Bahçemde bir elma, bir de ayva ağacı var; yan komşuda da vişne ve kiraz. Sıcağı görünce hemen açtılar bu yıl. Ne yazık ki soğuğu hesap etmemişlerdi; tıpkı bizim 12 Eylül darbesini hesap edemediğimiz gibi…
Soğuk bu; gözyaşlarına bakmadı çiçeklerin; üşütüp döktü hepsini. Ağaçlar çiçeksiz kalınca biz de meyvesiz kaldık. Toplumun büyük bölümü, yaz boyu hiçbir meyveye ulaşamadı; ulaşanlar, üç sıfırlı rakamlarla ödedi bedelini…
Bütün ödemelerin bir bedeli var; 12 Eylül darbesinin de bir bedeli oldu bu topluma. Pentagon’un “bizim çocuklar yaptı” dedikleri 12 Eylül darbesinin üzerinden 45 yıl geçmiş. Aralarında mahalleden arkadaşım Necdet Adalı gibi pek çok genç, hayatının baharında darağacına çıkartıldı. Yüzlercesi sokak ortasında infaz edildi; yüzbinlerce insan işkenceden geçirildi ve bir kuşak, tamamen yok edildi.
Benim 11 yılıma mal oldu, örneğin. Gözaltına aldıklarında 19’umda, “tertemiz” olduğuma kanaat getirdiklerinde 30’undaydım. O günkü ömrümün üçte birini çalmışlardı benden.
Ne için?
Türkiye’yi emperyalizmin peyki haline getirmek için…
Diyor ya Ahmed Arif:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
fedayı kabul etmektir,
cennet yapabilmek için seni,
yoksul ve namuslu halka.”
FEDA OLSUN ELBETTE…
Biz de öyle yaptık; feda olsun.
Ve fakat tek taraflı bir süreç değil bu ve bizim özverimizin sınırlarını aşan bir plan uygulandı. Türkiye’nin geleceksiz bırakılması ve siyasal İslamcı iklimin egemen kılınması bu planın sonucudur.
Planın başlangıcını Erzurum ve Sivas kongrelerine kadar götürebiliriz. Mandacılığa karşı yükselen bağımsızlık seslerinin sonucudur Cumhuriyet. Bununla birlikte kapıdan kovulanlar, bacadan girerek, Cumhuriyet fikrini iğdiş etmek içi her yolu denemişlerdi. DP iktidarıyla demokrasiye açıldığı sanılan kapı, Cumhuriyetin demokrasiyle buluşmasının en büyük engeline dönüşmesi, bu denemelerin sonucudur.
Israrla ve inatla yeşertilen bağımsızlık ve demokrasi Türkiye’si, 60’ların sonunda 6. Filo ile simgeleşen bir biçimde yeniden kurutulmak istendi. Gençliğimizin bağımsızlık bayrağını göndere çekmesini takiben Amerikan askerleri denize dökülürken, samimi Müslümanları utandıracak şekilde 6. Filoyu kıble yaparak namaza duranların takipçileridir bugün iktidarda olanlar.
Devrimci gençliğin simge isimleri Harun Karadeniz ölüme terkedilirken de, 2. Kurtuluş savaşının yılmaz yolcusu Deniz Gezmiş darağacına çıkartılırken de, 70-80 arası gençliğimize tuzak kurulurken de tek bir hedefi vardı, küresel güçlerin… O hedef, Türkiye’yi peyke dönüştürmekti ve bu amaçlarını en kolay bir biçimde siyasal İslamcılarla yapabilirlerdi. Bizi kıranların, “yeşil kuşak”ı özenle büyütmesi bundandı.
İşte böyle bir ortamda gerçekleştirildi 12 Eylül darbesi… Bir karabasandı o günler.
Atlattık mı?
Bir kısmını dağıttık.
Sonuçları itibariyle hala sürüyor.
12 Eylül, bu ülkenin geleceğine yapılmış en şiddetli saldırıdır. O saldırı, hem fiziki şiddeti hem de ideolojik şiddeti içeriyordu. Fiziki şiddetin karşısında boyun eğmedi bu ülkenin vicdanları…
DAHA DA KIRILIRIZ AMA…
Kimi darağacına çıktı, Necdet Adalı gibi; kimi işkencede ser verdi, sır vermedi. Yaşadığımız yenilgi, fiziksel olmanın ötesindedir. 12 Eylül darbecileri, esas olarak, toplumun zihnini esir aldı. İdeolojik olarak kuşatıp, “her koyun kendi bacağından asılır” saçma sapan sözünü zihinlere şırınga etti.
Bu zihinsel kuşatma, dayanışma kültürünü, ötekini, aç ve açıkta kalanı, yoksulu dışlamak üzerine kurgulanmıştı ve süreç gösteriyor ki 12 Eylül zihniyeti, az zamanda çok yol almış. Bugünkü iktidar da, bu sürecin ürünüdür.
Yıllardır akıntıya karşı kürek çekerek, gerçeği, yalnızca gerçeği dile getirerek, zihinlere kurulmuş bu barikatı aşmak için çabalıyoruz.
Ablukayı dağıtabilmek ve güzel bir gelecek inşa etmek için almamız gereken daha çok yol olduğu anlaşılıyor.
O yolun en kritik aşaması, 12 Eylül darbesiyle birlikte oluşturulan ideolojik hegemonyanın kırılması ve içinde vicdanın, adaletin, liyakatin ve tarih bilincinin olduğu yeni bir ideolojik hattın örülmesidir.
Görüyor ve duyuyoruz; dün Aydın’da, önceki gün Beykoz’da, dün Seydişehir’de yarın bilmem hangi merkezde, halkın haklı duygularını attığı sandıktan çıkanlar, gördükleri zor karşısında taraf değiştirmekten utanmıyorlar.
Kişisel bir utanmazlığın ötesidir bu!
Tamamen 12 Eylül ablukasının yol açtığı ideolojik yenilginin ve de yanılgının sonucudur bu yaşadıklarımız.
Normal koşullarda insan içine çıkamaz durumda olmaları gereken tiplerin, bugüne kadar, “gemisini yürüten kaptan” görünümüyle pohpohlandıklarını biliyoruz.
Güya halka hizmet edeceklermiş; halka hizmet, yalnızca iktidardan gelecek paralarla olmadığını öğrenmeleri için yepyeni bir dil, yepyeni bir duruş ve söylem oluşturmanın zamanıdır.
Utanma duygusunun yok olduğu bu zihinsel kuşatmayı yarıp, karşısına, insanlığın evrensel birikimini rehber edinen bütünlüklü bir cephe ile çıkılması elzemdir. Elbette o tortunun kirlettiği toplumsal zihinsel haritamızı temize çekerek, kişisel ikballerimiz için toplumsal çıkarlarımızı heba etmeden.
Devrimci bir ruhla yani!
12 Eylül darbesini, bütün sonuçlarıyla böyle yenebiliriz.
Ne demişti Cemal Süreya?
“Biz kırıldık daha da kırılırız
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”
Yalnız “suçsuzluğumuza” mı?
Yunus Emre gibi alçak gönüllülük ile yoğrulmuş bu coğrafyaya, Hacı Bektaş Veli ile hemhal olmuş bu güzelim insanlara da kimse dokunamaz.
Nasıl mı?
Ahi Evran’dan Deniz Gezmiş’e uzanan bayraklaşmış direniş ruhunu, Bedreddin’den Sinan Cemgil’e uzanan ortak yaşam kültürünü ve Mustafa Kemal ile simgeleşmiş azim ve kararlılığı sahiplenebilirsek… Çünkü kazananlar, mücadeleden asla vazgeçmeyenlerdir.

Yorum Yazın