık içeren mutabakatlarda bu oran daha düşük. Vardığımız sonuçlara göre, bu örneklerde mutabakatların uygulanma oranı sadece yüzde 10. Bu yüzden Türkiye’deki surecin basarisini arttırmak için dünya örneklerinde yapılmış hatalara bakıp, ileride böyle bir kurgudan uzak durulması gerekiyor.
İlginizi Çekebilir