© Yeni Arayış

Uğurcan Çakır bizim neyimiz olur?

Canlı yayında TV’ye bağlanıp “Trabzonspor’un kaptanını kimse alamaz” dedikten birkaç gün sonra aynı oyuncuyu satınca, Trabzonspor başkanının sözünün kıymetini yeniden nasıl tesis edebilirsiniz?

Trabzonspor ve taraftarlık üzerine notlar

Trabzonspor taraftarları için, 2011-12 sezonuna kadar belki de en büyük travma 1995-96 sezonuydu; Fenerbahçe’ye şampiyonluk maçında kendi sahasında 1-2 yenilen Trabzonspor, o maçta liderliği kaybetmiş, sonraki iki hafta galip gelse de o avantajı iyi kullanan Fenerbahçe sezonu şampiyon tamamlamıştı. Şimdi belki 35 seneyi bulan Trabzonspor taraftarlığı geçmişimdeki ilk büyük üzüntüm bu şampiyonluğun dramatik kaybıydı, 13-14 yaşındaydım.

Ancak ondan sonraki bir transfer gelişmesi, o dramatik sezonun anılarını yeniden depreştirmiş, çocuk zihnimde yeni yarılmalara yol açmıştı. Hami Mandıralı, Ünal Karaman, Hamdi Aslan, Ogün Temizkanoğlu, Abdullah Ercan, Arçil-Şota kardeşler, Tolunay Kafkas’lı bu efsane kadroda, bugünün teknik direktörü Fatih Tekke de o sezon 18 yaşında gencecik bir oyuncuydu.

Bu kadrodaki en iyi oyunculardan, milli takım futbolcuları Abdullah ve Ogün’ün 1999 Mayıs’ında, henüz birkaç sene önce şampiyonluğu kaybettiğimiz Fenerbahçe’ye transfer olduğu günü aradan geçen 26 seneye rağmen çok iyi hatırlıyorum, çocuk aklımla ne kadar üzülüp ihanetle suçladığımı da. Oyunculara ateş püskürüyordum, yönetim zaten haindi, bir daha o takımı tutmayacaktım vs. Mümkün mü bu, taraftarlık zaten irrasyonel bir şeydir, bırakıyorum demekle bırakamazsın ki! Sonradan kongre üyesi olacağım kulüple, daha çok sevinçler ve travmalar yaşayacak, daha çok sevinip üzülecektim. Başarılar, başarısızlıklar, transferler, kaybedilen oyuncular, Avrupa’da boşa geçirilen hazırlıksız sezonlar, kadro zafiyetleri vs vs.

Uğurcan Çakır bizim neyimiz olur? Ya Dozer Cemil?

Uğurcan Çakır iki gün önce 30 milyon Euro civarında rekor bir bonservis bedeliyle Galatasaray’ın yolunu tuttuğunda tüm bu sahneler bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden. Şampiyon kadrodan Ogün ve Abdullah 1999’da Fenerbahçe’ye gittiğinde hissettiklerimi düşündüm. Şimdi oğlum İrfan Kemal, çocukken onun şu anki yaşında yaşadığım üzüntüyü yaşıyor mu diye baktım, üzüldü epey ama bonservisin yüksekliği onu da biraz ikna etmiş gibiydi. Neticede lisanslı futbolcu İrfan da; takım aidiyetleri de transferlerin sıklığı ve rutinliği de bu dönemin çocuklarında bizimki kadar altüst oluşlar yaratmıyor olabilir. Kuşak farklarını anlayabiliyorum, zor da olsa kabullenmek gerekiyor bu tür sembolik değerlerin azalıp kayboluşunu.

Ama ben yine üzüldüm, Ogün-Abdullah gittiği dönemki kadar değildi belki ama yine de üzüldüm, o da üzüldü; sonuçta takımın en önemli oyuncusu, milli takımın kalecisi ve bizim “kaptanımız” gitmişti. Herkes 1970’lerdeki o unutulmaz şampiyonluklar yaşayan kadronun efsane kaptanı Dozer Cemil değildi neticede. Trabzonlu ve Trabzonsporluydu Cemil Usta, İkinci Lig’deki kadroda da vardı, 1973’te Birinci Lig’e çıkan kadroda da vardı, sol bekti, takım kaptanlığına getirilmişti, ilk iki şampiyonluktaki kadronun kaptanıydı. 1978-79 sezonu öncesi kulüp kendisiyle yola devam edilmeyeceğini söylediğinde futbol hayatını da o gün bitirmişti. Kendisini transfer etmek isteyen Rizespor başkanına söylediği söz bugün hala dilden dile aktarılır: “Ben Trabzonspor’un kaptanıyım, başka bir kaptanın arkasından sahaya çıkmam.”

Dozer Cemil sadece 27 yaşındaydı, futbolu bıraktı. Devam edebilir, yeniden Trabzonspor’a dönebilirdi de belki, devam etmedi, ona ağır gelmişti kaptanı olduğu takımdan gönderilmek. Aradan 40 sene geçince bir başka Trabzonspor kaptanı yine aynı sözlerle takıma ve futbola veda edecekti: 2010-11 sezonunda kazanılan ancak tenekesi müzemize girmeyen şampiyonluğun mimarlarından Onur Kıvrak, sıkıntılı geçen sezonların ardından 2018-19 sezonu başlarken kadro dışı bırakılmıştı. “İdman yaptığımız tesislerde Dozer Cemil’in sözü asılıydı” diyecekti o da. “Ben de Trabzonspor’un 6 sene kaptanlığını yaptım, Dozer Cemil gibi ben de bir başka takımın kaptanının arkasında sahaya çıkmam” dedi ve 30 yaşında futbolu bıraktı Onur da. Takımın kaptanıydı, kulüp içi dengelerde olumsuz rolleri de olmuştu ama şimdi o tatsızlıkları kimse hatırlamıyor bile, futbolu neden bıraktığı hatırlanıyor bugün sadece. Doğrusu da bu.

Dozer Cemil’le Onur Kıvrak’ı aynı cümlede anıyoruz şu an, hep anacağız, biri 28 diğeri 30 yaşında bir aidiyet dersi vererek futbolu bıraktılar. “Ben futbolu sevmiyorum, Trabzonspor’u seviyorum, Türkiye’de futbolun sevilecek bir yanı yok” sözleri de aynı anlayışın devamı aslında. Türkiye’de takım taraftarlığı ve aidiyet biraz da böyle bir şey aslında, ama günümüzde bu çoğunlukla taraftarların neredeyse tamamını, ama futbolcuların çok az bir kısmını kapsıyor.

Geçmişte Çin’de, bugünlerde Suudi liginde görülen anormal ücretleri karşılamak için bu ülkelerin fonları var; Türkiye’de bu böylesi fonlar ve kulüp gelirleri yokken bu anormal ücretler, bir oyuncuya verilen 80 milyon Euro bonservis bedelleri, yıllık 15-20 milyonluk tek futbolcu ücretleri nasıl ve neyle karşılanacak? Kuvvetle muhtemel borçlanmaya giden kulüpler kendi geleceklerini ipotek altına alıyor, nasılsa başkanlar ve yönetim kurullarının görevi bıraktıktan sonra mali yükümlülükleri kalmıyor kulübe karşı.

***

Peki Uğurcan Çakır olayına nasıl bakmalı? Kaptanı olduğu kulübü, üstelik aldığı yıllık ücrette ciddi bir iyileştirme yapılıp yıllık 3 milyon Euro seviyesine çıkartma teklifi yapılmışken, gitmemesi için herkes seferber olmuşken, daha düşük bir ücrete Galatasaray’a gitmesini nasıl değerlendirmeli? Uğurcan’dan da bir Dozer Cemil veya Onur Kıvrak aidiyet beklemeli miyiz?

Bence beklememeliyiz. Şu an çok farklı bir dönemde yaşıyoruz, futbol endüstrisinin ulaştığı seviye ve piyasada dönen paranın baş döndürücü düzeyi, insanların bakışlarını bulanıklaştırıyor haliyle. 50 sene önceki aidiyet numunelerini veya kendisini bir kulübe adama meziyetini herkesten bekleyemeyiz. Baresi, Maldini, Puyol, Totti veya daha yakın çevremizden Dozer Cemil, Bülent Korkmaz, Volkan Demirel örnekleri bu yüzden çok çok nadirdir ve parmakla gösterilir. Uğurcan’dan da bunu beklememiz şart değil, onu da bu baskı altına sokmamıza gerek yok zaten.

Kaldı ki bu insanların aileleri çocukları vs var ve herkes Trabzon gibi –bize benzersiz gelen ama nihayetinde herkesin sevmeyebileceği- bir şehirde on yıllarca yaşamak zorunda değil. Üstelik Galatasaray’la Şampiyonlar Ligi’nde oynama şansı var bu sene ve yaşı 30’lara yaklaşmışken o sahnede ve o seviyede oynamak Uğurcan’ın da hakkı. Trabzonspor olarak biz maalesef düzgün ve orta vadeli sürdürülebilir bir kadro planlaması yapamadık, bu imkânı veremedik kendi oyucularımıza. Üstelik Abdülkadir Ömür’ün birkaç sene önce Manchester City tarafından istenip de gönderilmediği ve ondan sonra bir daha da kendini toparlayamadığı realitesi ortadayken, birkaç senedir ayrılmak isteyen bir oyuncuyu zorla takımda tutmak riskini almak istemedi yönetim. Bu durumların hepsi anlaşılır şeyler, ama taraftar duygusal olur, bunlara ikna olmak istemez. Dolayısıyla yönetim daha mantıklı bir iletişim stratejisiyle bu tür sıkıntılı süreçleri hasarsız atlatmak zorunda.

İkinci olarak ödenen para, vergiler çıkınca ve bonusla birlikte 30 milyon Euro ki bu rakamın bir kaleciye verilmiş olması bile başlı başına haber değeri taşıyor. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazandırmış, İtalya Milli Takım kalecisi Donnarumma’nın 30 milyona PSG’den Manchester City’ye gittiği, City’nin kalecisi Ederson’un bu rakamın yarısının da altında bir değerle Fenrbahçe’ye geldiğ bir piyasada, Uğurcan’a 30 milyon ödenmesini tuhaf bulanlar var. Ancak Muslera sonrası kaleci bulamayan Galatasaray’ın, Donnarumma ve Ederson’u da alamayınca bu parayı ödemesini de kendi mali dengelerine bırakıyorum.

Uğurcan, milli takımın asıl kalecisi, örneğin Fransa’da doğmuş olsaydı bu yetenekleriyle 30 milyon Euro’yu bulmakta zaten zorlanmazdı. Ancak Türkiye’deki liglerin rekabet seviyesinin düşük olmasından dolayı Avrupa’daki kulüpler bu seviyede bir bonservisi Türk kulüplerine hiç ödemedi, hele bir kaleci için asla ödemeye yanaşmadı.

Ancak Trabzonspor açısından asıl sorun, yıllardır aşılamayan kadro kurma zafiyeti. Futbol ekonomisinin geldiği aşamada değerini bulan her futbolcu satılabilir, fakat doğru zamanda ve doğru iletişimle bunu yapmak gerekir. Canlı yayında TV’ye bağlanıp “Trabzonspor’un kaptanını kimse alamaz” dedikten birkaç gün sonra aynı oyuncuyu satınca, Trabzonspor başkanının sözünün kıymetini yeniden nasıl tesis edebilirsiniz? Kaldı ki tüm zorluklara ve tüm transfer sorunlarına rağmen lig başlamışken ve ilk 4 haftada 10 puan toplayıp taraftara yeniden hayaller kurdururken, takımın en iyi oyuncusunu, ligin süperstarını satmayı taraftara izah edebilmek çok güç.

Benim gibi Dozer Cemilleri, Onurların futbolu bırakma hikâyelerini bilenler yaşayanlar bile futbolun ekonomisini düşünerek bir noktaya kadar bu tür astronomik bedelli satışları sineye çekebilir. Ancak Uğurcan’ın yerini dolduramayınca ve bunun maliyetini yarın sahada kaybedilen puanlarla ödemeye başlayınca taraftarı teskin etmek zorlaşır, Fatih Tekke gibi bu kulübün efsanelerinin bile altından kalkamayacağı olumsuz bir atmosfer yaratabilir. Şenol Güneş gibi gerçek bir tecrübe abidesi ve efsane dahi geçen sezon benzer bir kırılmayı yönetemediği için erken bırakmak zorunda kaldı.

Türk futbol ekonomisi nereye koşuyor? İflasa?

Öte yandan burada Türk futbolu açısından alarm zillerini çaldıran başka bir büyük problem söz konusu. Geçen seneden beri Türk kulüpleri inanılmaz derecede yüksek rakamlarla transferler yapmaya başladı. Böyle bir ekonomisi var mı Türk futbolunun, bu rakamları kazanabiliyor mu kulüpler de bu kadar rahat harcayabiliyor? Borçla alım yapılıyorsa bu borçları kim ödeyecek ve kulüpler bu çarkı nasıl çevirebilecek? Uğurcan için 36 milyon Euro harcanan bir piyasada her oyuncunun değeri de otomatikman artacak ve bu maliyetler katlanarak gidecek?

Peki Türk futbolu bu büyüklükte mi ekonomik olarak, yayın gelirleri ve diğer kupa katılım gelirleri bırakın bonservisleri karşılamayı, oyuncuların yıllık ücretlerini bile zor karşılayabiliyor. Geçmişte Çin’de, bugünlerde Suudi liginde görülen anormal ücretleri karşılamak için bu ülkelerin fonları var; Türkiye’de bu böylesi fonlar ve kulüp gelirleri yokken bu anormal ücretler, bir oyuncuya verilen 80 milyon Euro bonservis bedelleri, yıllık 15-20 milyonluk tek futbolcu ücretleri nasıl ve neyle karşılanacak? Kuvvetle muhtemel borçlanmaya giden kulüpler kendi geleceklerini ipotek altına alıyor, nasılsa başkanlar ve yönetim kurullarının görevi bıraktıktan sonra mali yükümlülükleri kalmıyor kulübe karşı.

Peki bu borçlar sürdürülebilir mi? Bu balo patlayacaksa ne zaman ve hangi noktada patlayacak? Kendi tabii sürecinde ilerlemeyen bu sürecin vereceği zararı birileri düşünüyor ve önünü almaya çalışıyor mu?

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER