Bazı duygular vardır; bağırmaz, kapıyı tekmelemez, kendini ispatlamak için acele etmez. Sessizce bir köşeye çekilir ve zamanın olgunlaşmasını bekler. Psikoloji bunu “duygusal gecikme” ya da “duygusal regülasyon” gibi teknik terimlerle anlatır. Ama insan kalbinde bunun adı daha basittir: henüz değil.
Travma çalışmaları bize şunu söyler: Beyin, özellikle tehdit ve adaletsizlik yaşadığında, her gerçeği aynı anda işleyemez. Çünkü bazı gerçekler, erken ortaya çıktığında iyileştirmez; parçalar. Bu yüzden zihin, bir arşivci gibi davranır. Bazı dosyaları hemen açar, bazılarını ise “ileride” klasörüne koyar. Unuttuğumuz için değil. Hazır olmadığımız için.
Adalet duygusu da böyledir. Her adaletsizlik anında görünür olmak zorunda değildir. Hatta çoğu zaman, görünür olduğunda daha da yaralar. Psikolojide “gecikmiş anlamlandırma” denen bir süreç vardır: Kişi, yaşadığı haksızlığı ancak belli bir iç güç seviyesine ulaştığında gerçekten kavrayabilir. Çünkü adalet sadece bir sonuç değil, taşıyabilme kapasitesi ister.
Bazı duyguların erken konuşulması onları özgürleştirmez; susturur. Aceleyle dile gelen öfke, hakikati değil savunmayı doğurur. Erken gelen hesaplaşma, adalet değil kaos yaratır. Bu yüzden olgun duygular bekler. Kendini en çok hak ettiği anda, en doğru cümleyle ortaya koymak için.
Edebiyat bunu çoktan biliyordu. “Her şey vaktinde güzeldir” klişe bir teselli değil, derin bir insanlık bilgisidir. Yas tutulur ama hemen geçmez. Öfke hissedilir ama hemen yönlendirilmez. Adalet arzusu vardır ama bazen sessizce büyür. Çünkü bazı hakikatler bağırarak değil, yerini doldurarak gelir.
Bugün duygularımızın yavaşlığını zayıflık sanıyoruz. Oysa bazen beklemek, insanın kendine gösterdiği en büyük saygıdır. Her şeyin hemen görünür olması gerekmez. Bazı duygular, özellikle de adalet, doğru zamanda ortaya çıktığında sadece bir cevap olmaz; bir dengeye dönüşür.
Ve insan, en çok o zaman rahat nefes alır.
Çünkü bilir: Geciken şey duygu değil, hazırlıktır.




























Yorum Yazın