© Yeni Arayış

Anneme, tüm kadınlara: Bir kadınlık mirası üzerine

Anneliği kutsayan, onu yalnızca fedakârlıkla tanımlayan bir dil dolaşıyor her yerde. Televizyonlarda, afişlerde, kürsülerde… “Kutsal annelik” diyorlar, “toplumun temeli aile” diyorlar.

Ve biz, artık o görevi devralanlarız. Yazıyla, emekle, dirençle, hatırlamayla. Tüm kadınlara yaşayanlara, kaybolanlara, susturulanlara, hatırlananlara  saygıyla, minnetle, öfkeyle, yoldaşlıkla, kız kardeşlikle…

Ben altı yaşındaydım, o sadece yirmi sekiz.

Annem öldüğünde, dünya sustu bir anlığına. Ya da belki ben, içimdeki sesi ilk kez o gün duydum. Çocuk aklım anlamazdı; ama bedenim, kaybı yazmıştı hücrelerine. O sabah başladı beni hiç terk etmeyen yalnızlık. Ve şimdi, yıllar sonra bu kelimeleri yazarken, hâlâ o sabahın soğuğu içimde.

Her Anneler Günü’nde içimde iki ayrı ses konuşur:

Biri yokluğun sesi hiç tamamlanmayan, eksik kalan bir hayatın sessizliği.

Diğeri onun bıraktığı izlerin sesi  ellerine sinmiş sabrın, hastalığın, gücün ve suskunluğun yankısı. Bu yazıda ikisini de dinlemeye çalışıyorum. Çünkü annemi yalnızca bir kayıp olarak değil; bir hafıza, bir başlangıç, bir politik hat olarak da taşırım içimde.

Annemin hikâyesi bu coğrafyadaki milyonlarca kadının hikâyesine karışıyor.

Henüz 2 yaşındayken annesiz, babasız kalan...

9 yaşında köy yerinde çocuk felcine yakalanan...

Geriye kalan 19 yıllık ömründe koltuk değnekleri ile yaşama tutunan annem ...

Çocuk gelin sayılacak bir anneden doğan annem,

Erkeklerin her şey olduğu karanlık bir şehre doğan annem

Bacaklarında dermanın yok diye eş olarak seçilmeyen annem,

Tek başına toprak tamda yavrusunu ağzıyla taşıyan annem,

Evsiz, yurtsuz, kimsesiz kızının kollarında nefesi tükenen annem...

Yıllar sonra soğuk, üzerini ot bürümüş, isimsiz bir mezarda sayı olarak bulduğum annem…

Çocuk felci geçirmiş, tedavi edilmemiş, sağlık güvencesi olmadan yaşamış   ve tam da bu yüzden hayatını (ki buna hayat denirse) kaybetmiş bir kadın...

O yalnızca hasta değildi; sistemin içinde hasta bırakılmıştı. Kendi bedeninde hem hastalığı hem kadınlığı hem de yoksulluğu taşıyan bir anneydi.

Ve bu topraklarda kadınların çoğu, hâlâ onun gibi yaşıyor: görünmeden, duyulmadan, emekleri kayda geçmeden…

O sabah battaniyeyi örttüm üstüne.

Çocukken anne sıcaklığı arar insan. Ama bulduğum şey, sessizlikti. Bembeyaz bir gecelik, kıpkırmızı bir yorgan, donmuş bir beden.

O sabah yalnızca annemi değil, çocukluğumu da kaybettim.

Ve o günden bugüne,

Ülkede başka anneler de kayboldu:

Bazısı hastane koridorlarında, bazısı şiddetle, bazısı yoksulluğun içinde sessizce.

Ama kimse onların ardından yas tutmayı öğrenmedi.

Çünkü bazı anneler unutulmak üzere doğar bu ülkede. 

Kimin Annesi, Hangi Aile?

Anneliği kutsayan, onu yalnızca fedakârlıkla tanımlayan bir dil dolaşıyor her yerde. Televizyonlarda, afişlerde, kürsülerde… “Kutsal annelik” diyorlar, “toplumun temeli aile” diyorlar.

Ama kimse sormuyor: Hangi anneler kutsanıyor? Hangi kadınlar bu toplumun makbul anneleri sayılıyor?

Bir yandan "Aile Yılı" ilan ediliyor, bir yandan çocukları cezaevine konulan anneler sessiz bırakılıyor.

Bir yanda çocuk isteyen ama olamayan kadınlara eksik gözüyle bakılıyor, diğer yanda doğurdukları çocukları tek başına büyütmek zorunda kalan kadınlar yargılanıyor.

Evlat edinen anneler “gerçek” sayılmıyor.

Çocuğunu kaybeden annelere acılarını dindirecek bir yas bile tanınmıyor.

Kadın cinayetlerinde yaşamları ellerinden alınan anneler, haber başlıklarında “bir çocuk annesiydi” cümlesiyle hatırlanıyor  ama çocukları için ne sistem sorumluluk alıyor ne toplum. Katilleri ise serbest! 

Annelik sadece doğurmaktan ibaret değil.

Kimi karnında, kimi kalbinde taşır evladını.

Kimi yasla büyütür, kimi özlemle.

Ama tüm bu kadınlık hallerini tanımayan bir sistem, yalnızca kendine uygun olan anneliği makbul sayıyor. 

Bense biliyorum:

Annelik bir seçim değil, bu ülkede çoğu zaman bir sınav.

Yoksullukla, şiddetle, adaletsizlikle, ölümlerle verilen bir sınav.

O gün bir battaniye örtmüştüm annemin üstüne.

Bugün bu yazıyı seriyorum hepimizin üstüne üşüyen hafızalara, unutulan isimlere, eksik bırakılan cümlelere.

Bu kelimeler, ne yalnızca yas ne de övgü.

Bir tanıklıktır bu.

Bir direniş kaydıdır.

Kadınların yükü taşıyan ellerine, suskunluğunda bile çığlık olan annelere, kendini var etmek için her gün dünyayla cebelleşen tüm kadınlara bir selam, bir teşekkür, bir borçtur. 

Çünkü bazı hayatlar bize miras değil, görev olarak kalır.

Ve biz, artık o görevi devralanlarız.

Yazıyla, emekle, dirençle, hatırlamayla.

Tüm kadınlara yaşayanlara, kaybolanlara, susturulanlara, hatırlananlara  saygıyla, minnetle, öfkeyle, yoldaşlıkla, kız kardeşlikle…

ADI UNUTULANLAR İÇİN

Ben de ki adı hep Anne olacak kadına… 

Bir gece yarısı,

Kapımın önünde bir siluet belirdi.

Havanın soğukluğunda,

Adımlarını duydum.

Ama içeriye giren kimse yoktu.

Sesini duydum,

Ama adını unuttum.

O an, zamanı unuttum.

Bir kayıp gibiydin,

Ama kaybolmuş değildin.

Bir ağaç vardı dışarıda,

Yavaşça eğilen dallarıyla.

Gözlerimdeki yaşla karışan kar,

O ağacın altına düşüyordu.

Ve ben,

Kaybolan bir şeyin ardında

Ne aradığımı bilmeden,

Sadece bekledim. 

Bunu bilmeden,

Senin adını arıyordum belki.

Bir zaman,

Benimle bir yolda yürüdün.

Sonra o yol,

Çok sessizleşti.

Ve her adım,

Daha da uzaklaştırdı seni.

Geri dönmeyi düşünmedik,

Ama birbirimizi kaybettik.

Ve ben, kaybolduğumuz yeri

Hiç hatırlayamadım.

Beni unuttuğunda,

Kendimi kaybettim belki de.

Bir düşün vardı,

Çok derin.

Zamanla silindi,

Görünmeyen bir gölge gibi.

Bir zaman,

Her şey birdenbire kayboldu.

Ama bir şey vardı ki,

Kaybolmadı:

O iz,

Geride bıraktıklarımız.

Beni bırakıp gittiğinde,

Geride bıraktığın her şey,

Benimle kaldı. 

Doğumdur, ölüm değil,

En zorlusu yitirdiklerimizin.

Biliyorum,

Bir deri de ben bıraktım orada...

YAZAR NOTU

Bazı kelimeler anlatmak için değil, dayanmak için yazılır.

Bu yazı da öyle doğdu:

Bir kırığın ucundan,

bir dikişin tutmadığı yerden,

bir sızının hâlâ sürdüğü bir günden.

Adı unutulanların,

mezar taşı olmayan annelerin,

battaniyeyle örtülüp hiç uyanılmayan sabahların sesi yoksa da izi kalır.

Bu iz, zamanla silinmesin diye

bir çocuğun içinden geçen karanlık,

bir kadının yüreğinde taşıdığı hafıza,

bir annenin ardından susmayan kelimelerle yazıldı.

Annenin adı unutulsa da bu topraklarda, o sızı kalır.

Her yıl aynı gün,

aynı yerden geçirir kendini.

Bu yazı,

o yerin kaydını tutmak içindir.

Kimin için olduğunu bilmese de,

bir gün biri okur da

sızının yerini tanır diye.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER