Kışlar neredeyse metruktur; lokantalar kapanır, plajcılar çekilir, sokaklar birbirini tanıyan bir avuç yerliye kalır. İşte biz de Kos’a bu basmakalıp düşüncelerle geldik, ama dört gün sonra dönerken bambaşka düşüncelere sahiptik.
Bodrum’a hatırısayılır kez gelmiş olsam da bir taş atımı mesafedeki İstanköy adasına -yani artık kullanılan adıyla Kos’a- hiç gitmemiştim, tam da bu meraksızlığımın mahcubiyete evrileceği anda “Bodrum Hanım”ın da senelerce gitmediğini öğrenmenin mutluluğunu yaşadım.
Oh, dedim, babası daha kırklarda Belediye Reisi olduğu için herkesten önce buraya yerleşen ve çocukluğu bile burada geçen “Bodrum Hanım”dan daha Bodrumlu kimseyi görmedim ben -göreceğimi de sanmam.
Tamam, hanım Bodrumlu da, ya enişte?
İşte o Ankara’dan ithal, nam-ı diğer “Bodrum’un eniştesi”, evlendikten sonra Bodrum Hanım’ı İstanköy’e götüren o olmuş.
Biz de Nihan’la Kos’a gitmeden bir gece önce Bodrum’a gelip “Bodrum Hanım ile eşine” -kışın Ankara’da roller değişebilir- uğradık, uğramak ne kelime felekten bir gün geçirmekle yetinmeyip bir de gece çaldık.
Kos’a dair yazmaya Bodrum’dan başlamamın sebebi şu: Bu adalar turizm patlamasından önce sefaletin hüküm sürdüğü yoksul süngerci köyleri, yol yok iz yok, balık tutsan şehre inemiyorsun yolda bozuluyor, geçimlik, kapalı bir ekonomi.
Bodrum’un bahsettiğim haline dair en güzel kitap olan Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi “Bodrum’un eniştesi” tarafından yazıldı -siz yazarı, Baskın Oran diye tanıyorsunuz.
Bu adaların, bu listeye Simi’yi falan da ekleyebilirim, üretim biçimi birbirine çok yakın, ama turizmden sonra her şey değişmiş, tatilcilerin keşfiyle birlikte adaların çehresi de başkalaşmış.
Böyle olduğu için de bütün bu adalar herkesin güneş batana kadar denizin akşamları da uzonun tadını çıkardığı ve sadece yazları iş yapan yerler olarak görülür.
Kışlar neredeyse metruktur; lokantalar kapanır, plajcılar çekilir, sokaklar birbirini tanıyan bir avuç yerliye kalır.
İşte biz de Kos’a bu basmakalıp düşüncelerle geldik, ama dört gün sonra dönerken bambaşka düşüncelere sahiptik.
Plajcılık yaptık yapmasına ama o kısmının üstünde uzun boylu durmaya değmez.
Agios Fokas diye bir plaja gittik ilkin, adanın kuzeyinde, güzel bir yer değildi.
Sonraki günlerde ise güneye, Kefalos tarafında indik, evvela adanın en popüler kumsallarından Paradise Beach’e gittik, ama buranın tam karşısında, arabayla bir beş dakika mesafedeki Kohilari en beğendiğimiz yer oldu.
Ammavelakin, bizim için Kos bunların hiçbirinden ibaret değil.Tuttuğumuz ev, adanın tam ortasındaki Zia köyündeydi.
Anayoldan çıkıp dağ yoluna sapmak gerekiyor.
Bu Zia hoş bir dağ köyü olmasının yanı sıra Kos’ta gün batımının en güzel izleneceği yer olarak nam saldığı için de ayrıca popülerleşmiş, turist otobüsleri kafile kafile insan taşıdıkları için akşamüstleri hıncahınç doluyor.
Tabii ki diğerlerini bilemiyorum ama Zia’daki Oromedon’un Kos’un en güzel lokantalarından biri olduğu kanaatindeyim.
Burada iki akşam yemek yedik, yediğimiz içtiğimiz her şeyden de ziyadesiyle memnun kaldık.
Şimdi bu “içtiğimiz” kısmını boşuna eklemedim çünkü kaldığımız Zia’nın bir diğer özelliği de Kos’un bağlarına komşu olması.
Akrani, Papakostadinou, Hacı Emanuel, Petra… hepsi bu civarda.
Bunların bazılarına gittik; hatta Hacı Emanuel’in bir şişesini -“assyrtiko”- Oromedon’da devirdik.
Bağların en fiyakalısı Hacı Emanuel ile Akrani’ydi.
Hacı Emanuel’de şarapçılığı şimdi dördüncü nesil devralmış, gene aile işletmesi olan Petra’da da üçüncü nesil iş başında.
Petra, organik ve vegan şarapçılık yapmakla iftihar ediyor.
“Vegan şarap” ne ola ki, derseniz, ben dedim, filtrelerde falan hayvan kemikleri kullanılabiliyormuş ya da bazen hayvansal ürünler giriyormuş şarabın içine ama bu meselenin abartıldığı kanaatini taşıdığımdan ötürü “vegan şarap” benim için çok bir şey ifade etmiyor.
Ama burada “Kos’un üzümü” dedikleri birer kadeh “mavrithiko” içtik, yanında da keçi peyniri geldi.
Benim nazarımda güzel şarap, vegan şaraptan evla; Petra’nın mavrithiko’su da o güzeller arasında.
Denize girmek haricindeki zamanımızın büyücek bir kısmını bağlarda harcadığımız için uzoya fırsat kalmadı, sadece son akşam, ikinci kez gittiğimiz Oromedon’da söyledik.
Kardoulia, Kos’un kendi uzo markası.
Ben çok beğendim; biraz daha baharatlı bir tadı var.
Görüleceği üzere, Kos’ta denizden çok dağda ve bağda zaman geçirdik.

Yorum Yazın