© Yeni Arayış

Üretimin ve emeğin sessiz tanıkları: Türkiye’de emeklilik, yaşlılık ve toplumsal adalet

Bugün yaşlılarımızı geçim sıkıntısı içinde yaşamaya mahkûm ediyorsak; yalnızca onları değil, kendi geleceğimizi de güvencesizliğe teslim ediyoruz.

Silivri’de tutuklu olan Yavuz Saltık, ülkenin ağır yaralarından birini, emeklileri yazdı. Saltık; “Emeklilik, bir hayatın sonunda gelen bir mola değil; o hayatın toplumsal olarak tanınmasıdır. Bu yüzden yaşlılık, yoksulluğun diğer adı olmamalıdır” diyor.

Modern refah devletinin temel ilkelerinden biri, bireyin üretken yaşamının sonunda onurlu bir yaşam sürebilmesini güvence altına almasıdır. Emeklilik, yalnızca ekonomik bir hak değil; aynı zamanda bir toplumsal takdir biçimidir. Ancak Türkiye özelinde bu ideal ciddi biçimde aşınmakta, emeklilik giderek yoksullukla özdeşleşmektedir.

Yaşlılık ve Kırılganlık: İşgücü Taşıyan Bedenlerin Çöküşü

Bir zamanlar üretim sürecinin aktif bir öğesi olan emekli birey; aynı zamanda işgücünü taşıyan kuşakların temsilcisidir.  Uzun yıllar boyunca çeşitli sektörlerde aktif rol almış, sosyal güvenlik sistemine prim ödemiş, kamuya dolaylı ve doğrudan katkıda bulunmuştur. Ne var ki yaşlılıkla birlikte bu katkı görünmez hâle gelir ve emekli birey, üretimin dışına itilmekle kalmaz, toplumsal yapı içindeki saygın konumunu da kaybeder.

Bu dönüşüm yalnızca ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda simgesel bir yoksunluk hâlidir. Birey üretimden çekildiğinde yalnızca gelir kaybına uğramaz; Pierre Bourdieu’nün kavramsallaştırdığı biçimiyle aynı zamanda toplumsal sermayesi ve sembolik değeri de aşınır. Toplum, artık emek üretmeyen bireyi görünmezleştirir; geçmişteki katkılarını da hızla unutma eğilimi gösterir.

Emekli Geliri: Yapısal Bir Yoksulluğun Anatomisi

2025 yılı itibarıyla en düşük emekli maaşı 16.881 TL olarak belirlenmiştir. Haziran ayında Türk-İş tarafından açıklanan açlık sınırı 26.115 TL, yoksulluk sınırı ise 85.066 TL’dir. Bu göstergeler, emeklilerin önemli bir bölümünün temel yaşam koşullarını dahi sürdüremediğini ortaya koymaktadır.

Oysa bundan yalnızca birkaç on yıl önce, emekli bireylerin maaşıyla ev alınabilir, çocuk okutulabilir, hatta birikim yapılabilirdi. Aynı emekli maaşı bugün tek kişilik bir hanenin dahi temel masraflarına yetmemektedir. Bu değişim, sadece bireysel refahın değil, toplumsal ilerlemenin yönünün de tersine döndüğünü göstermektedir.

Sosyal İlişkilerin Ekonomik Kırılganlığı

Ekonomik yoksunluk, yalnızca bireyin yaşam kalitesini değil; toplumsal ilişkilerini, aile içindeki konumunu ve özsaygısını da sarsmaktadır. Emekli bir birey, ailesine destek olamadığında yalnızca maddi bir eksiklik değil; manevi bir kayıp da yaşar. Sosyal değer kaybı, kişinin kendilik algısını da zedeler.

Bu durumun etkisi sadece bugünün yaşlılarıyla sınırlı değildir. Genç kuşaklar, yaşlılıkla özdeşleşen bu kırılganlığı gözlemledikçe, kendi geleceklerine dair umutlarını da yitirmektedir. Evlenme oranlarının düşmesi, bireylerin birlikte yaşamaya dair kaygılarının artması, toplumsal sorumluluklardan kaçınma eğilimleri; hepsi doğrudan olmasa da bu güvencesizliğin etkisiyle şekillenmektedir.

Emekli yoksulluğu, bireysel değil; kuşaklar arası aktarılan bir travmaya dönüşmektedir.

Yerel Yönetimlerin Müdahalesi: Geçici Çözümler mi, Yeni Sosyal Politika Arayışları mı?

Merkezi sosyal devlet yapısının yetersiz kaldığı noktada bazı yerel yönetimler sosyal yardımlar yoluyla emeklilerin yaşadığı derin yoksulluğa müdahale etmeye çalışmaktadır. Ankara Büyükşehir Belediyesi, belediyeden destek alan 74.421 emekli vatandaşa, mevcut desteklerine ek olarak 1.500 TL’lik sosyal destek sağlamıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ise “Pazar Desteği” programı kapsamında 10.000 emekliye yıllık 10.000 TL ödeme gerçekleştirmiştir.

Bu girişimler, yerel yönetimlerin kamusal sorumluluğu paylaşma yönündeki iradesini gösterse de, sosyal güvenlik sistemindeki yapısal eksikleri ve emekli bireylerin ihtiyaçlarını telafi edebilme gücüne sahip değildir. Bu destekler kıymetli ama sınırlıdır; toplumun tamamını güvence altına alacak yeni sosyal politika çerçevelerine ihtiyaç vardır.

Yaşlılık Yoksulluğun Diğer Adı Olmamalıdır

Emeklilik, bir hayatın sonunda gelen bir mola değil; o hayatın toplumsal olarak tanınmasıdır. Bu yüzden yaşlılık, yoksulluğun diğer adı olmamalıdır.

Bugün yaşlılarımızı geçim sıkıntısı içinde yaşamaya mahkûm ediyorsak; yalnızca onları değil, kendi geleceğimizi de güvencesizliğe teslim ediyoruz. Emeklilik, ekonomik geçim krizine değil; toplumun minnettarlığına işaret etmelidir.

Çünkü bu insanlar yalnızca “emekli” değil; bu ülkenin üretimini, emeğini ve hafızasını taşımış sessiz tanıklarıdır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER