Öcalan, iç cepheyi güçlendirmek için demokratikleşme ve barışın toplumsallaşmasını önerirken İktidar, ana muhalefet partisi CHP'yi etkisizleştirme siyasi operasyonlarına ve güvenlikçi politikalara abanma yolunda ilerlemeye çalışıyor.
Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihinde, yaklaşık 1200 İsraillinin hayatını kaybettiği, 250'den fazlasının rehin alındığı saldırısıyla yeniden alevlenen İsrail Filistin savaşı, çoktan bölgesel bir nitelik kazandı.
İsrail, bu süreçte emperyalistlerin Orta Doğu'daki stratejisini büyük ölçüde belirleyen güç olma özelliğini pekiştirdi. Aslında 7 Ekim saldırısı sonrasında İsrail dolaylı veya doğrudan İran ile savaşıyor.
Ankara, ABD-İsrail ortaklığı eksenindeki bu gidişatı kendisi için bekası risk olarak tanımlıyor.
Riski, Türkiye'nin Kürt sorununda izlediği güvenlikçi politikalar karşı, İsrail'in; ABD'nin ve kimi Avrupa ülkelerinin desteğiyle, çeşitli hak veya yönetim vaadiyle yanına alma olasılığının güçlü olması oluşturuyor.
Bu nedenle Ankara, İsrail'in Türkiye'yi de hedef alma olasılığını Gazze saldırıları sırasında sık sık gündeme getirdi.
İktidar, buna karşı iç cepheyi güçlendirmeyi, güvenlikçi perspektiften geliştirdiği politika ve uygulamalarla planlamış görünüyor.
İlerleyen günlerde “Terörsüz Türkiye” söylemiyle İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan'ın kapısının çalındığının anlaşılması ve İsrail'in Direniş Ekseni'ne büyük darbe vurması, konunun ciddiyetinin büyük ölçüde kavranılmasını sağladı.
“Terörsüz Türkiye” siyaseti, İsrail'in ABD destekli bu yönelimine karşı, PKK'yi İsrail'den ve ABD'den uzaklaştırmak, Ankara'ya yaklaştırmak için “iç cepheyi güçlendirme” siyaseti geliştirdi.
PKK lideri Abdullah Öcalan İç cepheyi güçlendirme siyasetinin bir gereği olarak 27 Şubat 2025 tarihinde “Demokrasi ve Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” yaparak PKK kendini feshi ve silah bırakma kararı alması sürecini başlattı.
Öcalan'ın son altı aydır çeşitli vesilelerle kamuoyuna yansıya görüşlerinde, İsrail ve ABD'nin Türkiye'yi rahatsız eden yaklaşım ve yönelimi konusunda iktidarla ortaklaştığı anlaşılmakta.
En son Abdullah Öcalan ile İmralı’da yapılan görüşmenin sosyal medyada paylaşılan ve taraflarca yalanlanmayan görüşme notlarında bu yaklaşım ve ortaklaşma hali çok açık görülüyor.
Öcalan sözünü edilen görüşme notlarında amaçlarının Cumhur İttifakına seçim kazandırmak olmadığını vurgulama gereği duyması ise dikkat çekici bir vurgu olsa gerek.
Hiç kuşkusuz Öcalan’ın bu politik ortaklaşma hali fazlasıyla tartışılmaya değer bir konu.
Kürt çevrelerinde eleştirel veya temkinli yaklaşanlar hayli fazla. Ancak sonuçları itibariyle Öcalan'ın “fesih ve silah bırakma” çağrısı Ankara için tarihi bir fırsat sunmaktadır.
Bu fırsatın realize olması, çağrının hayata geçirilme biçimi ve zamanıyla doğrudan ilişkilidir.
Bu konuda bir dizi sorun mevcut. Bunların başında, iktidarın iç cepheyi güçlendirmeyi sadece PKK ve Kürt siyasal hareketiyle ilişkiye indirgemesi geliyor.
Ankara'nın, PKK'nin silahları bırakılma ve örgütü feshi kararı sonrasında yaklaşan İsrail tehlikesini gören bir yerden kamusal sorumluluklarını yerine getirmekten imtina ediyor görüntüsü vermesi, sürecin gelişimini riske eden bir yaklaşım.
Ana muhalefet operasyonu ve iktidarın kritik hatası
Daha açıkçası ana muhalefeti, CHP'yi ve ilerici demokrasi güçlerini düşmanlaştırma siyaseti geliyor. CHP’ye yönelik operasyonlar iç cepheyi güçlendirmiyor, aksine zayıflatıyor.
Öcalan görüşme notlarında, CHP'li belediyelere yönelik operasyonları Gezi sürecindeki provokasyonlara benzetiyor. Gezi sürecini kriminalize edenlerin devlet bürokrasisini kontrol eden Fetullah Gülenciler olduğu gerçeğini hatırlatıyor.
Şimdi de iktidar aynı oyuna gelmiyorsa veya bu görüşleri benimsiyorsa, gereğini dün olduğu gibi bugün de yapmamasının izahı gerek.
Böylesine kritik bir süreçte ve bölgesel savaşın eşiğinde CHP'li belediyelere yönelik siyasi operasyonlar büyük bir hatadır. Yargı tacizlerine son verilmesi gerekiyor.
HDP ve DEM Parti belediyelerine üç dönemdir kayyım atamanın çok ötesinde, kısa zaman içinde siyasal, sosyal sonuçları olacak bir siyasal tasarruf.
Burada esas mesele iç cephenin nasıl, hangi yol ile güçlendirilmek istendiğiyle doğrudan bağlantılıdır.
Öcalan, iç cepheyi güçlendirmek için demokratikleşme ve barışın toplumsallaşmasını önerirken İktidar, ana muhalefet partisi CHP'yi etkisizleştirme siyasi operasyonlarına ve güvenlikçi politikalara abanma yolunda ilerlemeye çalışıyor.
Son on yıldır uygulanan politikalar nedeniyle aşırı derecede kutuplaşmış toplumu ve siyasetin bu durumu karşısında, Ankara'nın sadece Öcalan'ın iradesiyle iç cepheyi güçlendirmesi ve İsrail-ABD ikilisinin bölgede yaratabileceği olası riskleri üstlenebilmesi mümkün değil.
Salt güvenlikçi siyasetle ülkelerin iç cephelerini güçlendirmesi hiç bir yerde bu güne kadar kalıcı olmamıştır. Sorunların halının altına süpürülmesine benzer bir durumdur.
İsrail'in İran'a karşı başlattığı topyekûn taarruzu sonrası PKK ve bileşenlerinin ne yapacağı ve nasıl tutum takınacağı dikkatle izlenen ve merak edilen konuların başında geliyor. Başka bir ifadeyle Öcalan’ın İsrail- ABD karşıtı yaklaşımının sahada ne derece sahiplenildiği belli olacak.
Ankara'nın, PKK'nin silahları bırakılma ve örgütü feshi kararı sonrasında yaklaşan İsrail tehlikesini gören bir yerden kamusal sorumluluklarını yerine getirmekten imtina ediyor görüntüsü vermesi, sürecin gelişimini riske eden bir yaklaşım.
Bütün bunlar iç cepheyi güçlendirme siyasetinin ciddi handikapları. İsrail İran savaşı sonrası ülkenin güvenli limana ulaşması bu handikapları bertaraf eden, yeni bir toplum, yeni bir devlet ve rejimin demokratikleşmesi eksenli yeni bir siyaseti gerektiriyor.
Bu artık Türkiye için bir tercih değil zorunluluk. Ankara ise, bunun ciddiyetini kavramaktan hala uzak. Türkiye kendi güvenli limanlara ancak demokratik değerler, yasalara, hukuka bağlı bir yönetimle ulaşabilir. Hamasetle, böbürlenmekle, yalancı pehlivanlıkla ve ana muhalefet partisini şeytanlaştırarak değil.

Yorum Yazın