Yolun sonu
SİYASETAma kabul etmek gerekir ki halkının refahını sağlayamayan yönetimlerin siyasi rakibini karalayarak iktidarda kalması pek kolay değil.
“Demokratların Çilesi” başlıklı yazımda, demokrasinin günümüzde ideolojilerden bağımsız beş temel kriteri olduğunu belirtmiştim. Bunların sırasıyla milli irade, erkler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik ile siyasi çoğulculuk ve iktidar değişimi imkânı olduğunun altını çizmiştim. Daha geriye gitmeden son 65 yıllık siyasi tarihimiz esas alındığında, bu kriterlerin tümünün tam olarak bir arada olduğu bir döneme rastlanmadığını anımsatmaya çalışmıştım. Bunları bir kez daha yinelemenin anlamı yok.
Bugüne geldiğimizde, 14-28 Mayıs 2023 seçimlerinden çıkan 21 yıllık iktidarın başta ekonomi politikasıyla çöküş yoluna girdiği anlaşılmıştı. Çünkü pandemi döneminde uyarılara karşın izlenen irrasyonel politikanın yol açtığı yüksek enflasyonu düşürmek iddiasıyla göreve gelen Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in direksiyonunda olduğu Orta Vadeli Program’ın (OVP), dünya ekonomisinde 2000’li yılların başlarında gözlenen “boom” dönemindeki göreli iyileşme hariç, gelir dağılımı uzun süredir bozuk olan bu ülkede gelir adaletsizliğini derinleştirmeye yol açacağı görünüyordu. Nitekim memur emeklilerinin yasal kazanılmış haklarının askıya alınmasıyla başlayan bu dönemde çalışanlar ve emekliler yoksullaşmaya başlamıştı. Yüksek enflasyonun kısa süre içinde gelirlerini erittiği bu kitlenin kalabalık olduğu ve iktidarın bugüne kadar hep bu kitlenin gelirlerini arttıran vaatlerle seçim kazandığı dikkate alındığında, bir sonraki seçimleri kazanması pek mümkün görünmüyordu. Öyle de oldu. 31 Mart 2024’te yapılan yerel seçimlerde muhalefet karşısında bozguna uğradı.
İktidar cephesi yerel seçimlerin genel seçimlerden farklı olduğu söylemiyle kendini bir ölçüde avutmaya çalıştı belki ama dünya örnekleri göz önüne alındığında ara seçimler yerel nitelikli olsa bile milli iradenin iktidara uyarısı olarak kabul edilmeliydi. Örneğin tüm AB ülkelerinde olduğu gibi, Fransa’da da 9 Mayıs 2024 tarihinde yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Cumhurbaşkanı Macron’un partisi Renaissance’ın yüzde 14,60 oranında oy alması erken genel seçimlere yol açmıştı. Demokrasinin beş temel kriterinden biri olduğuna göre, milli iradede önemli bir değişiklik, iktidara yönelik bir uyarı olmuşsa, bunun dikkate alınması gerekir. Almayan ülkeler var elbette. Bir önceki yazımda sözünü ettiğim “Geri Çağırma” da bu nedenle geliştirilmiş bir hak. Seçilen bir iktidar halkın çoğunluğunun başta ekonomik olmak üzere beklentilerini karşılayamıyorsa, anayasa gereği süresinden önce görevden alınabilmelidir kuşkusuz.
Anayasanın uygulanmaması
Bu ara başlık utanç verici ama gerçek. Anayasasının 2. maddesinde demokratik hukuk devleti yazan bir ülkede anayasaya uyulmaması mümkün olabilir mi? Sadece hukuk veya siyasal bilgiler mezunları değil, yüksek eğitim görmüş herkes, hatta halkın çoğunluğu, “anayasanın yürütme, yasama, yargı ve idari makamlar dahil herkesi bağladığını” bilir. Defalarca 11. maddeyi zikretmeme gerek yok. Askeri darbelerle yaşamış bu ülkenin bir yurttaşı olarak, demokratik olmayan anayasa gördüm ama anayasaya uyulmamasını bu iktidarın son dönemine kadar pek görmedim. Askeri yönetimlerde antidemokratik maddeler anayasada yer alır, demokrat siyasi partiler bu maddelerin değiştirilmesi için mücadele verirlerdi. 80’leri, 90’ları ve 2000’li yılların başlarını anımsayalım. Ama darbeciler bile mevcut anayasayı uygulamamaya kalkışmazlardı. Anayasayı uygulamamak gibi bir seçenek yoktu.
“Demokratların çilesi” başlıklı yazımda uygulanmayan bazı anayasa maddelerini hatırlattım. Örneğin 90. maddeye karşın, Özal’ın demokratikleşme adımlarından en önemlisini oluşturan ve topal demokrasimiz açısından devrim niteliği taşıyan zorunlu yargı yetkisini tanıma kararı aldığımız AİHM’in verdiği birtakım kararların inatla uygulanmamasından söz ettim. Bunun tam 36 yıl geriye 80’li yıllara gitmek gibi vahim bir durum olduğu kimsenin aklına gelmiyor mu bilmem ama iktidar partilerine eksi puan yazdığına kuşku yok.
Söz konusu yazımda ayrıca, bazı CHP’li Belediyelerin mensuplarının, açılan davalarda Anayasa’nın 19. maddesi dikkate alınmadan tutuklu yargılandıklarının, 38. maddesinin “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” hükmüne aykırı olarak, ana medyada sürekli olarak hüküm giymiş gibi suçlu ilan edildiklerinin altını çizmiştim. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının tüm hukuk kurallarına aykırı olarak iptal edilmiş olması göz önüne alındığında, bunların halkta yitirilen desteği yeniden sağlamak için yerel seçimlerde başarılı olan CHP’ye karşı siyasallaşmış bir “yargı yoluyla” girişilen bir yıpratma politikasının sonucu olduğu izlenimi ediniliyor.
Oysa iktidarın “yargı yoluyla” siyasi rakibine karşı bir girişimde bulunması anayasaya aykırı. “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. madde hakimlerin “görevlerinde bağımsız olduklarını, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm” verdiklerini “ hükme bağlamakta. Gel gör ki yargının aldığı kararlar ne hikmetse anayasa maddeleri zorlanarak hep CHP’nin aleyhine çıkıyor. Son olarak bir Asliye Hukuk Mahkemesi, Anayasa’ya göre yetkisiz olduğu bir konuda, bir ara kararla CHP İstanbul İl Kurultayı’nı iptal ederek, seçilmiş yöneticilerin yerine geçici bir kurul atayabiliyor. Oysa Anayasa’nın 79. maddesine göre bu konuda tek yetkili olan Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ve “kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” İlginç olan şu ki YSK da o mahkemenin kararını iptal etmiyor. Böyle hataların sürekli CHP aleyhine yapılıyor olması yargıda bir siyasallaşma belirtisi olarak algılanabilir elbette. O bakımdan halkta yargının tarafsız olmadığı algısının oldukça güçlü olması şaşırtıcı değil.
Yanlış siyaset
Konunun yargı yönünü bir tarafa bırakırsak, iktidarın medya organlarıyla birlikte yerel seçimleri kazanan CHP’ye karşı “yolsuzluk yapan, kendi içinde kavga eden, dolayısıyla oy verilmemesi gereken bir parti” olduğu imajı vermeye çalıştığı gözleniyor. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da bir süre öncesine kadar, heybedeki büyük turplardan ve kolları her yana uzanan bir ahtapottan” söz etmekteydi. Bu rakibi yıpratma politikası ayrıca ekonomide makroekonomik pembe tablolarla süslenerek yürütülüyor. Bir bakıma “ekonomiyi düzlüğe çıkarıyoruz, siz bu yolsuzluklara batmış, yargıyla derdi olan CHP’ye oy vermeyin” yaklaşımı. Algım bu yönde. Ama kabul etmek gerekir ki halkının refahını sağlayamayan yönetimlerin siyasi rakibini karalayarak iktidarda kalması pek kolay değil.
Kaldı ki ekonominin düzlüğe çıktığı, ikinci çeyrekte yüzde 4,8 oranında büyüdüğü söylemi sokakta sefalet çeken insanı yatıştırmak şöyle dursun öfkelendiriyor. Çünkü sabit gelirlilerin cebine yansıyan bir kuruş bile olmadığı gibi, ileriye dönük bir umut da yok. Memurlara ve emeklilerine önümüzdeki iki yıl için verilen zam oranları, asgari ücretin Ocak’ta yüzde 30 üstünde zam almayacağını ortaya koyuyor. 2023 Ekim’i için emeklilere verilen sözler, bir sefere mahsus 5 bin liralık sadaka niteliğindeki zamla geçiştirildikten sonra dar gelirliler için iyileştirme seçim öncesi rüşvet beklentisine dönüşmüş durumda. Ayrıca bu kesimin hissettiği haklı öfkeyi barışçıl, demokratik protesto gösterileriyle dile getirmesinin de kısıtlandığı görülüyor. Oysa demokratik ülkelerde, bu denli bir sefalet yaşanmadığı halde, bu hak geniş biçimde kullanılıyor. Bugün Türkiye’de sefalete mahkûm edilmiş milyonlarca insan, demokratik ülkelerde olduğu gibi, kendi vergilerinden oluşan devlet bütçesini sosyal bir devletin gerektirdiği gibi kullanmayan veya demokratik özgürlükleri kısıtlayan bir iktidarı protesto edebilir elbette. Bu, son derede doğal.
Bugüne kadar yanlış politikaları nedeniyle seçimleri kaybetmiş olan CHP ise bu defa Özgür Özel ve ekibiyle toplum sorunlarına doğru yanıt veriyor. Vergi politikalarında adaletin sağlanması, en düşük emekli maaşının asgari ücrete bağlanması gibi popülist değil asgari hedefler, toplumun yüzde 20’lik kaymak tabakası dışında kalan orta sınıfı ve yoksul kesimine umut veriyor. Çok uzun süredir iktidar olmanın getirdiği bıkkınlığa Şimşek politikasındaki temel yanlışlık eklendiğinde, Cumhur İttifakı için artık yolun sonunun yaklaştığını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Bu doğal gidişatı kabullenmeyip topluma baskıları arttırmasının da lehine bir durum yaratmayacağı açık.
Açılan kapatma davasında yargı yoluyla siyasete müdahale olduğu için AK Parti’nin yanında yer almış olan bağımsız demokratların gözünde bu politika açıkça, milli irade, erkler ayrılığı, temel hak ve özgürlükler, kanun önünde eşitlik, siyasal çoğulculuk ve iktidar değişimi imkânı gibi demokrasinin beş temel kriterine de aykırı. Buna karşılık, Özgür Özel ve ekibinin en azından kamuoyu önünde yaptığı vaatler bu kriterlerin hepsini karşılayabilecek nitelikte görünüyor. Bağımsız demokratların bu nedenle artık CHP’nin, Özgür Özel ve ekibinin yanında yer almaları doğal.
Özetle, demokrasilerde kötü yönetim gösterdiğinde veya milli irade çok daha iyisini uygun gördüğünde iktidarların değişmesini normal karşılamak gerekir.
İlginizi Çekebilir