Gündelik hayatta şahit olduğumuz şiddetin yaşadığımız toplumların çözülmesinin değil de kurulmasının bir işareti olduğunu anlarsak iyi ederiz. Toplumlarımız, gözümüzü kapattığımız için değil, baksak bile göremeyeceğimiz kurucu bir şiddetin etrafında oluşmuştur. Bunun adı da nesnel şiddet, yani kurucu eşitsizliktir.
Bugünlerde dünyanın dört bir yanından orman yangını haberleri geliyor, Türkiye’de de orman yangınları ben bu satırları yazarken devam ediyordu. Türkiye’deki devlet otoritesinin orman yangınlarına karşı önlem almakta yetersiz kaldığı, hatta gönülsüz olduğu iddia ediliyor. Yanan orman arazilerini yapılaşma ve turizme açmak gibi bir hedeflerinin olduğu pek çok kişi tarafından dile getiriliyor. Genel olarak canlılara ve yaşama karşı olan bu şiddeti nasıl anlamak gerekiyor?
Şiddet sadece insandan insana karşı uygulanmıyor, insan tarafından doğa üzerinde de ciddi bir şiddet uygulandığını biliyoruz. Hatta uzun süreler boyunca doğanın bu sömürgeleştirilmesi hali “ilerleme”nin ölçütü olarak sunulmaktaydı. Doğanın şiddetinin, hayvanların, kasırgaların, sellerin, depremlerin, salgın hastalıkların yarattığı yıkıcılığın, karşı bir şiddet kullanılarak kontrol altına alınması medenileşmenin kanıtı olarak görülüyordu. Nehirleri ıslah etmek, kentlere yakın yaşayan vahşi hayvanları öldürmek, depreme dayanıklı evler inşa etmek hemen hiç kimsenin karşı çıkmadığı ilerleme işaretleriydi.
Aslında bütün bunların iki yönü olduğu, insanların bir tür “hümanizm” adına, maddi dünyayı kendileri için manipüle etmelerinin hem yıkıcı hem de gerekli olduğunu söylemek yanlış olmaz. İnsanların diğer insanlara uyguladığı politik şiddetin aldığı çeşitli biçimler bundan kesin hatlarla ayrı tutulmalıdır, nitekim çok uzun süreler boyunca öteki addedilen insanlar üzerinde uygulanan politik şiddet de hoşgörüyle karşılandı; sonuçta bu da, bir tür medenileşme projesi olarak görülüyordu.
Bir “ırk”ın diğer bir “ırk” karşısındaki üstünlüğü tartışılmaz bir veri olarak kabul edildiği için, bunun düşüncemize ne kadar sirayet ettiğinin anlaşılması bile zordur. Üstüne üstlük, Todd McGowan’ın Irkçı Fantazi kitabında belirttiği gibi, ırkçılık sadece ırkçı politika ve uygulamalardan oluşmaz, bunu destekleyen bilinçdışı bir fantazi olmazsa ayakta kalması bile mümkün değildir. Buradan yola çıkarak, diğer mevzulara bir genişletme yaptığımızda, “ilerlemeci”, “modernleşmeci” ve finansallaşmaya dayalı ekonomi modellerini sorgulamadan, şiddetin kendisini yalıtılmış, neredeyse doğal bir olgu gibi kavramamız sakıncalı görünmekte. Ya da bunu sadece mevcut politik konjonktürün bir belirleyicisi veya sonucu gibi ele almakta kuşkusuz yetersiz kalacaktır.
Ormanların yanmasının pek çok nedeni olabilir, bunlar arasında ilk sırayı dünyanın bir bütün olarak ısınması teşkil ediyor. İnsan eliyle oluşturulan, adına antroposen de denilen, çağımız, ilk kez insanın ve insan emeğinin nelere muktedir olduğunu göstermesi açısından çarpıcı sonuçlar sergiliyor. Neden olmasın? Aynı insan emeği, tersi bir amaç için de kullanılabilir ve bu aslında bir günde bile olabilecek bir geçiş.
Şiddetin kendisini, kendi içinde bir sorun olarak ele almaktansa, onu sınıflandırmak için iki farklı türünü ayırt etmek iyi bir başlangıç olabilir. Birincisi, her gün şahit olduğumuz, gündelik hayatın içindeki şiddettir; bu şiddet türü hemen her zaman saldırganlığa dönüşerek eyleme konur ve bize dehşet salarak nasıl bir toplumda yaşadığımızı sorgulatır. Bunun suçlusunu bulmak istediğimizde en kolay hedefe yönelerek, sorunun ana kısmını gözden kaçırabiliriz; suçlu çoğu zaman en kırılgan gruplara mensup kişilerdir, ki bu çoğu durumda doğru da olabilir. Toplumun ekonomik ve toplumsal olarak daha kırılgan kesimleri, tarihin başından beri suça daha eğilimli olmuştur, ama bu bir neden değil, bir sonuçtur sadece. Hayatın sertliği bize daha fazla sunuldukça, kendimizi güvencesiz ve açıkta hissetme hissimiz artar ve ayrıca sahip olduğumuz kimliği tanımlayan öğeler çözünmeye başlar. Aynı suyun içinde tuzun çözünmesi gibi.
Nesnel şiddet, ne gündelik şiddettir, ne bir devletin uyguladığı şiddettir ne de buna benzer bir şey. Nesnel şiddet, toplumu kuran eşitsizliklerin kurumsal, kalıcı ve alternatifsiz olmasıdır.
Bu durumda, kimlik hissinin bu kırılganlığı, gündelik hayatın kendisini şiddetle örülmüş politik bir gerilimin içine doğru adım adım sürükler. Aslında, ne kadar çelişkili görünse de, kapitalizmin en temel başarılarından biri, gündelik hayatın içindeki şiddeti çok büyük oranda ortadan kaldırmış olmasıdır. Uzun Orta Çağ boyunca insanlar ertesi güne canlı kalıp kalamayacaklarını bilemiyorlardı; salgınlar, cinayetler, hırsızlık, keyfi uygulamalar o kadar yoğundu ki canınızın bir garantisi yoktu.
Kapitalizm bu şiddet ortamının yerine, en azından görünürde, eşitliği sağlayan yasayı koymuştur, böylece insanlar kendilerini biraz olsun güvende hissedebileceklerdi. Burjuva hukukunun şemsiyesi en çok mülkiyet hakkını koruma altına alsa da, diğerleri için de önemli gelişmeler kaydetmişti. Öznel şiddet yok olmasa bile azalsa da, şiddetin diğer türü, yani nesnel şiddet hiçbir zaman azalmadı. Nesnel şiddet, ne gündelik şiddettir, ne bir devletin uyguladığı şiddettir ne de buna benzer bir şey. Nesnel şiddet, toplumu kuran eşitsizliklerin kurumsal, kalıcı ve alternatifsiz olmasıdır. Bu her zaman saldırganlığa dönüşmek zorunda da değildir, örneğin hiç kimse paranızı bankaya yatırmanız için sizi zorlamayacaktır muhtemelen ama çalışmazsanız sokağa düşebilirsiniz.
Ve muhtemelen çocuklarınıza hiçbir şey miras bırakamayacağınız gerçeği, sokaktaki birkaç yumruktan daha ağır bir şiddettir. Sonuçta meseleyi öznel lenslerle görmek, meselenin kendisini yanlış algılamamıza yol açar, sanki bu öznel şiddeti çeşitli adli, hukuki, yasal vs. tedbirlerle kontrol altına alırsak sorunu çözeceğimiz yanılsamasını yaratır bizde. Nesnel şiddet ile Achille Mbembe’nin sözünü ettiği nekropolitika arasında zorunlu paralellikler kurulabilir; Mbembe, haklı olarak yaşamın ve ölümün politik tahakkümün temel uygulama alanı olduğunu öne sürdüğünde, nesnel şiddetin bir yönünü vurgulamaktadır.
Gündelik hayatta şahit olduğumuz şiddetin yaşadığımız toplumların çözülmesinin değil de kurulmasının bir işareti olduğunu anlarsak iyi ederiz. Toplumlarımız, gözümüzü kapattığımız için değil, baksak bile göremeyeceğimiz kurucu bir şiddetin etrafında oluşmuştur. Bunun adı da nesnel şiddet, yani kurucu eşitsizliktir.

Yorum Yazın