Almanya krılma noktasında: Göç, kimlik ve liderlik arayışı
DIŞ POLİTİKAAlmanya’nın sorunu ne sadece göç, ne de ekonomi. Sorun, geleceğe dair bir hikâyenin kalmamış olması. Toplumun ortasında büyüyen sessizlik, siyasetin yetersizliğiyle birleşince, boşluğu ya popülizm ya da korku dolduruyor. Ama yine de umut var. Bir toplum, kendine dair inancını tamamen yitirmemişse, yeniden doğabilir. Alman halkının yüzde 79’u hâlâ “ben bir demokratım” diyorsa, bu toprak hâlâ canlıdır; yalnızca yeni bir sözün, yeni bir vicdanın filizlenmesini bekliyordur.
Almanya uzun zamandır bir arayış içinde. Bu arayış yalnızca ekonomik veya politik değil, aynı zamanda kimliksel ve ahlaki bir arayış.
Bielefeld Üniversitesi’nin “Gergin Merkez” başlıklı son araştırması, ülkenin derinlerinde kaynayan ruh hâlini açıkça ortaya koyuyor: Almanya’da insanlar hâlâ demokrasinin yanında duruyor ama artık daha az inanıyorlar; insan haklarını savunuyorlar ama aynı zamanda “herkese eşit hak verilemez” diyorlar; göçmenleri aralarına alıyorlar ama onlara tam olarak güvenmiyorlar.
Bu tablo, sadece Almanya’nın değil, Avrupa’nın da ruh hâlidir aslında.
Bir ülkenin vicdanı: Göç ve korku arasında
Bugün Almanya sokaklarında, kahvelerinde ya da metro vagonlarında konuşulan konu değişmiyor:
“Göçmenler fazla mı oldu?”
“Toplum nereye gidiyor?”
“Çocuklarımız nasıl bir Almanya’da yaşayacak?”
Ülkeye son on yılda giren milyonlarca göçmen, Almanya’nın ekonomik motoruna güç verirken aynı zamanda toplumsal gerilimleri de artırdı.
Mültecilere yönelik “sosyal yardım suistimali” suçlamalarına yüzde 36’lık bir destek var. Bu oran yalnızca önyargıyı değil, derin bir güvensizlik duygusunu da gösteriyor.
Almanya bir yandan demografik yaşlanma, işgücü açığı ve üretim kriziyle mücadele ederken; diğer yandan “kültürel homojenlik” hayalini yitirmiş olmanın melankolisini yaşıyor. Bu da “yabancı”ya karşı tepkiyle, “kaybolan kimlik” korkusunu birbirine karıştırıyor.
Vizyoner lider eksikliği: Avrupa’nın sessizliği
Bugün Avrupa’nın genelinde hissedilen liderlik boşluğu, Almanya’da daha da belirginleşiyor.
Merkel sonrası dönemde ne Scholz, ne Macron, ne Merz, ne de diğer Avrupalı liderler topluma yeni bir umut, yeni bir hikâye sunabiliyor.
Krizlerin yönetildiği ama geleceğin anlatılamadığı bir çağdayız.
Avrupalı liderlerin Washington koridorlarında adeta “tesbih taneleri gibi dizilmeleri”, sadece dış politik bir görüntü değil, aynı zamanda Avrupa’nın kendi kaderine yabancılaşmasının sembolü haline geldi.
Bir zamanlar “özgür dünyanın aklı” olarak anılan Avrupa, bugün Amerika’nın gölgesinde kimliğini arıyor.
Ve Alman seçmen bunu fark ediyor.
Toplumun kalbi: Gergin Merkez
Araştırma, Almanya’daki insanların yüzde 76’sının aşırı sağa mesafeli olduğunu gösteriyor. Bu oldukça umut verici bir tablo.
Ancak tehlikeli olan, aynı anda her beş kişiden biri antidemokratik ifadelere açık olması. Yani toplumun ortasında bir “gerilim hattı” oluşmuş durumda. Bu hat, ne açıkça aşırı sağda ne de solun dayanışmacı çizgisinde. Bu hat, yönünü kaybetmiş bir “merkez”.
Kimi zaman korku, kimi zaman yorgunluk, kimi zaman da “artık hiçbir şeye inanmama” hâliyle besleniyor. Ve bu hâl, Almanya’nın geleceğini belirleyecek en kritik sosyolojik dinamik.
Yeni Almanya nasıl doğacak?
Göçmenlerin ikinci ve üçüncü kuşakları artık yalnızca “misafir işçi” değil; öğretmen, doktor, mühendis, sanatçı…
Onlar Almanya’nın bugünü ve yarını. Ancak hâlâ “bizden mi, onlardan mı?” sorusuna sıkışmış bir toplumda yaşıyorlar.
Gerçek dönüşüm, bu sorunun anlamını yitirdiği gün başlayacak.
Çünkü Almanya artık sadece Almanların değil, birlikte yaşayan halkların , çok kültürlü ve farklı inançlara sahip insanların ülkesi.
Yeni Almanya, çok kültürlülüğü bir tehdit değil, bir varoluş biçimi olarak kabul ettiğinde yeniden nefes alacak.
Hala umut var
Almanya’nın sorunu ne sadece göç, ne de ekonomi. Sorun, geleceğe dair bir hikâyenin kalmamış olması. Toplumun ortasında büyüyen sessizlik, siyasetin yetersizliğiyle birleşince, boşluğu ya popülizm ya da korku dolduruyor.
Ama yine de umut var.
Bir toplum, kendine dair inancını tamamen yitirmemişse, yeniden doğabilir. Alman halkının yüzde 79’u hâlâ “ben bir demokratım” diyorsa, bu toprak hâlâ canlıdır; yalnızca yeni bir sözün, yeni bir vicdanın filizlenmesini bekliyordur.
Toprak kurumuş değil — sadece yağmurunu yitirmiş. O yağmur, cesaretle konuşan, korkmadan düşünen, insana yeniden güvenmeyi öğretecek bir liderliktir.
Tarih bilir: Hiçbir millet yıkılmaz; yalnızca susar.
Ve sonra bir ses çıkar ve o ses, yeniden dirilişin başlangıcı olur.
Almanya da bugün o sessizliğin eşiğinde duruyor. Bir kıvılcım, bir vizyon, bir inanç…
Hepsi yeniden yeşerebilir, yeter ki biri o tohumu toprağa ekmeye cesaret etsin.
İlginizi Çekebilir