Dün yapılan İstanbul Olağanüstü İl Kongresi sırasında yaşanan “yargı krizini” nasıl okumalıyız?
Mahkemelerin keyfiliği mi, iktidara yakın olduğunu gösterme gayreti mi, yoksa alt mahkemenin üst mahkemeye meydan okuması mı?
Çoğaltabileceğimiz bu sorulara, hangi cevabı verirsek verelim; bu cevab/lar/ın özeti, bu yargı krizinin kaynağının “iktidar” olduğu algısının varlığıdır.
Bu böyle olmasa da, mevcut siyasi iklim nedeniyle toplumun büyük kısmı için böyledir.
***
Oysa yargı kaynaklı bu tür siyasi krizlerin en büyük mağduru Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP olmadı mı?
Sadece Erdoğan ve AKP değil, AKP’nin öncüsü olan muhafazakâr kültürel kimlikleriyle siyaset yapan partiler de bu yargı anlayışının kurbanı oldu. AYM kararları ile partileri kapandı, lider ve yöneticilere siyasi yasaklar kondu.
MSP’den MNP’ye RP’den FP’ne partileri kapandı, Erbakan’dan Kutan ve Erdoğan’a siyasi yasak kondu.
Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İBB Başkanı iken okuduğu şiir yüzünden aldığı hapis ve siyasi yasak nedeniyle Radikal, “muhtar bile olamayacak”; Hüriyet, “Siyasi hayatı bitebilir” manşeti atılmıştı.
Şimdi geriye çekilip şu soruyu soralım; Bütün bu dönemde yargı hangi saiklerle hareket etti?
Bunun bir cevabı var; “Devlet”i korumak
Birileri bir yerlerde “Devlet” adına neyin iyi, neyin kötü; kimin makbul, kimin makbul olmadığına karar veriyor ve devletin ideolojik aygıtları da buna göre kararlar alıp uyguluyorlardı.
Bu anlayışa göre; -Kürt etnik kimliği ile siyaset yapmak isteyen partiler ile birlikte- muhafazakâr kültürel kimlikleri ile siyaset yapan partiler, devletin yasaklı çocukları idi.
Yasaklı oldukları için sakıncalıydılar ve seçmenden oy alsalar bile iktidar olmaya hakları yoktu.
28 Şubat süreci, bu anlayışın pratiği idi.
Burada bir parantez açarak 28 Şubat süreci konusunda geçtiğimiz gün YouTube yayınında -ki o dönem yeni kurulmuş olana Radikal Gazetesi’nde idi- Deniz Zeyrek’in; 28 Şubat’ın (1997) aynı zamanda 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen trafik kazası ile ortaya çıkan siyaset-mafya-devlet ilişkilerinin toplumsal taleplere rağmen ortaya çıkmamasının aracı olarak da kullanıldığı haklı tespitini hatırlatmak isterim.
Tabi o dönem RP lideri Erbakan’ın, Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan talepleri, “Aydınlık için Yurttaş Girişimi’nin” öncülüğünde tüm Türkiye’de hergün saat 21.00 yapılan 1 dakikalık ışık açma, kapama eylemi için sarf ettiği talihsiz “glu glu dansı yapıyorlar” sözünü unutmayalım.
Toplumdan gelen bu tepkiler, RP’nin hükümet ortağı olduğu iktidarının devamını sağlayacak bir siyasal meşruiyet arayışı iken; Erbakan devletçi bir refleksle, toplumdan gelen talepleri küçümsedi ve kaybetti.
Sonuç olarak 28 Şubat, devletin yasaklı çocuğu RP’nin iktidardan düşürülmesi ve partinin de kapatılması ile sonuçlandı. Ki onun yerine kurulan FP de benzer gerekçelerle AYM tarafından kapatıldı.
***
Sonuçta 14 Ağustos 2001’de kurulan AKP, 22 Temmuz 2002’de Bahçeli’nin çağrısıyla gidilen erken seçimde 3 Kasım 2002’de yüzde 34.3 oyla yüzde 66.5 Meclis çoğunluğunu kazandı.
Ancak partinin genel başkanı Erdoğan siyasi yasaklı idi. Ve yasak Baykal’ın gösterdiği siyasi irade ile kaldırıldı ve yapılan ara seçim ile Erdoğan, milletvekili seçilerek Meclise girdi ve başbakan oldu.
Evet, 1999 yılında alınan yargı kararıyla, “muhtar birer olamaz” kararı ortadan kalkmış ve Erdoğan Başbakan olmuştur.
Özetle bütün bu süreçte de yargı yani mahkemeler, kendince devleti koruma adına hareket etti.
Peki sonuç?
Sonuç, toplumsal talepler yani sosyoloji galip geldi.
***
Garip olan ise geçmişte devletin ideolojik aygıtı olarak yargının mağduru olmuş Erdoğan ve AKP, aynı anlayışla yargının ana muhalefete karşı başlattığı “siyasi felç operasyonun” karşısında neden sessiz kalır?
Yargının siyasetin alanının daraltmasına neden siyaseten itirazı olmaz?
İşine geldiği için mi?
İktidar olma halini yargı eliyle koruyacağını düşündüğü için mi?
Muhtemelen hepsi için.
Son yıllarda yeni alınan hakim ve savcıların kültürel kimliklerini, iktidar partileri ile olan siyasi aidiyetlerini vs düşündüğünüzde; karşımızda siyasi ve ideolojik iktidara yakın bir yargı olduğunu görüyoruz.
Ama bu haliyle yargının, en büyük zararı hem iktidara verdiğini, en başta iktidarın görmesi gerekiyor.

Yorum Yazın