Tribünlerde yaşananlara nasıl bakmalı?
SİYASETEvet, statlarda oluşan kalabalık sıradan bir kitle değil artık. İçine girilen büyülü atmosferde o kitlenin parçası olma ince çizginin kopmasına bağlı. İçinde olduğunuz toplumsal iklim ve yaşam koşulları sizi birey olmaktan kitlenin parçası haline getirdiğinde; tek başınıza kaldığınızda yapmış olamam dediğiniz pek çok şeyi yapmış olmanız kuvvetle muhtemeldir.
Geçtiğimiz hafta Bursaspor taraftarı Somaspor’la deplasmanda oynadıkları maçta, Kürt Siyasi Hareketinin sembol isimlerinden Leyla Zana’ya yönelik cinsiyetçi sloganlar attı. Bursaspor yetkilileri, bu slogan ve tezahüratlara tepki gösterirken; kendilerini milliyetçi pozisyonda tanımlayan siyasiler ise Bursaspor’un bu dönem sponsoru olan içecek markası üzerinden bu tepkileri açıkça ifade etmeseler de sahiplendiler.
Bu olayı nasıl yorumlamalıyız?
Tribünlerin bu tepkisi, içinde olduğumuz “terörsüz Türkiye” süreci ile bağlantılı mıdır ve sürece tepki midir?
Eğer öyle ise sorumlu siyasiler midir yoksa tribünler mi?
Bu sorulara cevap aramadan önce şu tespiti yapalım; Amedspor (ve öncülü Diyarbakırspor), farklı dönemlerde sadece Marmara ya da Ege’de değil ülkenin farklı bölgelerinde, farklı zamanlarda yapılan maçlarda dozları farklı olsa da farklı tepkilerle karşılaşmıştır.
Aşağıda basit bir google araması ile karşımıza çıkan üç farklı tarihte gerçekleşen olayları paylaşıyorum.
Tarih 5 Mart 2023. Bursaspor ile Amedspor'un maçı öncesi sahaya çıkan Amedspor oyuncuları saldırıya uğradı. Kaleci Cantuğ Temel'in yaralandığı olaylardan sonra Bursaspor tribünlerinde de ‘Yeşil’ lakaplı Mahmut Yıldırım, JİTEM'in kilit isimlerinden ‘Pala’ lakaplı Cem Ersever ile faili meçhul ölümlerin sembolü Beyaz Toros afişleri açıldı.
Tarih 28 Ağustos 2024. Amedspor İstanbul Olimpiyat Stadyumu’nda Sakaryaspor ile 0-0 biten maç sonrasında sosyal medyada paylaşılan görüntülerde maça giden bir grup Sakaryaspor taraftarının adı 90’lı yıllarda Kürt illerindeki faili meçhul cinayetlerle özdeşleşen "Yeşil" kod adlı JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım'ın fotoğrafından maske yaptığı ve bu maskelerle maça gittiği görüldü.
Tarih 23 Aralık 2025. Yani 2 gün önce. Amedspor deplasmanda karşılaştığı Bodrumspor ile berabere kaldı. Ne yazık ki, maç öncesi ve sonrası Amedspor taraftarlarına saldırılar gerçekleşti.
Aldığım üç örnekten ilk ikisi 1 Ekim 2024 öncesi yani “terörsüz Türkiye” süreci öncesi. Son örnek ise Leyla Zana’ya yönelik atılan slogan ve tezahürat gibi çok yeni.
Bu açıdan, son 1 hafta içinde gerçekleşen saldırılardan hareketle tribünlerin süreç üzerinden bir tepki verdiğini söylemek fazlasıyla kesin bir tespit olur.
Nitekim öncesi de var.
Bu açıdan, siyasileri son süreç bağlamında toplumu ikna edemediler, tepkiler bu yüzden türünden suçlamak da kolay bir açıklama olur ama bu bizim daha derindeki sorunu görmemize engel olur.
GERÇEKTEN EŞİT OLMAYA İHTİYACIMIZ VAR
Açık konuşalım ki, Türkiye’de Kürt Siyasi Hareketi kadar kendilerini kamusal alanda Kürt kimliği ile ifade etmek isteyen kurumlardan kişilere kadar geniş yelpazenin zaman zaman tepki ile, farklı dışlanma türleri ile karşılaştıklarını biliyoruz.
Bir yandan Turgut Özal örneğinden hareketle Kürt Cumhurbaşkanımız oldu diye övünüldüğü gibi; Ahmet Kaya, bir ödül gecesinde Kürtçe klip yapacağım diyerek sahiplendiği Kürt kimliği nedeniyle marşlar eşliğinde linç de edilebiliyor bu toplumda.
İfade ettiğim gibi bu durum, kişiler için de, kurumlar için de böyledir.
İtiraf edelim ki Türkiye’de yasalarda var olan vatandaşlık tanımı, vatandaş olan herkes için eşit uygulanamadı.
Geniş perspektiften bakıldığında PKK bu yaklaşımın sonucudur. Kürt sorunu yok denerek yok olmuyor. PKK tüm unsurları ile silah bıraktığında da Kürt sorunu ortadan kalmış olmayacak. Ve Kürt sorunu çözülmediği, Kürtler kendilerini bu ülkede sadece kanun önünde değil zihnen de eşit hissettiklerinde sorun çözülmüş olacak.
KİTLE İÇİNDE KENDİNDEN GEÇMEK
Bu yaşananların daha temelde Kürt sorunu ile Kürt kimliği ile doğrudan bağlantısı olduğu kadar; örnek olayda ele almamız gereken başka konu da tribün gerçeğidir.
Tribünler sonuçta tek tek insanların bilet alarak maç izlediği ortamlar olsa da; tribün liderleri, taraftar grupları statta tüm tezahüratların mimarisini, stadın atmosferini kurgulamaktadırlar. Bu grupların çoğunlukla, kulüp yönetimi ile de organik olmasa da bağları var.
Bu grupların, yönetimler, başkanlar ve alternatif adaylar için kamuoyunda meşruiyet sağlama/ma/k gibi işlevleri de var. Ve yazık ki, Türkiye’de taraftar grupları ile kulüp yönetimleri arasındaki ilişki şeffaf değil. Bunun sağlanması, Türk sporu için elzem konu başlıklarından biridir.
Yukarıda ifade ettim, bireyler tek tek bilet alarak maçlara gitseler de; içinde girdikleri ortamın büyük bir “kitle” olduğu unutulmamalıdır.
Belki genelleme olacak ama bu ortam ve kitlenin parçası olma hali üstüne iki alıntı yapacağım;
Sigmund Freud şöyle der; “Kitleye katılan birey, artık yalnızca kendisi değildir; onun yerini kitle ruhu almıştır.”
Yine Gustave Le Bon da; “Bir kalabalığın parçası olan insan, tek başınayken bastırdığı içgüdülere kolayca teslim olur. ... Kalabalıklar içinde birey, artık kendisi değil, kendisini yönlendiren kolektif bir ruhun parçasıdır.”
Evet, statlarda oluşan kalabalık sıradan bir kitle değil artık. İçine girilen büyülü atmosferde o kitlenin parçası olma ince çizginin kopmasına bağlı. İçinde olduğunuz toplumsal iklim ve yaşam koşulları sizi birey olmaktan kitlenin parçası haline getirdiğinde; tek başınıza kaldığınızda yapmış olamam dediğiniz pek çok şeyi yapmış olmanız kuvvetle muhtemeldir.
O nedenle tribünlerde olan toplumdan ve siyasaldan bağımsız değildir. Bu yüzden siyasileri düşen sorumluluk, her zamaninden fazladır.
İlginizi Çekebilir