Terörsüz Türkiye CHP’siz olabilir mi?
SİYASETİktidar ve son dönemde devletin eklemlendiği blok, yürüttüğü bu süreçle CHP’yi, bir anlamda “devletin yasaklı çocuğu” ilan etmeye ve onu siyaseten işlevsiz hale getirmek istiyor.
Demokratik Türkiye’nin yolu ise ancak siyasetin ve demokrasinin alanının genişlemesi ve gerçek siyasetle mümkündür. Bu da ancak, iktidar blokunun CHP’ye karşı izlediği ötekileştirici politikadan geri atmasıyla mümkündür. Erdoğan İmamoğlu endişeyle buna sıcak bakmayabilir ama terörsüz Türkiye devlet politikası olarak kalıcı olacaksa burada da Bahçeli’ye önemli bir rol düşecektir. Çünkü CHP’siz terörsüz Türkiye başarıya ulaşamayabilir.
Dün bu sayfada yayınlanan siyaset bilimci Armağan Öztürk’ün yazısı pek çok açıdan tartışılmayı hak ediyor.
Yazı, esas olarak CHP’nin içinde olduğu koşullarda iktidarla mücadele etmesinin zorluğuna dikkat çekerek, bir noktada müzakereye oturmasının gerekliliğini savunuyor. Ve bunun farklı argümanlarla (soruşturmalarda son durum, parti içi gerilim vs) destekliyor.
Her şeyden önce siyaset “sonuç” alma sanatıdır. Ama bu, “siyaset” dediğimiz alanının asgari demokratik zemininin var olmasıyla mümkündür.
Kabul edelim ki Türkiye’de seçimlerin –şimdilik- olması, Meclis’in açık olması ve bunun gibi bazı koşulların varlığı, tek başına siyasi alanının asgari koşullarının varlığını garanti etmekten çok uzaktır. Ve Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi ile Türkiye, adım adım siyaseten ve dolayısıyla demokrasinin alanın daraldığı apolitik/siyasetsiz bir model her gün biraz daha güçleniyor.
Bunun sonucu olarak, siyaset gibi, demokratik alan da her gün giderek daralıyor. Düşünce ve ifade, medya özgürlüğü buna bağlı olarak daralıyor. Elbette bu daralma muhalefet partilerinin siyasi alanları için de geçerlidir.
Bu açıdan, siyasal iktidarın ve onları destekleyenlerin her şeyi alabildiği/yapabildiği bir ortamda muhalefet olmak, muhalefete yakın olmak bir anlamda iktidarın “öteki”si olmak için yeterlidir. Ve öteki olmanın anlamlı da “olağan şüpheli” olmaktır.
İktidar ve son dönemde devletin eklemlendiği blok, yürüttüğü bu süreçle CHP’yi, bir anlamda “devletin yasaklı çocuğu” ilan etmeye ve onu siyaseten işlevsiz hale getirmek istiyor.
DEVLET VE ONUN ÖTEKİLERİ
Yazılarımda sıkça ifade etmeye çalıştığım gibi iktidar bloku gerekçesi farklı nedenlere dayansa da 2022’den bu yana kendi tanımları ile “Yerli ve Milli Muhalefet” istiyorlar. Bunu Erdoğan ilk defa 15 Ağustos 2022’de; “Bu ülkenin en büyük açığı demokrasiyi içselleştirmiş, milletin değerleri ile barışmış, yerli ve milli muhalefet açığıdır.” İfade etti.
Burada tariflenen muhalefet, iktidarın siyasal tercihlerine destek vermese de, itiraz etmeyen bir muhalefettir.
Ancak bugün CHP başta olmak üzere muhalefetin büyük kısmı, iktidar blokunun tariflediği muhalefet tanımına uygun siyaset yapmıyorlar.
Ama bunların içinde CHP, hem tarihselliği hem de mevcut siyasal gücü ile iktidar blokunun ana hedefi.
Görünen o ki özellikle İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’n un potansiyel cumhurbaşkanlığı adaylığı iktidar blokunun en büyük kabusu.
O yüzden sadece 19 Mart süreci değil, diploma tartışmasından ahmak davasına kadar farklı davalarla adaylığının önüne hukuki engeller konmaya çalışıyor.
19 Mart sürecinde isnat edilen suçlamaların gerçekliğini bilmiyoruz ama suçlamalar ne olursa olsun İmamoğlu’nun ve pek çok belediye başkanının tutuklu yargılanmaması, tutuklamanın istisna olduğu demokratik bir sistemden uzak olduğumuzun yeterince açık biçimde ortaya konmuştur.
19 Mart’a giden sürecin çok önceden başladığını düşündüğümüzde öncesi ile birlikte geride kalan aylar içinde suçlamalara ilişkin somut deliller konusunda kamuoyunu ikna edebilmiş görünmüyor. İfade ettiğim gibi, suçlamaların somut delillere dayanması kadar tutuksuz yargılama gerçekleşiyor olabilseydi, 19 Mart süreciyle ilgili iddia edilenler konusunda toplumu inandırmak kolay olabilirdi.
Bugün CHP’nin sadece yerel yöneticileri ile değil, kurultayın yok sayılması davası, parti yöneticilerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için hazırlanan fezlekelerle birlikte düşündüğümüzde; partinin iktidar bloku tarafından hukuki araçlar kullanılarak siyasi bir kuşatma altında olduğu tespitini çok kolay yapabiliriz.
İktidar bloku bütün bu araçları kullanarak CHP’yi, alanını, sınırını kendi çizdiği siyasete mahkum etmek istiyor.
CHP buna direniyor, direnmeye devam edecek. Çünkü, o çizgiye mahkum olmak, Türkiye’de siyasi ve demokratik alanın daha da daralması anlamına gelir. Bu bir anlamda CHP’nin, iktidar blokunun Türkiye’yi mahkum ettiği o büyük siyasetsizliğe teslim olması anlamına gelir.
İktidar ve son dönemde devletin eklemlendiği blok, yürüttüğü bu süreçle CHP’yi, bir anlamda “devletin yasaklı çocuğu” ilan etmeye ve onu siyaseten işlevsiz hale getirmek istiyor.
CHP ise tam tersine sadece İmamoğlu’na sahip çıkarak değil, Meclis çalışmaları ile,diğer muhalefet partileri ile kurduğu demokratik zemini genişletme çabalarıyla da, iktidar/devlet blokunun siyaseti hapsetmek istediği alanın genişlemesi için mücadele ediyor. Ve İmamoğlu, bu mücadelede sembolik ve bir o kadar da önemli bir figür.
Burada asıl sorulması gereken soru; “CHP, iktidarı kendisiyle demokratik zemini genişletme amacıyla görüşmeye nasıl ikna edebilir?” olmalıdır.
CHP bunu başarabilir mi?
Elbette mümkün. CHP, bunu ancak var olandan “daha güçlü bir toplumsal destek”ile sağlayabilir.
CHP şu ana kadar ilçe ve il mitingleri ile belli bir toplumsal desteğe sahip ve bunu arttırıyor. Ülkenin içinde olduğu ekonomik sorunlar iktidara olan desteği azaltıyor.
Belki tekrar olacak ama CHP’nin bu mitinglere ek olarak yapması gereken İkisi parti içi, biri parti dışı olmak üzere üç önemli adım var. İçerde atması gereken adımlardan ilki, ülkenin yaşadığı sorunlara çözüm alternatifleri sunacak güçlü projelerle toplumsal desteği arttırmak. İkincisi, Özel’in parti içi gerilimleri azaltacak her türlü adımı atması.
Parti dışında atması gereken adım ise diğer siyasi muhalefet ve toplumsal muhalefetle siyasi ve demokratik alanın genişlemesi kapsamında eş düzeyli siyasi ortaklıktır.
Ancak bunun gerçekleşmesi de sadece CHP lideri Özel değil DEM Parti Eşbaşkanlarının da -ve Öcalan’ın da- ifade ettiği gibi ancak demokratik bir Türkiye’den geçer.
HEM TERÖRSÜZ HEM DEMOKRATİK TÜRKİYE
Bu yazının yazıldığı saatlerde, PKK’nın cuma günü gerçekleşecek sembolik silah bırakma eylemi için Öcalan’ın gönderdiği videonun kısa bir metni gündeme düştü.
Öcalan’ın metni şu açıdan önemli; kendisi sürece bir siyasetçi olarak daha çok kangrenleşmiş sorunu çözen bir akil insan olarak geçiyor. Öcalan bu açıdan muadili de fiili olarak siyaset yapsa da, izlediği politika ile devleti temsil eden Bahçeli’dir.
Öcalan’ın metnindeki şu bölüm özellikle önemlidir.
“Herkesin üzerine düşeni yapması, Barış ve Demokratik Toplum hedefine ulaşılması, pozitif entegrasyonalist bir perspektifle mümkündür. Tüm anlatılanlardan çıkarılan sonuç; PKK ulus devletçi bir amaçtan vazgeçmiş, bu temel amaçtan vazgeçişle birlikte temel savaş stratejisinden de vazgeçmiş, varlığını sona erdirmiştir. Gelinen tarihi noktanın daha da ileriye götürülmesi beklenmektedir.
Gerek TBMM ve komisyon için anlam ifade edecek, gerek kamuoyundaki şüpheleri giderecek ve sözümüzün gereğini karşılayacak şekilde silahların bırakılmasını, ilgili çevre ve kamuoyuna açık olarak temin etmeniz doğal karşılanmalıdır. Silah bırakma mekanizmasının kurulması süreci ileri taşıyacaktır. Yapılan silahlı mücadele aşamasından demokratik siyaset ve hukuk aşamasına gönüllüce geçiştir. Bu bir kayıp değil, tarihi bir kazanım olarak değerlendirilmek durumundadır. Silah bırakmaya ilişkin detaylar belirlenecek ve hızlıca hayata geçirilecektir.
Meclisin çatısı altında bulunan DEM, diğer partilerle birlikte bu sürecin başarıya ulaşması için üzerine düşeni yapacaktır.
…
Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum.”
Elbette PKK’nın silah bırakmasını sembolik olmaktan çıkıp kalıcı hale gelmesi ülke için çok önemli ve değerlidir. Bu gelişme sadece bir dış tehdidi ortadan kaldırmakla kalmayacak, ülkenin kaynaklarının daha verimli kullanmasını sağlanmasının yolunu açacaktır.
Ancak bunun gerçekleşmesi de sadece CHP lideri Özel değil DEM Parti Eşbaşkanlarının da -ve Öcalan’ın da- ifade ettiği gibi ancak demokratik bir Türkiye’den geçer.
Terörsüz Türkiye ancak demokratik Türkiye ile gerçekleşebilir.
Demokratik Türkiye’nin yolu ise ancak siyasetin ve demokrasinin alanının genişlemesi ve gerçek siyasetle mümkündür.
Bu da ancak, iktidar blokunun CHP’ye karşı izlediği ötekileştirici politikadan geri atmasıyla mümkündür. Erdoğan İmamoğlu endişeyle buna sıcak bakmayabilir ama terörsüz Türkiye devlet politikası olarak kalıcı olacaksa burada da Bahçeli’ye önemli bir rol düşecektir. Çünkü CHP’siz terörsüz Türkiye başarıya ulaşamayabilir.
İlginizi Çekebilir