Öcalan’ın olası PKK’nın silah bırakma çağrısı, Türkiye arzu etse de Suriye’nin kuzeyindeki otonom bölgenin kendisini lağvetmesi sonucunu doğurmaz. İktidar bloku bunun için sadece ABD değil Rusya’yı da ikna etmesi gerekiyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın iç cepheyi güçlendirme çıkışı sonrasında MHP liderinin 1 Ekim sonrası DEM Parti ile kurduğu temasla başlayan süreç yeni bir aşamaya geldi.
Bahçeli son grup toplantısında DEM Partililerin İmralı’da tutuklu bulunan Öcalan ile doğrudan görüşme imkanının sağlanması çağrısı yaptı. Bu çağrının devamında DEM Parti Eş Başkanları saatler içinde Adalet Bakanlığı’na Öcalan’la görüşmek için başvuru yaptı.
Muhtemelen hafta başında 2-3 kişiden oluşan DEM Parti grubu İmralı’ya gidebilir.
Bu olası görüşmenin sonuçlarını hep birlikte göreceğiz.
Diğer yandan Cumhur İttifakı’nın başlattığı bu sürecin bir devlet aklıyla sürdüğüne kuşku yok. Ve amaç da, PKK’nin silahsızlandırması, kendi ifadeleriyle “terörsüz bir Türkiye”.
ÇAĞRININ SONUCU NE OLUR?
Öcalan’ın PKK’ya yapacağı olası silah bırakın çağrısının sonucu ne olur?
Bu olası çağrıya PKK’nın vereceği olumlu çağrının en somut sonucu, varsa ülke içindeki unsurların sınır dışına çekilmesi ve Kandil’deki unsurların silah bırakması bir anlamda örgütün Kandil merkezinin silaha veda etmesi olur.
Bu olası gelişmede en somut sonuç ve soru, Kandil’de silah bırakan PKK üyelerinin geleceğinin ne olacağıdır. Bunlar Kuzey Irak’ta mı siyasallaşacaklar, Türkiye’ye mi gelecekler, 3. bir ülkeye mi gidecekler yoksa Suriye’nin kuzeyinde oluşan PYD denetimindeki bölgeye mi gidecekleridir?
Bu aşamada en olası iki senaryo söz konusudur. İlki, silah bırakanların bir kısmının Kuzey Irak’ta üçüncü bir siyasi güç olarak kendini siyasallaştırması. İkincisi ise bir kısmının Suriye’nin kuzeyindeki özerk bölgeye gitmeleridir.
Bu açıdan Türkiye için en kritik konu, Suriye’nin kuzeyinde özerk yapının yani bölgenin geleceğidir.
Kuşkusuz Türkiye’de iktidarın en büyük beklentisi, Suriye’nin kuzeyindeki bölgede oluşan yapının kendini tasfiye etmesi ya da Türkiye’nin hamiliğini kabul etmesidir.
Peki bu mümkün mü?
TÜRKİYE KATILMAYINCA KÜRTLER KATILDI
Bu soruya cevap verebilmek için biraz geriye gitmekte fayda var.
2011’de Suriye’de başlayan iç çatışmanın bir sonucu da Irak’ta ortaya çıkan terör örgütü İŞİD’in Suriye’de etkili olmaya başlamasıdır.
IŞİD’in gerek Irak, gerek Suriye gerek Paris başta olmak üzere Batılı ülkelerde gerçekleştirdiği terör eylemleri, ABD başta olmak üzere Batılı ülkeleri IŞİD’e karşı bir uluslararası mücadele başlatmaya itti. Nihayet 2014 yılında ABD liderliğinde İŞİD karşıtı bir mücadele koalisyon kuruldu.
Bu koalisyona katılması için AKP iktidarına da davet geldi ama katılmadı.
Peki iktidar bu koalisyona neden katılmadı?
Katılmadı çünkü dönemin AKP iktidarı Ortadoğu’da ortaya çıkan Sunni/Şii geriliminde IŞİD ile Sünni hatta yan yana gelmenin dışında, kendince ideolojik bir akrabalık kurdu. Bu ortaklık, Batı’ya, gelişmiş ülkelere İslam adına meydan okumaydı.
IŞİD karşı blokta Türkiye’nin yerini Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yer alan Kürtler aldı. Ve bugüne kadar olan süreçte ABD ve Batı’nın IŞİD ile olan mücadelesinde en önde Kürtler yer aldı.
2012 Haziran ayından itibaren Suriye’nin kuzeyinde özerk bölgeler kurmaya başlayan PYD, 2014 yılı itibariyle de İŞİD’e karşı mücadeleye katılmanın karşılığında ABD korumasını kazandı.
Bununla birlikte Kürtlerin 2012-13’te İŞİD’in ağır katliamlarına maruz kaldıklarını unutmamak gerekiyor.
Yine bu süreçte Kürtler, Rusya ile de ilişkilerini hiçbir zaman kesmedi. Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı PYD’yi sadece ABD değil Rusya da terör örgütü listesine almadı.
Bunun temel nedeni de iki ülkenin, Suriye ve dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan radikal İslamcı gruplar ve onların terör eylemlerine karşı olmasıdır.
Bu hatırlatmayı yapma gereği duydum çünkü, ABD’nin PYD’ye, Kürlere desteği Türkiye’ye karşı yapılmış bir hamle değil. Tam tersine Türkiye’nin katılmadığı İŞİD’le mücadele koalisyonuna katılmamasının bir sonucu.
Bu açıdan Öcalan’ın olası PKK’nın silah bırakma çağrısı, Türkiye bunu arzu etse de Suriye’nin kuzeyindeki otonom bölgenin kendisini lağvetmesi sonucunu doğurmaz.
Aynı şekilde bu gölgenin hamisi olmasının yolu da sadece ABD değil, Rusya’yı da ikna etmek zorunda oluşudur.
Daha önce çok defa ifade etmeye çalıştım, toplumun yüzde 50’ye yakını ile kavga eden bir siyasi anlayışın, dünyaya haklı olup olmadığından bağımsız olarak kendini etkili biçimde anlatabilmesi imkansızdır.
İKNA YOKSA BAŞARI ZORLAŞIR
Bu noktada iktidar blokunun en büyük sorunu içerde yaşanan toplumsal kutuplaşmadır. Bunun temel nedeni, içerde bilinçli bir tercih olarak sürdürülen kutuplaşma politikasıdır. Nitekim son yıllarda karşı karşıya geldiği her konuda makro düzlemde hem siyasi hem de toplumsal düzlemde ikiye bölünüyor.
Bu durum karşısında siyasi iktidar, siyasi ve toplumsal muhalefeti haklı olduğuna ikna etmeye değil tam tersine, muhalif her parti, kurum, kişi ve kimliği yok sayarak, ötekileştirerek yol almaya çalışıyor. Bu durum, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerdeki en zayıf karnı haline geliyor. Bu durum, bizim için zaaf olduğu ölçüde bizim dışımızdaki ülkeler için Türkiye aleyhine kullanılacak bir alan haline geliyor.
İktidar bloku bu gerçeklerin farkında olduğu Erdoğan süreci kamusallaştırırken kullandığı kavram “iç cephe”yi tahkim etmek olmuştur.
İçerdeki bu kutuplaşmaya ek olarak ülkenin içinde olduğu ekonomik sıkışma da iktidarın başka bir sorunudur.
Sonuç olarak ister siyasal ister toplumsal muhalefet olsun hiçbirimiz hamasetle sıraya dizilmek değil, bilgilendirilerek ikna edilmeye ihtiyaç duyuyoruz. İktidar ısrarla bundan kaçıyor.
Daha önce çok defa ifade etmeye çalıştım, toplumun yüzde 50’ye yakını ile kavga eden bir siyasi anlayışın, dünyaya haklı olup olmadığından bağımsız olarak kendini etkili biçimde anlatabilmesi imkansızdır.
Son açılımda da bu sorun varlığını korumaktadır. Toplumsal meşruiyet taşımayan her politik adım, ülke için bir riske dönüşme potansiyeli taşımaktadır.
Not: Son günlerde Suriye'deki başlaya çatışmalar bu süreçten bağımsız olmadığını da not edelim.
Yorum Yazın