Bazen bir insan bir ülkeye değil, bir ülke bir insana dar gelir. Bazı figürler vardır ki haritaya sığmazlar; çünkü varlıkları artık yalnızca bir siyasi pozisyon değil, bir toplumsal hal, bir kolektif his, bir çağdır. Onları bir şehrin sınırlarıyla, bir partinin tabelasıyla, bir hukuki dosyayla sınırlamak mümkün olmaz. Tam da bu yüzden tehlikeli kabul edilirler. Çünkü iktidar için en zor yönetilen şey, düşman değil; sınırı aşan figürdür. Haritaya sığmayan, kontrol edilemez olandır.
Bir ülke normalde siyaseti ölçer, tartar, sınıflandırır; sandıkta sayar, mecliste böler, ekranda tartışır. Ama bazı figürler vardır ki bu ölçü cetvellerini bozar. Onlar artık yalnızca bir muhalif değildir; bir ideolojiden, bir örgütten, bir partiden çıkar ve toplumsal bir karşılığa dönüşür. İşte o noktada iktidarın dili değişir. Artık tartışmaz, daraltır. Artık ikna etmez, sınırlar. Çünkü iktidar en çok, kendisine sığmayan taşmalardan korkar.
Haritaya sığmamak, fiziksel bir büyüklük değildir; sembolik bir taşkınlıktır. Bir insan haritaya sığmaz hale geldiğinde, artık yalnızca bir şehirde değil, her şehirde konuşuluyordur. Bir meydanda görünmese bile, bütün meydanlarda hissediliyordur. Bir ekranda yer verilmese bile, bütün ekranların arkasında dolaşıyordur. Mekân, onu zapt edemez hale gelir. Bu yüzden iktidar, önce mekânı kapatır. Meydanları daraltır, salonları iptal eder, yolları keser, kalabalıkları dağıtır. Çünkü bilir ki figürü yok etmek zordur, ama onu mekânsızlaştırmak mümkündür.
Modern siyaset tam da burada devreye girer. Eskiden haritaya sığmayan figür idam edilirdi, zindana atılırdı, fiziksel olarak yok edilirdi. Bugün çok daha sofistike bir yöntem kullanılır: Görünmezleştirme. Figür hâlâ hayattadır, konuşuyordur, düşünüyordur; ama ona ayrılan mekân sıfırlanır. Ekrandan silinir, gündemden düşürülür, şehirden kovulur, ülkenin içindeyken bile ülkenin dışına itilmiş gibi yaşatılır. Bu çağın sürgünü artık bedene değil, mekâna yapılır.
Haritaya sığmayan figürün başına gelen tam olarak budur: Önce meydandan çıkarılır, sonra salondan atılır, sonra sokaktan uzaklaştırılır, sonra şehirle bağı koparılır. En sonunda ülkenin içinde bile “fazlalık” gibi hissettirilir. Çünkü iktidar için asıl tehdit, karşısında duran biri değil; her yerde dolaşabilen bir anlamdır. Anlam haritaya sığmaz. Anlam tel örgü tanımaz. Anlam sınır kapılarında durdurulamaz.
Bazen bu figürler için “ülkeye sığmıyor” denir. Bu cümle, masum görünür ama derin bir itiraftır. Aslında söylenen şudur: “Bu ülkenin kurulu düzeni, bu insanın taşıdığı anlamı kaldıramıyor.” Yani sorun figürde değil, haritanın kendisindedir. Çünkü harita yalnızca toprakları değil, iktidarın tahayyülünü de gösterir. O tahayyül daraldıkça, bazı insanlar doğal olarak dışarı taşar.
Haritaya sığmayan figürler çoğu zaman iki kaderden birini yaşar: Ya fiziksel olarak ülkenin dışına itilirler ya da ülkenin içinde siyasi olarak sürgün edilirler. Bu ikinci sürgün daha sessiz ama daha derindir. İnsan memleketindedir ama kendi memleketine yabancılaştırılmıştır. Konuşur ama duyurulmaz. Görünür ama gösterilmez. Vardır ama kabul edilmez. Bu, modern iktidarın en rafine dışlama biçimidir: Var olmasına izin vererek yok etmek.
Bu figürlerin büyüklüğü tam da buradan gelir. Onlar iktidarla kavga ettikleri için değil, onu aştıkları için tehdit sayılır. Bir noktadan sonra artık ne söyledikleri değil, varlıklarının kendisi siyasallaşır. Bir cümle kurmasalar bile anlam üretirler. Bir meydanda görünmeseler bile kalabalık oluştururlar. Bir afişte yer almasalar bile slogan olur, duvar yazısı olur, fısıltı olur, hafıza olur. Haritaya sığmamak tam olarak budur: Yokken bile var olmak.
İktidarların en büyük krizi burada başlar. Çünkü klasik düşmanla mücadele edilir, ama taşkın figürle baş edilemez. Onu susturdukça büyür, sıkıştırdıkça yayılır, daralttıkça çoğalır. Bu yüzden iktidar, bir süre sonra şu tuzağa düşer: Figürü haritadan silmek isterken, aslında onu haritanın tamamına yayar. Bir şehirden kovulan, bütün şehirlere dağılır. Bir ekrandan silinen, bütün ekranların arkasına yerleşir. Bir ülkeden dışlanmak istenen, ülkenin vicdanına yerleşir.
Haritaya sığmayan figürler bu yüzden iktidar için bir güvenlik meselesi değil, bir anlam meselesidir. Güçle baş edilebilecek şeyler vardır, ama anlam güçle yenilmez. Anlam ancak bastırılır; bastırıldıkça başka yerlerden sızar. Haritaya sığmayan figürler de tam olarak böyle yaşar: Baskının en yoğun olduğu yerde bile, en görünmez aralıktan kendine yol bulur.
Ve sonunda şu gerçek ortaya çıkar: Bir ülkenin bazı insanları “taşıyamaması”, o insanların ağırlığından değil, haritanın küçüklüğündendir. Harita daraldıkça, insanlar büyür. İktidar küçüldükçe, figürler taşar. Çünkü bazı insanlar bir sınırı değil, bir eşiği temsil eder. Eşikler geçilir; sınırlar ise yalnızca korkunun cetvelidir.
Haritaya sığmayan figürler, eninde sonunda şunu hatırlatır: Toprak sabittir, ama anlam yürür. Haritalar çizilir, silinir, yeniden çizilir; fakat toplumsal hafıza çizgi tanımaz. İktidar bir insanı haritanın dışına itmeye çalıştığında, aslında onu tarihin tam ortasına yerleştirir. Ve bazen bir insanın bir ülkeye sığmaması, o ülkenin kendine sığmadığının en açık kanıtı olur.




























Yorum Yazın