© Yeni Arayış

Yüzde 50’den fazlasının dışlayarak iç cephe tahkim edilebilir mi?

Daha önce değindiğim üzere CHP, devletin yeni yasaklı çocuğu ilan ediliyor.  

Bahçeli’nin terörsüz Türkiye önerisi bir anlamda Cumhuriyetin yeniden inşa önerisidir. Bu yeniden inşanın asgari demokratik koşullular sağlanmadan sağlanması da mümkün görünmüyor. Kısa vadede eğer İsrail bir dış tehdit olarak algılanıp iç cephe güçlendirilmek isteniyorsa, bunun da yol yine asgari demokratikleşme ve toplumsal kutuplaşma halinin iyileştirilmesidir. Sonuçta kendi toplumunun yüzde 50’sinden fazlasıyla kavga eden bir iktidarın dışarıya karşı güçlü olma imkanı da yoktur.

Eğer İsrail bir dış tehdit olarak algılanıp iç cephe güçlendirilmek isteniyorsa, bunun da yol yine asgari demokratikleşme ve toplumsal kutuplaşma halinin iyileştirilmesidir.

Sonuçta kendi toplumunun yüzde 50’sinden fazlasıyla kavga eden bir iktidarın dışarıya karşı güçlü olma imkanı da yoktur.

İsrail’in İran’a yönelik başlattığı saldırı siyasette yeniden “iç cephe” tartışmasını yeniden gündeme geldi.

Ekrem İmamoğlu’ndan Selahattin Demirtaş’a pek çok siyasetçi iç cephe güçlendirilmesi bağlamında yapılması gerekenleri değerlendirdiler.

Bunlara geçmeden önce iç cephenin iktidar için ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlamakta yarar var.

Bunun için eski yazımdan uzun bir alıntı yapacağım.

“Yerli ve Milli muhalefet hedefi ‘iç cephe’ ile gerçekleştirilmek istiyor” başlıklı yazımda;

“AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kavramı ilk ne zaman kullandı?

Dahası ne anlama geliyor bu iç cephe?

Bunu anlamak için yakın tarihe gidelim.

Erdoğan’ın bu kavramı en duyulur biçimde ilk defa 10 Eylül’deki Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda kullandı.

O toplantıda İsrail’in izlediği savaş politikasını eleştirdikten sonra bölgede istikrarını koruyan, birlik ve beraberliğini muhafaza eden, ekonomide, turizmde, savunma sanayisinde, dış politikada, ticarette, güvenlikte atılım halinde olan yegane ülkenin Türkiye olduğunu ifade ettikten sonra; bunu bozmaya, dinamitlemeye, riske atmaya kimsenin hakkı olmadığını belirterek, “İç cephemizin güçlü tutulması noktasında hepimize, tüm siyasi aktörlere görevler düşmektedir. Sorumlu siyaset anlayışına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz. Dikkat edin sorumlu siyaset diyorum, sorunlu siyaset değil. İşte AK Parti kadroları bunun ta kendisidir.” diye konuştu.

Yine BM Zirvesi için gittiği ABD’de 25 Eylül’de verdiği röportajda Erdoğan’dan iç cephe vurgusunu açması istenince; “İç cephe bizi biz yapan değerlerdir. … Biz aynı şeye sevinme, bunun yanında aynı şeye üzülme, aynı şiirde duygulanma, aynı marşta göğsümüzün kabarabilmesi halini hep birlikte yaşamalıyız. Bütün bunlarla beraber iç cephe hedeflerimiz, bizim Kızıl Elmamızdır. Bizi o hedeflerden vazgeçirmeye, bizi yılgınlığa düşürmeye, bizi usandırıp umutsuzluk girdabına sürüklemeye çalışanlar, işte o iç cepheyi hedef alıyor. Biz o iç cepheyi çökerttirmeyiz. Orada çok kararlıyız...” cevabını verdi.

Erdoğan yine 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamasında Saray’da yaptığı konuşmada 30 Ağustos zaferini kazanılması bağlamında; “Şimdiye kadar nice zorluğun, oyunun nasıl üstesinden gelindiyse, çok daha fazlasının başarılacağına yürekten inanıyorum. Bunun için tek yapmamız gereken iç cephemizi sağlam tutmaktır. Milletlerin hayatında ekonomik sıkıntılar olur. Siyasette tansiyon, zaman zaman yükselebilir. Toplum kesimleri arasında anlaşmazlık yaşanabilir. Rekabet, sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın olmazsa olmazıdır. 85 milyonun her konuda aynı fikirde olmasını beklemek gerçekçi değildir, doğru da değildir.”ifadelerini kullandı.

Bu söylemler açık biçimde, olası dış tehdit karşısında iç siyasette muhalefeti iktidar blokunun yanında yer alması gerektiğini ima ediyor.

Nasıl mı?

Erdoğan’ın 18 Ekim 2024’te Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) 51. Olağan Genel Kurulu'nda “iç cephe” bağlamında yaptığı, “İsrail’in koçbaşı olarak kullanıldığı kirli planın hedefine ulaşamaması her şeyden önce Türkiye’nin 85 milyon olarak kenetlenmesine bağlıdır. İç kalemizde bir gedik açılırsa, Allah korusun dışarıda verdiğimiz mücadelenin bir anlamı kalmaz. Tüm siyasi partilerin, tüm sendikaların, hangi görüşe mensup olursa olsun tüm sivil toplum kuruluşlarımızın kardeşlik seferberliğimize samimi destek vermesini bekliyoruz.” açıklamasına, dair Saray’daki hukuk danışmanı Mehmet Uçum sosyal medya hesabından “Bir Pazar Notu: İç Cephe Türkiye Cephesidir!” başlığıyla düzeltme niteliğindeki şu mesajı paylaştı:

“Atatürk’ün Nutuk’ta yer verdiği İç Cephe kavramı Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yeniden gündeme getirildi. Sayın Bahçeli de zaman zaman Atatürk’e de atıf yaparak İç Cephe vurgusunu etraflıca yapıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgemizde soykırımcı ve faşist İsrail yönetiminin yarattığı ateş çemberine ve küresel emperyalizmin yıkıcı projelerine karşı Türkiye’nin iç cephesini sağlam tutması gerektiğine işaret etti. Bu açıklama iç cephenin ne olduğuna ilişkin bir tartışma da başlattı.

İç cepheden somut olarak ve içerik açısından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin tarihsel ve güncel boyutları üzerinden farklı değerlendirmeler olabilir. Ancak genel bir çerçevede mutabakat sağlanması mümkündür.

Buna göre iç cephenin Türkiye’nin Ulusal (Milli) Demokratik Cephe perspektifi olduğu yaklaşımıyla şu tanım yapılabilir:

En büyük sosyal güçlerinden birincisinin Cumhur İttifakının olduğu,

tam bağımsızlıktan,

coğrafi bütünlükten,

siyasi birlikten yana ve

anti-emperyalist tüm güçlerin birleştiği,

Türkiye’yi koruma, güçlendirme ve geliştirme hedefleriyle hareket eden

CHP ve diğer muhalif mecraların yurtsever, ulusal, vatansever, milliyetçi güçleri de içinde tüm ulusal/milli güçlerin Milli Devletle birlikte oluşturduğu kuvvet, iç cephedir.

Cephe nitelemesinin askeri bir terim olması sebebiyle iç siyasette “iç cephe” şeklinde kullanılması halinde demokratik siyaseti militarize edebileceği eleştirileri yapılabilir. İç cephe iç siyasetteki rekabet açısından kullanılırsa bu eleştiri haklı da olabilir.

Fakat burada sözü edilen “iç cephe” ifadesi, ülke içi demokratik siyasi yarışma açısından değil, Atatürk’ün perspektifinde de yer aldığı üzere ülkeye yönelik çeşitli risklere karşı Milli Devlet ile Ulusal(Milli) Güç Unsurlarının bütünlüğüne işaret ettiği ve bu amaçla kullanıldığı için farklı değerlendirilmelidir.

Sonuç olarak İç Cephenin tüm dış tehdit ve risklere karşı Milli Güç Unsurlarıyla Milli Devletin birleşimi olan “Türkiye Cephesi” olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır.”

Bu açıklamalar, iktidarın sıkça ifade ettiği “Milli ve Yerli” muhalefetin, “iç cephe” söylemi üzerinden inşa edilmesinden başka bir şey değildir.

Ve bu esas olarak devlet aklının siyasi tercihidir.”

Bu uzun alıntıdan görüleceği gibi iç cephe, önceki yıllarda Erdoğan’ın sıkça kullandığı “Yerli ve Milli” muhalefeti inşa sürecinde kullanılan bir söylemden başka bir şey değil.

Bu yüzden olsa gerek iç cephenin güçlendirilmesi konusunda muhalefeti ikna etmek için neredeyse hiç bir çaba yok. Tam tersine muhalefeti kendi çizdiği siyasi alana sokma çabası var.

Bunun için özellikle CHP’yi siyaseten teslim almak için sadece belediyeler değil parti yönetimi düzeyinde de sıkıştırıyor. Daha önce değindiğim üzere CHP, devletin yeni yasaklı çocuğu ilan ediliyor.  

GERÇEKLER İKTİDARIN KAPISINI ÇALIYOR

İsrail’in İran’a saldırması ve sonraki hedefin Türkiye olabileceğini yüksek sesle dile getirenlerin artık kabul etmesi gereken şu; iç cephenin baskı ile tüm muhalefeti kendi siyasal çizgisine çekemeyeceği.

Bu konuda muhalefetten pek çok eleştiri geliyor.

Mesela tek başına Selahattin Demirtaş’ın önceki gün yayınladığı mesaj bu açıdan iktidara açık bir uyarıdır.

“…

2- İç cepheyi güçlendirme amacına da adalet duygusunun gelişmesine de hizmet etmediği açık olan siyasi görünümlü yargı tacizlerine kesinlikle son verilmelidir. Ortada bir suç isnadı varsa bunun, tarafsızlığı ve bağımsızlığı sorgulanmayacak başsavcılar, savcılar ve yargıçlar eliyle yürütülmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.

Seçilmiş belediye başkanları ve bürokratların tutuksuz yargılanmaları iç hukukumuzun da gereğidir ve bu konuda artık somut mesafe kat edilmeli, tahliyeler sağlanmalı, adil bir yargı süreciyle de davalar en hızlı şekilde sonuçlandırılmalıdır. Orta Doğu'daki ateş devasa bir yangına dönüşürken toplumu dışlayacak böylesi tutumlarda ısrar edilmemelidir.

Kendi iç sorunlarımızı da kendi aramızda, karşılıklı güven çerçevesinde ve "kardeşlik ruhuyla" çözeceğiz. Bunun dışındaki her arayış sadece felaket getirir. Bu konuda ezberci, öfkeli, intikamcı ve kindar hiçbir yaklaşıma prim vermeyecek, cesur ve samimi olacağız.

Birlik ve beraberlik iktidar partisinin değil, Türkiye'nin etrafında olacaktır. Madem soyadımız Türkiye'dir, o halde herkesi soyadımız etrafında birleşmeye ve bunun için sorumluluk almaya davet ediyorum. …”

Demirtaş’ın bu mesajı iktidarın izlemesi gereken yol haritası konusunda gayet açıktır.

Bu aynı zamanda “terörsüz Türkiye” söylemi konusunda da iktidar bloku içindeki kamuoyuna yansımayan ama içerde var olan siyasi yaklaşım farklılıkları da ifade etmesi açısından önemlidir.

Bu süreç MHP lideri Bahçeli için “devlet” bekasını bir anlamda güvencesi ve yeniden bir kuruluş olarak görülürken; Cumhurbaşkanı Erdoğan için öncelik kendi konumunun ve onunla birlikte iktidar olma halinin sürmesi görüyor.

Sonuç olarak Bahçeli’nin önerisini ben, kamusala alanının yani siyasetin alanının yeniden çizilmesi olarak okuyorum. Bu bir anlamda Cumhuriyetin yeniden inşa önerisidir. Bu yeniden inşanın asgari demokratik koşullular sağlanmadan sağlanması da mümkün görünmüyor.

Ama kısa vadede eğer İsrail bir dış tehdit olarak algılanıp iç cephe güçlendirilmek isteniyorsa, bunun da yol yine asgari demokratikleşme ve toplumsal kutuplaşma halinin iyileştirilmesidir.

Sonuçta kendi toplumunun yüzde 50’sinden fazlasıyla kavga eden bir iktidarın dışarıya karşı güçlü olma imkanı da yoktur.

ÇALIK’I TAHLİYE EDİN

Yazıyı bitirirken önüme üzücü bir haber düştü. 23 Mart’ta tutuklanan ve 10 gün önce Silivri’den İzmir Buca Cezaevine sevk edilen Beylükdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın avukatlarının sağlık durumu nedeniyle müvekkilinin tahliyesi içi başvuru yaptılar.

Başvuruda Çalık’ın geçmişte iki farklı kanseri atlattığı ve tutukluluk sürecinde de sağlık durumunun kötüleştiği ve “Ailesinden yüzlerce kilometre uzağa nakledilmesi ve sağlık imkânlarına erişememesi nedeniyle çok kısa sürede 15 kilo kaybetmiş; tiroit rahatsızlıkları başta olmak üzere mevcut hastalıkları nüksetmiştir. Uzmanlar, bu koşulların lösemi ve lenfoma gibi ölümcül hastalıkların yeniden tetiklenme riskini artırdığı konusunda uyarmaktadır.

Henüz yargılaması bile tamamlanmamış bir bireyin, bu ağır tutukluluk koşulları altında sağlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılması ne hukuken ne insani ne de vicdani olarak kabul edilebilir. Devlet yetkililerinin bu sesi duyması ve tutukluluğa derhal son vererek, Mehmet Murat Çalık’ın adım adım tükenişini durdurması hayati önem taşımaktadır. Aksi takdirde, kamu vicdanı olası geri dönülemez bir sonucun yükünü taşıyamayacaktır”. 

Bu dilekçenin önemi Demirtaş’ın yazısında yer alan; “Seçilmiş belediye başkanları ve bürokratların tutuksuz yargılanmaları iç hukukumuzun da gereğidir ve bu konuda artık somut mesafe kat edilmeli, tahliyeler sağlanmalı, adil bir yargı süreciyle de davalar en hızlı şekilde sonuçlandırılmalıdır.” cümlesi hatırlatmaktadır.

Evet kimse yargılanmaz değil. Ama yargılamanın adli kontrol hükümleri kapsamında tutuksuz yargılanması pekala mümkündür.

Sembolik olarak Çalık’ın tahliyesi bile iç cephe tahkimatı açısından ilk adım olabilir.
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER