Venüs'e bakmak Zühre'yi görmek
KÜLTÜR SANATAslında Venüs için Dünyanın ikizi de denir. Buna sebep sanırım Dünyaya en yakın gezegen olması yanında yarıçaplarının da nerede ise aynı olmasıdır.
Sabah olunca işledikleri günahların farkına varan bu iki meleğe Tanrı, cezalarını Dünya'da mı yoksa Ahiret’te mi çekmek istediklerini sorar. Dünyadaki azabın Kıyamet Günü’ne kadar süreceğini ancak Ahiret Azabı’nın sonsuz olduğunu bilen melekler tercihlerini bu Dünya için kullanırlar.
İnsan, yaşadığı dünyayı ve onu çevreleyen uzayı oldum olası hep merak etmiştir. Benzer bir ilgiye ben de çocukluğumdan beri sahiptim. Bunu biraz olsun kızıma da aktarabilmek adına onun okul öncesi çağlarında kendimce dünyayı ve evreni anlayabilmesi için yönlendirmeye çalışmıştım. Kimi ebeveynler 4-5 yaşındaki olan çocuklarına oyuncak ararken ben kırtasiyelerde ''Yerküre'' bakar, çeşitli boyutlarda karşılaştıklarımı da alırdım. Dünya haritalı plaj toplarını da dahil edersek, sanırım o dönem odasında yarım düzineyi bulmuştur bunlar.
Dünyanın yanında uzaya da merakı gelişsin diye, ''Güneş Sistemi'' ve ötesini de anlatmaya çalışırdım fırsat buldukça. Akıllı telefonların ilk döneminde karşılaştığım ''Gökyüzü Gözlem'' uygulamasını da hemen indirmiştim bu amaçla. Okul eğitim yılı sona erip yazlık zamanları gelince, gece sahile gidip telefonun ekranını gökyüzüne tutar, arkasında kalan cisimlerin neler olduğunu takip etmeye çalışırdık sonsuzluğa uzanan karanlıkta. ''Interstellar'' filmi henüz yayınlanmamıştı ama bizim gözlerimiz gezerdi yine de Yıldızlararası'nda. Telefonu heyecanla gecenin bir vakti gökyüzünde dolaştırdığımız anlar benim gibi onun da aklında kalacak mı acaba?
Gök cisimlerine bakarken bazılarını anlatması da, öğrenmesi de kolaydı aslında. Misal ''Venüs''ü ya da eskilerin kullandığı isimle ''Zühre''yi. Güneş battıktan sonra gökyüzünde Batı yönünde Ay'dan sonra en parlak cismin ya da Güneş henüz doğmadan önce bu sefer Doğuda yine Ay'dan sonraki en parlak cismin ''O'' olduğunu bir kez öğrendikten sonra artık bunu unutmaz insan. Ve günün o saatlerinde gökyüzüne takılır gözleri ''Zühre'yi'' yakalamak için.
Kızım da bunu öğrendikten sonra unutmadı elbette. Hatta yine o küçük yaşlarında bir gün Midilli Adası dönüşü Ayvalık Liman Gümrüğü'nde pasaport sırasında idik. Gemiden inen yüzlerce yolcunun kontrolleri için sadece 2 polis memuru vardı görevli olan kapıda. Saatler ilerledikçe sıranın kendisine gelmesi bekleyen herkes giderek gerginleşiyordu. Bense sanırım ''Hayat Güzeldir'' (La Vita e Bella) filmindeki Roberto Benigni'nin oğlu ile oynadığı oyun gelmiş olacak ki aklıma, kızıma bir taraftan zaman geçirecek sorular sorarken bir taraftan da eğlenmesini sağlamaya çalışıyordum. Bir ara kalabalık arasında kendisini rahat hissedebilmesi için onu boynuma aldım. Güneş artık batmış ancak hava tam olarak tümü ile kararmamıştı. O sırada arka tarafımızda kalan gök cismini göstermek için geriye dönmüş ve ''Peki bunun adı ne?'' diye sormuştum. Kızım kafasını kaldırıp orada zaten tek cisminin olduğunu görünce tereddütsüz ''Venüs'' demişti! O ana kadar kendi yüzlerinde bıkkınlık olan insanlar birden önce göğün yüzüne ve sonrada omuzlarımdaki kızın yüzüne baktılar. Adını bilseler bile kendisini bilmedikleri bir cismi bu kadar küçük bir kızın nasıl bilebildiğine ilişkin şaşkınlık vardı bir çoklarında. Oysa Venüs'ün hikayesini bilselerdi, daha şaşıracakları çok şeyler olduğunu göreceklerdi elbette!
Merak edenler ile beraber önce bilimsel yönüyle başlayalım konuşmaya.
Öncelikle Gökyüzünde çıplak gözle de izlenebilen 7 gökcismi olduğunu, haftanın gün sayısı ve adlarının da aslında temelde buna dayandığını bir başka yazıda (Bknz: Takvimin Doğuşu ve Bugünkü Hali) bahsetmiştik. Bizim Cuma dediğimiz günün isminin ise Roma'da ''Veneris'' olduğunu ve bunun da aslen yine Venüs'ten geldiğini de söylemiştik o yazıda. Zaten Fransızcada ki kullanımı da halen buna uygun şekilde ''Vendredi'' olarak adlandırılmaya devam eder. İngilizcedeki isim ''Friday'' olarak farklı görünse de, aslında o da adını Kuzey Germen Mitolojisindeki aşk, güzellik ve üreme tanrıçası olan ''Friya'' dan alır. Zaten benzer nedenle de İngilizcede ki ''Fri'day'' kullanımı Almancada ''Frei'tag'' olarak geçer. ''The Cure'un'' en unutulmaz parçalarından birinde ''Friday I'm in Love'' demesi boşuna değil demek ki!
Aslında Venüs için Dünyanın ikizi de denir. Buna sebep sanırım Dünyaya en yakın gezegen olması yanında yarıçaplarının da nerede ise aynı olmasıdır.
Güneşe, Dünyamız 150 milyon km uzaklıkta iken, Venüs sadece 108 milyon km uzaklıktadır. Yani kabaca bize 40 milyon km kadar bir mesafede bulunmaktadır. Dünyanın 6.378 km yarıçapına karşılık Venüs'ünki 6.052 km dir. Bir atmosfere sahip olması da insanda bu ikizlik duygusunu daha artırıyordur belki. Ancak bizim atmosferimizdeki yaşamı sağlayacak miktarda %21 oranında oksijen bulunmasına karşın Venüs'ün atmosferi nefes alınamayacak şekilde neredeyse tümü ile karbondioksit ile kaplıdır.
Hayatı yaşanmaz kılan noktalar bununla da kalmaz. Atmosfer basıncı dünyadakinin tam 92 katıdır ve denizde 800 metre derinlikte olan ve insan bedeninin dayanamayacağı bir basınca eşittir bu. Şayet buna da dayanır iseniz o zaman da karşınıza Dünya'da ortalama 15 derece olan sıcaklığa karşın 465 derecelik bir yüzey sıcaklığı çıkar ki değil insan, gönderilen uzay araçları bile dayanamamıştır bu sıcaklığa! Bir de sayısı bini geçen aktif volkanları da unutmayalım tabii. Dünyamızda bir süre sonra yanardağların sönmesini sağlayan yer kabuğundaki levha tektoniğinin Venüs'te bulunmaması nedeni ile bir kez aktifleşen volkanlar lav püskürtmeye devam eder. Lav kanallarının genişliği onlarca kilometreyi bulurken uzunlukları da yüzlerce kilometreyi bulur. Hatta en uzun kanal 6.800 km ile kendi yarıçapından bile fazladır.
Hepsini halletseniz bile Venüs'te mesaili bir işte çalışmak istemez insan. Güneşin etrafındaki dönüş süresi 224 gün iken kendi etrafında ki dönüşü yine Dünya günü ile 243 gün sürer. Yani Venüs'ün bir günü bir yılından uzundur aslında! Bunun acaba kendi etrafındaki dönüşünün Dünyamız dahil diğer tüm gezegenlerin aksi yönünde olmasıyla bir ilgisi var mıdır bilinmez ama, bilinen şey Güneş, diğer tüm gezegenlerin tersine Venüs'de Batıdan doğar ve doğudan batar!
Ama olsun, Romalıların güzellik Tanrıçasıdır o. Bizim kültürümüzün de Çolpan, Sabah ya da Akşam Yıldızıdır.
Güneşin Venüs'te doğuşundan bahsetmişken belki Venüs'ün bir başka doğuşundan yani ''Venüs'ün Doğuşu'' tablosundan da bahsetmek gerekir.
Batı Avrupa'da resim müzesi gezmiş olanlar gözlemlemiştir. Binli yılların başlarına tarihlenen ilk resimler genellikle dinsel temalı ve kimisi de portre niteliğinde resimlerdir. 1400'lü yıllara gelindiğinde ise Avrupa artık kültürel ve politik olarak kaynamaktadır. Fransızcada ''Yeniden Doğuş'' anlamına gelen Rönesans (Re-Naissanse)'ın ayak sesleri başlamıştır. İşte o zamana kadar çıplaklığın sadece cennetten kovulan Adem ve Havva ya da işkence gören İsa figürlerinde yer verildiği bir alan olan resimlerde, çıplaklığın sergilenmesine ilişkin bu tabu ressam Botticelli'nin 1485 yılında yaptığı ''Venüs'ün Doğuşu'' isimli tablo ile yıkılır. Dönemin güzelliği yanında zaman ötesi bir erotizmi de içeren bu resim ile artık sanatta da bir yeniden doğuş yaşanacak ve insan vücudu ''Tanrının yarattığı hali''ile sergilenmeye başlanabilecektir. Acaba Botticaelli bu çıkışı yapmasaydı ondan kabaca çeyrek asır sonra Vatikan'da yeni papaların seçildiği salon olan Sistine Şapelinin tavanını Michelangelo o resimler ile donatabilir miydi insan merak ediyor!
Biz şimdi gelelim yeniden asıl konumuza. Gökyüzünün bu sakıncalı ''Aşk Tanrıçasının'' hikayesini anlatmaya. Bundan sonraki kısımda okuyacaklarınız biraz dinler tarihi, biraz mitoloji, biraz söylence ve birazı da bu satırları yazanın kurmacasıdır. Hangisinin nerede başlayıp nerede bittiği ise okuyucunun inanç düzeyi ve tarihsel bilgisine bağlıdır!
''Onlar, Süleyman’ın hükümranlığı hakkında şeytanların uydurup söylediklerine uydular. Gerçek şu ki Süleyman kâfir olmadı, fakat şeytanlar kâfir oldular; çünkü insanlara sihri, Bâbil’de iki meleğe, Hârût’la Mârût’a indirileni öğretiyorlardı. Hâlbuki bu iki melek, “Biz ancak imtihan vasıtasıyız; sakın küfre sapma!” demedikçe hiç kimseye bilgi vermezlerdi. Fakat onlar bu iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadıkça onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Yine de kendilerine fayda sağlayanı değil zarar vereni öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu (sihri) satın alan kimsenin âhiretten nasibi olmadığını çok iyi biliyorlardı. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür, bir bilselerdi!'' (https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Bakara-suresi/109/102-103-ayet-tefsiri)
Kuran'da Bakara Suresi 102. ayete ait olan yukarıdaki satırlarda adı geçen ''Harut ile Marut'' isimli melekler ile bizim Venüs gezegenimizin bir ilişkisi olabilir mi? Varsa nasıldır acaba? Bağlantıyı kurmak için biz hikayemize dönelim.
Tanrı insanı yaratmış ve yeryüzüne indirmiştir. Ancak insanların zaman zaman günaha sapmalarına karşın Tanrının yine de onlara karşı anlayışla davranması melekler arasında şikayetlere neden olur. ''Biz Seni (Tanrıyı) kutsayıp ibadet ederken insanlar senin yolundan saparlar. Biz varken onlara ne gerek vardı. Biz onlar gibi değiliz ve seni yüceltmekten ve kurallarına uymaktan bir an olsun sapmayız'' derler.
Tanrı ise onlara ''Size de onlar gibi nefs vermiş olsaydım sizin de günaha meyliniz olurdu'' sözlerine meleklerin itirazı üzerine Tanrı bunu imtihan etmek için aralarından seçim yapmalarını ister. Melekler de Harut ile Marut isimli iki meleği bu imtihan için seçerler. Tanrı da sonrasında onlara tıpkı insanlarda olduğu gibi nefes vererek yeryüzüne indirir.
Bu iki melek gündüzleri insanlara sihri öğretirken geceleri de ''İsmi Azam'' duasını okuyarak yeniden göğe yükselirler.
Derken bir gün karşılarına güzeller güzeli ve adı Zühre olan bir kadın çıkar. Kadının konuşması ve davranışları bu iki meleğin içinde daha önce hiç hissetmedikleri bir arzuyu canlandırır ve kadın ile beraber olmak isterler. Kadın, onların geceleri göğe yükseldiklerini bilmekte ve bunu nasıl yaptıklarını öğrenmek istemektedir. Bir taraftan da iki meleğin yanıp tutuşan hallerini de görerek onunla beraber olmak istiyorlarsa Tanrı'yı reddetmeleri gerektiğini söyler. Melekler her ne kadar kadının cazibesine kapılmış olsalar da bu teklifi kabul etmezler. Kadın bu seferde şayet bir çocuğu öldürürlerse yine onunla olabileceklerini söyler. Ancak bunun da yine büyük bir günah olması nedeni ile melekler bunu da reddederler. Kadının son teklifi ise meleklerin şarap içmesidir. Eğer bu teklifi de reddederlerse melekler ile hiçbir şekilde beraber olmayacağını söyler.
Hem artık son bir şanslarının kaldığını gören hem de diğer iki günah kadar büyük olmadığına inandıkları bu son teklifi melekler kabul eder. Kadının onlara verdiği şarapla kendilerinden geçerler. O sarhoşluk halinde iken de önce kadının söylediği çocuğu öldürürler ve peşinden Tanrıyı da reddederler. Sonrasında kadın ile beraber olurken göğe yükselmek için kullandıkları duayı da ona söylerler.
Kadın, yani Zühre de oracıkta bu duayı okuyarak göğe yükselmeye başlar. Ancak tümü ile gözden kaybolmadan önce Tanrı onu göğün bir katında asılı tutar. İşte artık bir yıldız olarak görülen bu cisim bizler için Zühre yıldızıdır.
Sabah olunca işledikleri günahların farkına varan bu iki meleğe Tanrı, cezalarını Dünya'da mı yoksa Ahiret’te mi çekmek istediklerini sorar. Dünyadaki azabın Kıyamet Günü’ne kadar süreceğini ancak Ahiret Azabı’nın sonsuz olduğunu bilen melekler tercihlerini bu Dünya için kullanırlar. Tanrı da onları Babil şehri yakınlarında bir kuyunun dibinde ayaklarından baş aşağı asılı şekilde cezalarını çekmeleri için bağlar.
Zühre Yıldızı da göğün o katında, o günden beri dönmeye devam eder.
Belki hayatımızda insanların ilk toplu yaşam merkezi olan Çatalhöyük'ten beri ''Ailevi'' sorunlar varken, işte meleklerin o kadın ile beraber olduğu günden beri de ''Zührevi''hastalıklarımız vardır!
Ve yine o malum geceden beri de ''İçki Bütün Kötülüklerin Anasıdır''
Not: Venüs grubundan ''Beautiful Days'' şarkısını dinlemenizi öneririm. Ve denk gelir belki bu şarkının soundtrack olarak kullanıldığı bilim kurgu filmi de izlersiniz!
İlginizi Çekebilir