© Yeni Arayış

Ülke için iktidar, parti içi demokrasiden geçer

“CHP’nin söylediği ile yaptığı, siyasetteki çürüme zirve yapmış olsa bile farklı olmamalı. CHP yöneticileri meselelere hep 102 yıllık parti ve onun kazanımları, deneyimleri üzerinden bakmak zorundadır. Memlekette demokrasi açısından bir “varlık-yokluk” mücadelesi verilmektedir. Bunun önüne hiçbir kişisel hırs, beklenti, talep geçemez. Geçmemeli.

Gazetecilik okudum. Neredeyse hiç aktif gazetecilik yapmadım. Mesleğin hep piar yahut müşavirlik alanında kaldım; halen de öyleyim. Bununla birlikte yeri geldikçe yazarım; gazetecilik, halkın haber alma hakkı üzerine inşa edilmiş bir meslektir. Gazetecilik habere odaklıdır ve öyle “duyumlarıma göre” denilerek haber yazılamaz. Bu mesleği icra etmenin kuralları olmalıdır. Bu kurallar da eğitimle verilir; gazetecilik okulları bu nedenle vardır. Nasıl ki bir gazeteci, ziraat mühendisliği, tıp doktorluğu yahut makine mühendisliği yapamıyorsa diğer mesleklerden insanlar da gazetecilik yapmamalıdır; ehliyet şart yani…

E peki yazarlık?

Yazarlık, yorum içerir; herkes yazabilir. Hani şu meşhur klişedeki gibi, “haber kutsal, yorum hürdür”.

Gerçek düşüncesinin böyle olduğunu yakından bildiğim Sedat Bozkurt, son yazısında; “doktorlar mesleklerini nasıl mühendis, mühendisler de doktor olarak yazdıramıyorsa gazeteci sıfatı da bu kadar kolay yazılmamalı” diye yazmış son yazısında…

Mesele bu kadar basit…

Bozkurt, aynı yazısında, CHP’nin serencamını ele almış; esasında, uzun süredir iktidarla ilişkili olarak CHP üzerine yerli yerinde analizler yapıyor. Son yazısındaki önemli bulduğum analizine yeniden döneceğiz ama izninizle biraz tarihin tozlu raflarına dönmek isterim. Çünkü tarih, geleceğin rehberidir. Tarihi unutanlar, yaşanmışları, yeniden yaşamak zorunda kalır. Zaten, “tarih tekerrürden ibarettir; ilkinde trajedi, ikincisinde komedi” denilmesi de bundandır.

İKTİDARIN DÜMEN SUYUNA GİTMEK…

Bizim tarihimizin en belirgin özelliği, sık tekerrür ediyor olmasıdır. Sık sık birbirine benzer olaylarla karşılaşır; sonra yeni bir vakıa yaşanınca o olay unutulur. Ta ki benzer bir durum cereyan edene kadar…

Örnek mi?

DP’nin, 6 Eylül 1958’de yapılan Balıkesir İl Kongresini örnek verelim. Şimdi olduğu gibi o zamanlar da il kongreleri topluma mesaj vermek için kullanılırmış.

DP, o tarihte, ağır toplarıyla Balıkesir’e çıkartma yapmış. Kongre değil arena sanki… 20 ilden 60 milletvekili katılmış.

Kimler konuşmamış ki kongrede; dönemin TBMM Başkanı Refik Koraltan, Adalet Bakanı Esad Budaklıoğlu, Turizm ve Tanıtım Bakanı Server Somuncuoğlu, esip gürlemişler.

Belli ki Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in konuşması öncesinde ortam hazırlanması için kongrenin her aşaması planlanmış.

Ve nihayet Menderes çıkmış kürsüye. Dereden, tepeden derken, nereden ihtiyaç duyduysa sözü yıllar önce Atatürk’e yapılan suikasta atıfta bulunup, şöyle demiş:

 “Menfur suikastın müteşebbislerinin nasıl idam sehpalarında can verdiğinden ders alsınlar.”

Kim alacak o dersi?

Muhalefet…

Neden mi?

Çünkü İnönü, bir konuşmasında “siz iktidar partisiyseniz, biz de murakabe partisiyiz” demekle kalmamış; “hürriyet, adalet, müsavat” demiş de ondan.

Murakabe ne demek?

Denetim demek…

Demiş ki dönemin Başbakanı:

“Murakabe partisi diye kitapta yeri olan bir tabir yoktur. Murakabe, yalnızca TBMM’nin hakkıdır.”

“Gizli kapaklı iş yapmayın, denetime açın. Hakları ve hürriyetleri kullanma talebine karşı baskı uygulamayın” görüşünü dile getiren muhalefete dediğine bakın.

Bir şey daha demiş, dönemin başbakanı; “seçim yaptık, boyunuzun ölçüsünü aldınız”.

İktidar, her koşulda, kendi muhaliflerini mobilize etmek ister. Muhalifler, iktidarın kendilerine karşı kullandığı yöntemleri, kendi iç iktidarlarını sağlamlaştırmak için iç muhalefete karşı kullanırlarsa bu ülkenin aydınlık bir gelecek inşası giderek zorlaşır. Halbuki biz geleceği istiyoruz. Gelecekte hiç kimsenin hakkına tecavüz etmeyecek bir iktidarın inşa edilmesini savunuyoruz. Gelecekte inşa edilecek sistemi, bugünün siyasal örgütlenmesinde uygulamaktır aslolan… İradesiyle itibarı arasında doğru bağ kuran, geleceği kazanır.

MUHALEFET, SAĞLAM DURMAZ İSE DEMOKRASİ RAFA KALKAR

Boy ölçüsü dediği, 1957 seçimleri…

Ne olmuştu o seçimde?

Henüz oylama devam ederken ve seçim yasakları sürerken, iktidarın kontrolündeki radyo, seçimleri DP’nin kazandığını ilan etmişti.

Öyle bir süreç ki radyo, tıpkı şimdilerdeki TRT gibi kapılarını muhalefete açmadığı için muhalefet sesini duyurmak için BBC’de konuşmak zorunda kalmıştı.

O zaman da, şimdi olduğu gibi, iktidar, muhalefeti, “Türkiye’yi dışarıya jurnallemek” ile suçlamıştı.

İnönü, ertesi gün Başbakana verdiği yanıtta şunları söylemişti:

“Ortadoğu’nun ihtilal hareketleri, memleketimize ancak felaket getirir. Tarih daima göstermiştir ki ihtilal iki türlü olur. Ya doğru yoldan sapmış olan sokak serserileri meşru hükümetler aleyhine teşebbüs ederler yahut insan hakları dışında iktidar sürmek sevdasına düşenler ihtilali meydana getirirler. Her ne şekilde gelirse gelsin, bir ihtilal felaket ve istibdat getirir. 1958 Türkiye’sinde iftira ve tehditle yılacak siyaset adamı yoktur.”

Gene de devam etmiş iktidarın baskıları.

Esasen 12 Mart sonrası yükselen toplumsal muhalefetin doğal sonucu olarak 1974 ve 1977 seçimlerinde birinci parti çıkmasına rağmen doğru dürüst iktidar yüzü görmemiş Cumhuriyet Halk Partisi, bugün de, iktidarın baskısıyla karşı karşıya olmayı sürdürüyor.

Aradaki fark, Menderes döneminin baskıları, CHP’yi topyekun olarak karşısına almak üzerine kurgulanmışken, bugünün iktidarı, hem dışarıdan baskılarla hem de içeriye saldığı “Truva atları” ile CHP’yi sarsmak, gardını düşürmek ve CHP’nin etkisiz olduğu bir yönetme sürecinin iktidarı olmak istiyor.

Deyimin tam anlamıyla iktidarlar, 1950’den beri, CHP’yi “böl, parçala, yönet” modelini uygulama amacı güdüyor. DP dönemi ve sonrasında nice tuzaklar kurulsa da CHP, son döneme kadar tavizsiz bir yol tutturdu. Bununla birlikte mevcut iktidar, bütün diğer iktidarların uygulamalarından ders çıkarmış, olup biteni analiz etmiş ve bu analizlerinin sonucu olarak CHP’yi köşeye sıkıştıracak bir ortamı oluşturmuş görünüyor. İstanbul İl Başkanlığına atanan kayyımın, iktidarın, muhalefete yönelik senaryosunun bir sonucu olduğu kesindir. Hiç kuşkusuz, parti içi mücadelenin endazesinin kaçtığı görülse de, iktidara karşı her koşulda birlik olmak, tartışılamaz.

İRADE İLE İTİBAR KARDEŞTİR; AYIRAN KAYBEDER

Sevimsiz bir mesele ama delegelerin, oy kullanma iradelerini para karşılığı değiştirdiklerini konuşmaktan kaçınmak ne kadar doğrudur?

Kaçınılmamalı ve hatta varsa bu tipler, bırakın CHP iklimini, insani değerlerin var olduğu hiçbir iklimde kendilerine siyaset yapmak hakkı bulamaz hale getirilmelidir.

Yeniden Sedat Bozkurt’un yazısına yeniden dönelim. Şöyle yazmış Bozkurt:

“CHP’nin memleket için önemini en çok ve tarihsel bağ kurarak yazanlardan birisiyim. CHP eleştirilerimin tamamı daha iyi bir CHP içindir. CHP iyi ve güçlü olursa memleket daha iyi olur.”

Şöyle tamamlamış CHP’ye dair görüşünü:

“CHP’nin söylediği ile yaptığı, siyasetteki çürüme zirve yapmış olsa bile farklı olmamalı. CHP yöneticileri meselelere hep 102 yıllık parti ve onun kazanımları, deneyimleri üzerinden bakmak zorundadır. Memlekette demokrasi açısından bir “varlık-yokluk” mücadelesi verilmektedir. Bunun önüne hiçbir kişisel hırs, beklenti, talep geçemez. Geçmemeli.

Ortaya çıkan iddiaları gerektiği gibi parti olarak siz soruşturmazsanız, devleti ve onun kurumlarını politik araç haline dönüştürme yeteneği olan birisi istediği mecraya çekerek soruşturur.”

Bu kıssadan çıkaracağımız hisse şudur:

İktidar, her koşulda, kendi muhaliflerini mobilize etmek ister. Muhalifler, iktidarın kendilerine karşı kullandığı yöntemleri, kendi iç iktidarlarını sağlamlaştırmak için iç muhalefete karşı kullanırlarsa bu ülkenin aydınlık bir gelecek inşası giderek zorlaşır.

Halbuki biz geleceği istiyoruz.

Gelecekte hiç kimsenin hakkına tecavüz etmeyecek bir iktidarın inşa edilmesini savunuyoruz. Gelecekte inşa edilecek sistemi, bugünün siyasal örgütlenmesinde uygulamaktır aslolan… İradesiyle itibarı arasında doğru bağ kuran, geleceği kazanır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER