Kelimeler sihirlidir. “Tolokototinyan” en acımasız kavgaları bitirebilir. Peki “Türk'üm”, yitirilmiş bir şöhreti canlandırabilir mi? Kelimelerin büyüsü rating için de kullanılır, barış için de…
Yıllar önce, Fransız Romancı Alphonse Daudet’in Küçük Şey romanını okuduğumda; ilgimi çeken bir kelimeyi not almıştım: “Tolokototinyan!”
Bu sihirli sözcük, romanın başkarakteri Daniel ile sevgilisinin tüm kavgalarını bitirebilecek kadar sihirliydi.
Evlerinde çalışan kadın, tartışmanın en ateşli anında bu kelimeyi kullanıyor ve iki sevgiliyi insani bir zeminde konuşmaya teşvik ediyordu.
Uzun lafın kısası, kelimelerin gücü düşündüğümüzden çok daha fazla…
Peki ya, ekran ekran gezip “Türk’üm!” diye bağırmak?
Bu kelimenin gücü, yitirilmiş bir şöhreti canlandırabilir mi?
Hayatımın hiçbir noktasında Türkiye’nin fikir dünyasına bir katkısı olmamış, sütü kaynatırken ocağın başında olmayan ama kaymak oluştuktan sonra mutfağa koşan tipler neden “Türk’üm” diye bağırma ihtiyacı duyuyor?
Defne Samyeli ve Yılmaz Morgül’ün öğrenmesi gereken şey çok basit, Türkiyeli olmak zorunda değilsiniz.
Bu cümleyi duyunca tetikte bekleyen, hemen "Türk'üm!" diye haykırmaya hazırlanan bu isimlere de bir müjdem var: Rahat olun. Boğazınıza yapışıp “Ne mutlu Türkiyeliyim diyene!” diye baskı yapan yok. Öyle bir zorunluluk, öyle bir yasa, öyle bir dayatma falan da yok.
Ayrıca "Türkiyeli" kelimesi, sizin anladığınızın aksine, gökten zembille inmiş yeni ve uydurma bir kavram değil. Tarihe şöyle bir bakacak olursanız, Tunalı Hilmi gibi bir devrin önemli aydınının 1900'lerin başında, hatta Mustafa Kemal Atatürk'ün bile 1922'de “Biz Türkiyeliler Asyaî bir milletiz” dediğini görürsünüz.
Evet, yanlış duymadınız. Sizin "Türklüğe aykırı" diye tepki gösterdiğiniz kavramı, Cumhuriyet'in kurucusu rahatlıkla kullanmış.
Peki ne oldu da bu isimler, hiç var olmayan bir dayatmaya karşı, ekranlarda "Türk'üm!" diye haykırma ihtiyacı hissediyor?
Buradan bakınca, eski spot ışıklarına duyulan bir özlem gibi görünüyor…
Amaç, ülkenin içinde debelendiği gerçek sorunlara değinmemek.
Bu isimlerin “Türk'üm!" demesi, gerçek bir duruş ve aidiyet ifadesi değil…
Ulusalcı çevrelerin bunu bir kimlik savunusu olarak görüp destek vermemesi gerekiyor. Çünkü bu kişiler sadece gündemin rahat tarafında durmayı tercih ediyor.
Defne Samyeli, konuşabileceği sayısız hukuksuzluk varken tutuklu Gazeteci Fatih Altaylı’nın Youtube kanalında şu sözleri sarfetti:
“Bütün dünyada zaten sizi ulusunuzdan ve cinsiyetinizden ayırmaya çalışıyorlar. Yani artık normal bir kadınım ya da erkeğim demek bile neredeyse bir garipsenecek durum olmaya başladı.”
Evet bu sözler komplo teorisyeni bir kahvehane dayısına değil, Defne Samyeli’ne ait.
Kendisine sormak isterim…
Kim bizi ulusumuzdan ve cinsiyetimizden ayırmaya çalışıyor?
Siz insanlarla tanışırken “normal bir kadınım” mı diyorsunuz?
Sizin için heteroseksüel olmayan her birey “anormal” midir?
Ve son olarak -bunu çok merak ederek soruyorum- “Normal” bir kadın olduğunuz için şaşırılan yer neresi?
Bu sorular uzar gider, çünkü hanımefendinin sözlerini neresinden tutarsanız elinizde kalıyor…
Gelelim bir diğer “Türk’üm!” haykırışına…
Yılmaz Morgül bir törende ödül almış. 2025 yılının en güvenilir sanatçısı seçilmiş.
Biraz araştırdığımda ödülü veren kurumun; “Ödülümüze kayıt yapın, markanızı güçlendirin” temalı paylaşımlarına rastladım…
Neye göre seçildi, kime soruldu, ödülü veren organizasyonun güvenilirliği gibi konulara daha fazla girmeden, sahiden Sayın Morgül yılın en güvenilir sanatçısıymış gibi devam edeceğim bu yazıya.
Morgül, normalde asla gündeme gelmeyecek ödül alma görüntülerini, “Türkiyeli değil Türk’üm” pankartıyla sahneye çıkarak manşete taşımayı başardı ve ulusalcı çevrelerden alkışları topladı.
Sevgili Morgül’e sorular sormayacağım, kendisine sadece birkaç pankart önerim olacak:
Tutuklu gazeteciler, Gazze’de yaşanan insanlık dramı, tutuklu öğrenciler, LGBT+ bireylere yönelik baskılar, kadına şiddet ve İstanbul sözleşmesi, sokak hayvanlarına karşı yasa çalışmaları…
Bunların hepsini pankartınızda kullanabilirdiniz…
Belki bu kadar gündem olmazdınız ama tarihin doğru tarafında yer alabilirdiniz. Lütfen bunu bir whataboutism olarak algılamayın, gerçek bir vatanseverin sesini her konuda duymak isteriz.
Bu iki ünlü ismin bu yaptıkları “Türk’üm!” vurgusundan sonra, Türk-Türkiyeli tartışması yeniden alevlendi. Video kesitleri paylaşıldı, binlerce beğeni toplandı.
İsteyen Türk, isteyen Türkiyeli olabilir. Benim için bir problem yok.
Ayrıca, bu ülkede “Türk’üm” demenin bir riski, bedeli ve külfeti yok.
Aksine, prim yapma, trend olma, algoritmaya yenik düşmüş ulusalcı kesimlerin takdirini toplama gibi faydaları var.
Yaptığınız, -en hafif tabirle- “kolay vatanseverliktir.” Zor olan ise, Yılmaz Bey’e önerdiğim o pankartların her birinin arkasında durmak.
O konulara değinirseniz açtığınızda karşınıza kimler çıkar, hangi güçlerle ters düşersiniz, biliyor musunuz?
Çok iyi biliyorsunuz…
“Türklük” sadece Türkiye sınırları içinde, kendi rahatını bozmayan, size prim kazandıran bir söylemden ibaret olmamalı.
Bu isimler, “Türkiyeli” kelimesini bir tehdit olarak kodluyor ama asıl tehdit Türkiyeli olmak değil.
Asıl tehdit, bu toprakların gerçek sorunlarına bigâne kalmış, sadece kendi şöhretini düşünen, “Türk’üm”ü bir kalkan olarak kullanan bu çarpık anlayış.
Türklük, üstünlük iddiası değil, sorumluluk bilincidir. Siz o sorumluluğu tam olarak nerede taşıyorsunuz?
Defne Hanım umarım bu yazıyı yayında “Halkların kardeşliği” kelimesini küçümsediğiniz gibi küçümsemezsiniz…
Çünkü o da bizim “Tolokototinyan”ımız…
Ve son sözüm yine “Tolokototinyan”a gelsin.
Bu ülkenin ihtiyaç duyduğu şey, yapay kavgaları bitirecek, bizi insani bir zeminde buluşturacak o sihirli kelimedir. Ama anlaşılan o ki, bazıları kavganın bitmesini değil, kendi şöhretlerini sönmeyen bir kavga ateşiyle beslenmek istiyor.
“Türk’üm!” diye bağırıp bu hamaset dolu tartışmayı alevlendirmek yerine, beni çok etkileyen o kelimeyle bu tartışmayı bitirmek istiyorum…
Tolokototinyan! Yılmaz Bey ve Defne Hanım…
Tolokototinyan...

Yorum Yazın