Toplumsal fay kırıklıklarının arttığı, çatışmaların körüklendiği bir yıldı 1978.
Kahramanmaraş Katliamı da o sene oldu.
Ondan önce Sivas’ta, Alevilerin yoğun olarak yaşadığı Ali Baba mahallesinde bir katliam provası yapılmış; ondan fazla kişi öldürülmüş, yüzlerce insan yaralanmıştı.
Üzerinden 47 yıl geçtiği halde hala karanlık noktaları bulunan Kahramanmaraş katliamı ise 12 Eylül darbesine giden yolun en önemli kilometre taşı olarak aydınlatılmayı bekliyor.
Bir hafta süren ve yüzlerce insanın katledilmesine, binlercesinin yaralanmasına ve yerini yurdunu terk etmesine neden olan bu karanlık olayın tahrikçilerinin “dış güçler” olduğunu tarih yazıyor.
Kimlerin bu tahriklere kapılıp, komşularını katlettiğini de…
Hâlbuki güzel bir coğrafya burası; insanı da öyle! Burada bırakın insanları; kurdun, kuşun, ağacın, çiçeğin dahi bir hatırı vardır.
Fuzuli, bu topraklar ve insanı için Anadolulu dedik ya, mesele anlaşılıyor... Yani, tamamı inceliklerden haberdardılar ve her konuda gerçek bilgiye ulaşmış insanlardı.”
Bozmak istedikleri işte bu coğrafya; düşman etmek istedikleri işte bu kardeş iklimidir. 12 Eylül darbesine giden yolun taşını “dış güçler” ve onların buradaki “işbirlikçileri” döşemişlerdi.
“Kimdi bunlar?” sorusunun yanıtı, darbenin sonucunda siyasal aktör haline getirilenlere bakılarak verilebilir.
Sık sık, “tespit etmenin yetmediğini; değiştirmenin gerektiğini” yazarım.
MEMLEKETİN HALİ NASIL MI?
Bu nedenle hatırlatmak isterim, Melih Cevdet Anday’ın “Telgrafhane” şiirindeki şu dizeleri:
Düzelmeden memleketin hali,
düzelmeden dünyanın hali,
gözüne uyku girmez ki…”
Girmesin zaten!
Ne mi var memleketin halinde?
Hak eşitliği yok mesela; adalet bir türlü tesis edilemiyor. Bugünlerde revaçta olduğu için yeniden hatırlatmak istiyorum; asgari ücret ve emekli zammı kuş kadar ama enflasyon gerçek bir canavara dönüşmüş durumda. Tarihin derinliğinden gelen, “emeğin hakkını alın teri kurumadan veriniz” sözünü unutturdular bize.
Bin yıllık bir geleneğin ifadesi olan kadınların, çocukların, yaşlıların, engellilerin şemsiyesi olması gereken kamusal gelenek, ipin ucunu bırakmış. Kimsesiz ne kadar gariban varsa “öte dünya” ile korkutup, onları sömürerek üst üste yığdıkları “dünya malını” çoğaltmak için “menzil” alanlar ile aynı çağı yaşamanın utancı sarıp sarmalamış her yanı…
Garip – gurabaya kapısını açan, biriktirdiği dünya malı, edindiği konum ne olursa olsun herkesi “insan” sözüyle eşitleyen ve bundan ötürü herkese aynı nazarla bakılmasını salık veren Yunus Emre, Ahi Evran ve Hacı Bektaş Veli gibi bu toprakların gönül sultanlarının eşitlikçi bakış açıları ise unutturulmuş.
Çekip çevirenlerin, yönetip yönlendirenlerin, “dilsiz şeytan” gibi “lal olmuş” halleri vicdanımızı sızlatır; gerçeği gördüğü halde nasıl olur da bu kadar çarpıtabileceklerine anlam vermekte zorlanır hale gelmiştik. Meğer dilimize “fuhuşturucu” şeklinde yeni bir terim kazandırmak için fuhuş ve uyuşturucu alemleri aracılığıyla “dilsiz şeytan” oluvermişler.
Yakıcı sorunlarımızı konuşmak için türlü tevir gösteriler eşliğinde ve “en olmaz aktörlerin”, en olmaz aktörlere “kurucu” sıfatını layık gördüğü binbir gürültü eşliğinde TBMM’de oluşturulan “komisyon” dahil, “memleketin çivisi”ni çıkarma maksadıyla kullanılmak isteyenlerin hüküm sürdüğü günlerin tanığıyız.
Konut edinme hakkı, fiilen ortadan kalkmış; üzerinde fırsat eşitliğini konuşacak bir eğitim sistemi kalmamış; temiz su hakkı, rahat ulaşım hakkı, insanın evine ekmek götürebilme hakkı dahil en temel insani haklar dahi mumla aranır olmuş.
Düşünce, ifade, inanç ve basın özgürlüğü, zaten hak getire…
Anlaşılacağı üzere memleketimiz, “ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz, çırılçıplak” hale getirilmiş durumdadır. İnsanımız, takatsiz bırakılmış; umutlarımız karartılmak istenmiş de olabilir.
NE YAPMALI Kİ MEMLEKET CENNET OLSUN?
Kim mi yapmış?
Kahramanmaraş’ta katliamı yaptıran “dış güçler”in uzantıları elbette…
Ama değil mi “kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” dizeleri, bu topraklarda can buldu. O halde yeniden hatırlama zamanıdır.
Neyi mi?
Ahmed Arif’in şu dizelerini:
“Yiğitlik, sen cehennem olsan bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.”
Nasıl mı yapacağız?
Öncelikle zihnimizi işgal etmiş örümcek ağlarını temizleyeceğiz. Bu temizliğe aracılık edecek bir biçimde de örgütleneceğiz.
Ev, ev; kapı, kapı; sokak, sokak; semt, semt…
Kimsesize kucak açarak, muhtacın kapısını çalarak, geleceğini arayan gence yol göstererek, geçmişini arayan yaşlının elinden tutarak, dili bağlananın dilini çözerek, yolunu yitirene rehber olarak…
Kendilerine teslim ettiğimiz kamunun gücünü kamuya karşı kullananların karşısında durarak; kamu görevlisinin esas işinin kamunun hizmetkârı olduğunu toplumsal bilinçlerde açığa çıkartarak…
Kral çıplak diyerek...
Çıkmış çivisini yerine koyana, taşıyıcı kolonları sağlamlaştırana dek; “güzel ve yalnız ülkem”in, bayram yerine dönüşeceği vakte kadar uyku yok bize…




























Yorum Yazın