© Yeni Arayış

UNESCO’nun yapay zekâda insan merkezli rotası ve önümüzdeki 10 yıl

Geleceği belirleyecek olanlar, yalnızca yapay zekâ sistemleri geliştirenler değil, onu insanlığın ortak iyiliği için anlamlı öğrenme deneyimlerine dönüştürebilenlerdir. Bu süreci “insan zekâsı + yapay zekâ” bileşkesine dayalı yeni bir medeniyet yarışı olarak görebiliriz. Kazananlar, teknolojiyi değil, insanı merkeze alanlar olacaktır.

Her gün yeni bir yapay zeka aracı devreye giriyor. Bu araçlar öğretmenler ve öğrenciler tarafından aktif olarak kullanılıyor;ödev planlıyor, metin özetliyor, kişiselleştirilmiş geri bildirim yazıyor. Peki bu araçlar sınıf içinde öğrenmenin kalitesini gerçekten artırıyor mu? Yani öğrencinin kavraması, yaratıcıdüşünmesi ve kalıcı öğrenmesi bu sayede güçleniyor mu? UNESCO’nun 2025 Eylül’de Paris’te düzenlediği “DigitalLearning Week” etkinliği bulguları, bu sorunun yanıtınınsadece teknolojiye değil, pedagojik tasarıma ve değerlere bağlı olduğunu gösteriyor.

40’tan fazla oturumda 30 eğitim bakanı, 300’ün üzerinde konuşmacı ve yaklaşık 1.000 katılımcının yer aldığı etkinliğin sonunda yayımlanan sonuç bildirgesine göre ülkeler beş temel ilke üzerinde uzlaştı:

1. Yapay zeka uçurumunu azaltmak: Erişim ve altyapı yetersizliklerinin ortadan kaldırılması.

2. Eğitimde etik ve güvenliği sağlamak: Ülkeler arası işbirliği ve şeffaf kurallar oluşturulması. 

3. Öğretmenin merkezi rolünü korumak: Öğretmen, rehberlik ve değer aktarımıyla “pedagojik lider” rolüne evriliyor.

4. Kültürel bağlamı gözeten yerel çözümler geliştirmek: Dil, kültür ve okulun bağlamına uymayan çözümler etkisiz kalıyor.

5. Küresel dayanışma ve ortak standartlar oluşturmak: Öğrenci hakları, güvenlik ve etik ilkeler oluşturulması.

Bu kararlar, yapay zeka ile eğitim dönüşürken “insanı merkeze alma” anlayışının UNESCO tarafından küresel politika önerisine dönüştüğünü gösteriyor.

UNESCO’nun 90 ülkede yükseköğretim kurumlarıyla yürüttüğü küresel anket, yapay zekânın sınıflara fiilen girdiğini gösteriyor. Ancak bu yaygınlık pedagojik hazır bulunuşlukla aynı hızda ilerlemiyor. Kurumların yalnızca beşte biri resmî politika yayımlamışken, pek çoğu hala rehber geliştirme aşamasında. Bu tablo, teknolojik erişim ile onu doğru yönetme arasındaki farkı gözler önüne seriyor.

Öğretmenler, yapay zekayı hangi ders hedefleriyle, hangi aşamada ve ne amaçla kullanacakları konusunda zorlanıyor. Amaç öğrencinin bilişsel emeğini azaltmak değil, derin öğrenmeyi desteklemek. Bu nedenle öğretmen eğitimiyalnızca teknik tanıtımla sınırlı kalmamalı; örnek ders planları, rubrik uygulamaları ve etik kullanım senaryoları içermelidir.

En tartışmalı alan ise yine her zaman olduğu gibi ölçme ve değerlendirmedir. Yapay zeka destekli geri bildirim öğretmenin yükünü azaltabilir, ancak geçerlik, güvenirlik, adalet ve akademik dürüstlük ilkelerini aynı anda korumak zordur. 

Veriler aynı zamanda, altyapı farklarının pedagojik eşitsizliğe dönüştüğünü gösteriyor. Hala internete erişemeyen ve bu doğrultuda yapay zeka öğrenme fırsatlarındanfaydalanamayan çok sayıda insan var. UNESCO, bu sayının 2,6 milyar olduğunu belirtiyor. Dünya nüfusunun şu anda yaklaşık 8,25 milyar kişi olduğu düşünüldüğünde bu rakam neredeyse insanlığın üçte birine karşılık geliyor. Yani yaklaşık her üç kişiden biri hâlâ internet erişiminden yoksun. Bu son derece ciddi bir tablo. Bu nedenle erişim politikaları ve düşük kaynaklı okullara yönelik çözümler pedagojik stratejinin bir parçası olmalı.

Aslında teknolojinin artık tek başına avantaj olmadığını söyleyebiliriz. Kalıcı farkı, uygulama kalitesi ve değerler belirliyor. Öğrenci haklarını koruyan, öğretmeni güçlendiren ve yerel bağlama uyarlanan sistemler, hem öğrenmede kalıcı kaliteyi hem de ulusal rekabet gücünü artırıyor.

Öğretmenin yeni rolü, pedagojik liderlik…

Artık sınıftaki kararları yalnızca öğretmen almıyor. Bu kararları algoritmalar da etkiliyor. Yeni denge, öğretmenin rolünü ortadan kaldırmak yerine daha stratejik hale getiriyor.Öğretmen, etik dengeyi kuran, duygusal ve sosyal gelişimi yönlendiren bir rehber konumuna taşınıyor. Aslında öğretmenin sezgisel yargısı ile yapay zekânın gücünün birleşimi öğretmenin etkisini arttıran bir unsur oluyor.  

Küresel güç dengeleri 

Burada temel bir soru akla geliyor:
“Bu dönüşüm sürecine kim daha hızlı uyum sağlarsa, geleceğin dünyasında söz sahibi de o mu olacak?”
Cevap, büyük ölçüde evet! Çünkü eğitim sistemleri yalnızca insan kaynağını değil, ülkelerin stratejik zekâsını da belirliyor.  Yapay zekâya erken ve tutarlı yatırım yapan ülkeler (ABD, Çin, Güney Kore, Singapur, Finlandiya gibi) sadece teknolojik üstünlük değil, insan sermayesinin dönüşümünü de yöneten merkezler hâline geliyor. UNESCO’nun vurguladığı “yapay zekâ uçurumu”, aslında yeni bir jeopolitik rekabetin ifadesidir. Eğitimde yapay zekâyı içselleştiren ülkeler, önümüzdeki on yılda küresel karar mekanizmalarında daha etkin rol oynayacaktır. Diğer yandan, hâlihazırda dünya sahnesinde söz sahibi olan ülkeler bu sürece daha fazla yatırım yaptıkları için mevcut güç dengelerini koruma avantajına da sahiptir. Kısacası, bu dönüşüm hem yeni aktörlere yükselme fırsatı verirken hem de güçlülerin konumunu pekiştirebilecekleri çift yönlü bir potansiyele sahiptir.

Teknoloji artık kendi başına fark yaratmıyor…

Bir dönem, yapay zekâ üretmek başlı başına bir üstünlük göstergesiydi. Ancak açık kaynak modeller, Llama, Mistral, Falcon vb., bu ayrıcalığı ortadan kaldırdı. Bu üçü, açık kaynaklı büyük dil modeli (Large Language Model) örnekleridir. Yani ChatGPT gibi yapay zekâ sistemlerinin, herkesin erişip kendi verisiyle eğitebileceği alternatif sürümleridir. Artık teknolojiye erişim neredeyse küresel ölçekte mümkün. Gerçek fark, bu araçların kim tarafından, hangi amaçla ve hangi değerlerle kullanıldığı noktada ortaya çıkıyor. Eğitim bu farkın en görünür olduğu alan, çünkü yapay zekâ burada yalnızca bilgiyi değil, insan olma biçimini de şekillendiriyor.

Yeni rekabet alanı, etik ve insan merkezlilik …

Önümüzdeki on yılda ülkeler sadece teknoloji üretme hızlarıyla değil, onu insani ilkelere göre yöneten sistemleriyle değerlendirilecek. UNESCO’nun da altını çizdiği gibi, artık mesele “yapay zekâsı güçlü ülke” olmak değil, “yapay zekâsı adil ülke” olabilmektir. Bu dönem, sanayi devriminde çevre ve insan hakları farkındalığının geç ortaya çıkışına benzer bir kırılma noktasıdır. Yani etik, artık bir tercih değil, rekabetin merkezinde yer alan yeni bir standarttır.

Yumuşak güç, değer sistemleri…

Küresel ölçekte güçlü olan ülkeler, yalnızca teknolojik ürünlerini değil, değer sistemlerini de ihraç edebiliyor. “Adil, etik, insani” yapay zekâ politikaları benimseyen ülkeler, yalnızca yazılım veya donanım değil; aynı zamanda pedagojik ve kültürel modeller ihraç eder hale geliyor. Finlandiya’nın eğitim sistemi ya da Güney Kore’nin kültürel endüstrilerigibi… Yapay zekâ çağında da yeni “değer markaları” benzerşekilde doğacak.

Anlamlı öğrenme, insan sermayesinin en rafine biçimi…

Yapay zekâ bilgiye erişimi kolaylaştırıyor; ancak bilgiyi anlama ve anlam üretme hâlâ insana özgü. Öğrenmeyi yalnızca otomatik süreçlere indirgeyen ülkeler kısa vadede verim elde etse de, uzun vadede yaratıcılık, empati ve etik muhakeme gibi insani becerilerde zayıflama riski taşır. Oysa bu beceriler, inovasyonun sürdürülebilirliğini belirleyen en temel sermayedir.

İnsan kalmayı başaranlar kazanacak…

Geleceği belirleyecek olanlar, yalnızca yapay zekâ sistemleri geliştirenler değil, onu insanlığın ortak iyiliği için anlamlı öğrenme deneyimlerine dönüştürebilenlerdir. Bu süreci “insan zekâsı + yapay zekâ” bileşkesine dayalı yeni bir medeniyet yarışı olarak görebiliriz. Kazananlar, teknolojiyi değil, insanı merkeze alanlar olacaktır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER