© Yeni Arayış

Tüketiyorum, o halde VARIM!

Olağanüstü bir dijital icat ve algoritmik bir yayılmacılık var. Elinde akıllı telefon tutan ve kullanan hiç kimse bağımsız değil.

Platforma katılman büyük bir özgürlük ve milyonlarca iştirakçi ile ile eşitlik anlamına geliyor. Yaş, cinsiyet, sınıf, gelir… hepsinin canı cehenneme. Varım, iştirak ediyorum, ben de sizdenim, az ya da çok alıyorum. Keramet burada. Like ediyorum,i tüketiyorum, o halde varım.

Çağdaş olmak neredeyse moda olanı tüketmekle eşleşmeye gidiyor; en azından kapitalizmin tüketme nesnesinin öneminin farkında olmayanlar açısından. Üstenci bir dil kurduğumun farkındayım ama direk damardan başlamak istedim. “Alışveriş” o kadar sıradan, “günlük dijital davranış”  o kadar basit ve “normal” karşılanmaya başlandı ki bu normalin sağlıklı bizleri düşünsel olarak yok eden tümörlere çevirdiğini ve hatta “beğenmezsek ( like etmezsek ), alışverişe çıkmaz veya görmek amaçlı ama doğrudan ama dijital gezinmezsek, ve önemli bir refleks olarak satın almazsak ve satın aldığımızı bir ürün olarak göstermezsek yok oluşun başlangıç evresindeyiz gibi. Olmak veya olmamak; like etmek / satın almak veya toplumsal olarak görünmemek. Bizi veya biz demesem de toplumu bekleyen en önemli “beka” sorunu. Beka sözcüğünü güvenlik veya ekonomi dışında daha sıradan veya daha günlük ama varoluş açısından daha paradigmal bir yok oluşa dikkat çekmek için kullandım.

Bu yazıya neden böyle bir giriş yaptım?

Kızım Ceren’in  “Siyaset ve Uluslararası İlişkiler” Mezuniyet törenine mor bir gömlek, keten bir pantolon ve spor bir ayakkabı ile gittim. Ve kızım da kapalı sosyal medya grubunda benim bu kostümümle ! olan bir fotoğrafımızı paylaşmış. Grupta olan ve çok sevdiğim kuzenim, mezuniyeti tebrik ederken ironik bir mesaj yazmış:

“Bebişim çok tebriks. Ama lütfen ilk maaşınla babana bir ceket takım al. Ya da alalım. Bu adam her kutlamaya aynı gömlekle gidiyor. Yazık.”

Aslında gülerek ve de bu yazı fikri için sevinerek okuyarak, klavyeyi araç edindim. “her kutlamaya” dediği iki yıl önceki kızkardeşinin nikahına da aynı gömlekle gitmem. Farkında bile değilim. Olsam da farklı bir davranışta bulunmazdım. Burada “yazık” ile biten ve bence kara mizah olan, kuzenimin son derece eğitimli, akıllı, başarılı, toplumsal duyarlılığı olan vicdanlı bir kimliğe sahip olmasına  rağmen sistemin sürekli empoze ettği  “formel görünüm, yakışanı giyme, cinsiyetçi form,  moda ve marka“sözcükleri ile   ifade edilebilecek tii geçen bir “samimi” eleştirel bir düşünce, hatta biraz daha ileri giderek “alalım” diyerek taamüden örgütlü bir davranışı da düşünmesi(  belki İskoç eteği veya bermuda şort ile gelecektim ! ?). Bu cümle bugünkü hukuksal zeminde suç olur mu bilemem. Lakin sisteme muhalif ve benden fazla vicdanlı kuzenimin ve de bir cümle yakın çevremle toplumun bu tüketim kalıplarının farkında olmadan etkisinde kalması gerçekte bu yazının ana motivasyonu oldu. Sağol kuzen.

Beğeniyorum, beğeniyorsun, beğeniyor.

Beğeniyoruz, beğeniyorsunuz, beğeniyorlar.   O  halde VARIZ.

Artık beğenmek,  bireysel değil toplumsal bir davranış ve hatta haddimi  aşıp biraz daha ileri giderek histerik bir refleks diyebilirim. Neden?

Jean M. Twenge’nin “ i-nesli” çalışmasından feyz alarak, yukardaki yaklaşımla bağlantılı cümleyi kurmak isterim. Bu çalışmada, yapılan onlarca araştırma sonucunda deniyor ki:

“2011-12, Amerikalıların çoğunun internete erişimi olan cep telefonlarını, yani akıllı telefonlarını kullanmaya başladığı yıldı. Bu ani değişimin ürünü de i-nesli” [1]

Bu cümlede altını çizmemiz gereken üç temel öğe var. Birincisi bir teknolojik ürün olarak akıllı telefonların 2011-12 de evrimsel “yeni“ bir ürün   olarak kapitalist ama “makine icadından farklı olarak” evrensel  bir meta olarak icadı, ikincisi en önemli sonucu, bu icadın sonraki yıllarda bir sosyo-kültür biçimi olarak sosyal medya ve dijital araçlara alt yapı sunarak,  Newyork’tan İstanbul’a, Silikon Vadisinden Tunus ve Mısır’a, İran’dan Seul’a yeni bir “ kullanıcı tipi ”  yaratması. Ve bence en önemli üçüncü sonucu  “kullanıcı” kavramından bağımsız ama onun sağlayıcılığında yeni bir kuşak yaratması. Bildiğimiz üst-yapı kültürel yaratıcılıklardan farklı olarak gelişmiş-az gelişmiş farkı olmaksızın kapsayıcı ve daha da komiği tıpkı kot pantolon gibi eşitleyici bir  kullanıcı. Bu kullanıcı kim? Veya bu kullanıcı sıradan ve manuel bir işlikçi mi yoksa dijital bir sistem aparatı mı? Veya yeni bir toplumsal sınıf mı?       “ Sınıf” derken, kapitalizmin yarattığı ve  bildiğimiz ekonomik ve kültürel katmann farkında ve dışında, sınıfı veya ait olduğu toplumsal çevre ne olursa olsun “ kuşağımın” kot pantolon eşitleyiciliğinde olduğu gibi çağdaş eşitleyici mi? 

Olağanüstü bir dijital icat ve algoritmik bir yayılmacılık var. Elinde akıllı telefon tutan ve kullanan hiç kimse bağımsız değil. Haberleşme adına “ Alo “ sesi, günlük kullanımda neredeyse istisnai bir davranış, tıpkı sekiz saatlik iş gücü içerisinde mola gibi. Akıllı telefonlar artık haberleşme aracı olmanın ötesinde sosyal medya okyanusunda “ özgürlük” adına sörf gibi. Tıpkı internet ortaya çıktığında “ bilginin özgürlüğü” denildiği gibi. Oysa, Newyork Borsasında ilk sıralarda bulunan şirketlerin algoritmik zekası, her saniye yeni keşifleri ile sosyal medyada yeni bağımlılık biçimleri üzerinde ışık hızı ile çalışıyor.

Artık formel olana rahatça iştirak edebiliriz. Neyin hangi cinse veya ciinsiyetsizlere yakıştığı her gün yeniden izah edilmektedir. Renklerin, mimarinin, konfeksiyonun ve hatta gastronominin bir algoritması var. Beğenimiz algoritmanınn yol göstericiliğinde satın  alma tıklaması başlangıcındadır.

Artık tüketmek dijital bir davranış.

Dijital “like” bir varoluş ve ardından online alışveriş yeni bir tüketici davranışı. İşveren veya işçi, girişimci veya öğrenci, bürokrat veya memur; toplumsal tanımın neyse ne? Yatayda herkes dijital vatandaş; adı vatandaş veya dijital köle. Eğer sosyal medya kuyusuna düştüysen, like’n kadar var, beğeni sayın kadar toplumdaşsın; devamla yaptığın alışveriş ile varlığının ispat edenisin. Gelir durumun önemli olmadan gülümsemenin eşitliğinde, beğeninin handikapısındasın. Üniversite mezunu ile mezunsuz artık eşit; patron ile çalışan eşit; ebeveyn ile çocuk eşit; ne yaşın ne de cinsiyetin önemi var; kim neyi hayal ediyorsa avatarı ile o; artık gerçek kimlik yok. Ama mutluluk anları, ama photı shoplu fotoğraflar, aynı gülücüklerle hepimiz eşitiz. 2012 icadı akıllı telefonlar bilinen ve görünen sınıfsal ve toplumsal farkları ortadan kaldırarak, bir ömür boyu sınıf atlamak için bizleri uğraştırmaktan geri durmamızı sağlıyor. Yaşasın sosyal medya, yaşasın gülücüklü fotoğraflarımız, yaşasın like edenlerimiz.

Ve hatta bırakınız yaşlarımızı,  toplumsal cinsiyetlerimiz bile eşitlendi. Sahiciye yakın avatarlarımız var. 2012- 2025 gibi kısacık bir zaman aralığında, toplumsal okumalarımız açısından okuyarak-sindirerek öğrendiğimiz toplumsal katman ve sınıf öğretilerini ışık hızı ile atlayarak “kapsayıcı” ve görünürde        “ eşitleyici” yeni bir davranışsal ama sonuçta tüketici bir birey oluştu. Yakın geçmişte bir banka sloganı olan “yok aslında birbirimizden farkımız” cümlesi, sosyal medyada “like” etkisi ile  toplumsal eşitleyiciye dönüşmenin rahatlığına kavuştu. Önemli olan gülümsemek, “like” etmek ve algoritma yönlendirmesi ile satın almak. Tek fark satın alma büyüklüğü. Tıpkı İstanbul Boğazının  herkese “ boğaz seyri” sunma eşitliği gibi. Herkes sosyal medyada aktör, herkes seyirci, herkes eşit birey ve herkes her şeyi satın alan. Gelir durumun fark etmez. Bordron fark etmeksizin aynı dijital kanallarda yer alabilir, aynı platformarlarda özgürce katılabilir, milyar dolarlık satın alma şirketlerinin eşit katılımcısı olabilirsin. Senin 100 TL ile benim 200 TL’em arasında iştirak etmem açısından fark yok. Kumarhane girişinde pasaport kontrolü yok, bordro hacmi yok, neyi ne kadar aldığının önemi yok. Yeterki platforma katıl ve bu büyük dünyanın bir parçası ol. Platforma katılman büyük bir özgürlük ve milyonlarca iştirakçi ile ile eşitlik anlamına geliyor. Yaş, cinsiyet, sınıf, gelir… hepsinin canı cehenneme. Varım, iştirak ediyorum, ben de sizdenim, az ya da çok alıyorum. Keramet burada. Like ediyorum, tüketiyorum, o halde varım.

Bu zevkli ve uzun bir sohbet olabilir. Ben Kuzenim’in sınırlaması ile devam etmek istiyorum. Kent insanını farklılaştıran nedir? Uyuduğumuz, işe gittiğimiz, bindiğimiz taşıma araçlarının, yemek yediğimiz, izlediğimiz seyirlerin bizde ortaklaşma hali var mı? Kent yaşayanı olarak yaşamsal varlığımız ile duygusal varlığımız nerede hazza dönüşüyor? Kentte yaşamak bizi nasıl var ediyor? Maddi varlığımız yaşamına biyolojik olarak devam ederken haz varlığımız nerelerde nefes alıp veiyor? Günün ayakta motive ettiği bedenimiz uyku ve rüya dahil var olma halini nerelerde hazza dönüştürüyor. “Oh  iyi ki varım” cümlesini miniminacık bir beden olarak sonsuz uzayda kurmak fikri aklımıza geliyor mu? Soruları çoğaltabiliriz. “ Düşünüyorum o halde varım” cümlesinden son iki yüzyıldır “ farkındayım, sorguluyorum, varım ve değiştirebilirm”  diyecekken dijital emperyalizm çıktı geldi. Üstelik Marks’ın çözümlediği kapitalist çelişkiye çalım atarak, “internet özgürlüktür” sloganının açtığı yolda  algoritmik zekanın engellenemez, platformu gönüllü kabul eden iştirakçi tecavüzü ile… Ağır cümle olduğunun farkındayım.

Lenin’in büyük bir öngörü ile çözümlediği finans kapital, üretim ve tüketimi bildiğimiz  konvansiyonel “piyasa” dan farklı olarak   dijital platformlarda bir araya getirerek kent yaşayanını “sınıfsız” gibi gözüken yeni bir “var olma” alanına çekti. Burjuvazi tanımlı üretici yeni “dijital üretici” kimliği ile çatışma olmaksızın milyarlarca insanı platformlarda iştirakçi yaparak,  “piyasa” olduğu   gibi alıcı-satıcı karşılaşmasından farklı olarak, sosyo ekonomik kimliğini gizleyen veya avatarını kullanan  dijital katılımcıları kendine “like” etti. Açık rıza, iştirak, like, gülümseme ve satın alma. Artık sınıfsal çelişki aranamaz. Like et, gülümse, gezin ve satın al.

Artık formel olana rahatça iştirak edebiliriz. Neyin hangi cinse veya ciinsiyetsizlere yakıştığı her gün yeniden izah edilmektedir. Renklerin, mimarinin, konfeksiyonun ve hatta gastronominin bir algoritması var. Beğenimiz algoritmanınn yol göstericiliğinde satın  alma tıklaması başlangıcındadır. Tıkla, seç ve rahat et. Sen de formel ekibimizdesin. Renk dediğin ne ki, bugün mor yarın rengarenk, dün smokin bugün mor  gömlek, yarın…

Sevgilerimle kuzen.  

[1] Jean M. Twenge, i-nesli, Kaknüs yayınları, İstanbul 1. Basım 2018, s. 25

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER