Temkinli iyimserlik…
SİYASETKayyum faşizmi uygulamaların bir iyileşme gözükmediği gibi Ekrem İmamoğlu iddianamesi iktidarın tüm muhaliflere meydan okuması gibi bir hukuksuzluğu gösteriyor. Sonuçta yine de karamsar değil umut var bir şeyler ile yazıyı bitirmeye çalışalım. Belki yine yeniden bir demokrasi rüzgarı eser veya Bahçeli’nin çıkışının sarsıcı etkileri siyaseti sarar ve bir değişim ve reform furyası ortalığı kaplar ve yeni bir dönemin kapıları açılır.
Bir yılı aşkındır süren bir barış süreci tartışmaları var, bu süre zarfından söylenen sözler atılan adımlar olsa da gelinen noktada bir arpa boyu yol daha alınamadı desek mi, demesek mi bilemedim.
Bahçeli tarafından Öcalan’ın meclise davet edilmesinden tutunda, PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi ve akabinde mecliste kurulan komisyona kadar tüm bu gelişmeler kimi iyimserlik yaratmış olsa bile an itibariyle herkes temkinli ve olanların süreci nereye doğru gideceğinin merakı içinde gözüküyorlar.
Son olarak Bahçeli’nin “kimse gitmezse ben giderim” çıkışı daha cesur bir adım gibi görünse de bu çıkış bile bazı soruların sorulmasını gündeme getiriyor.
Öcalan ile görüşme süreci ilerletilmesi için kuşkusuz çok önemli ancak bu görüşme ile neyin hedeflendiği belirsiz veya biz bilmiyoruz.
Öyle ya orta yerde görüşülecek bir program ve buna bağlı hazırlanmış bir takvim varda görüşmenin konusu bu olacak ve bu görüşme sonucu bir karara varılacak işte bunu bilmiyoruz.
O zaman komisyonun üyelerinin bu görüşmeye katılması veya bunun istenmesi,tartışmalara ve itirazlara neden oluyor.
Kürt sorunun barışcıl ve demokratik zeminde çözülmesi ancak meclisin vereceği açık destekle olabileceğini düşündüğümüzde bu soruların karşılığı ve yapılan itirazlara haklı cevapların verilmesiyle mümkün olabilir.
Kaldı ki benim yeni çözüm sürecinin başlatılma usulü ve bölgesel siyasal gelişmeleri dikkate alan bir telaş ile gündeme alınmasını hep sorunlu gördüm.
Çünkü önceki çözüm sürecinden edindiğimiz deneyimler bizi oldukça temkinli davranmamıza neden oluyor.
Burada bence temel siyasi yaklaşımın şöyle olması gerekmekteydi, hem sürecin sonuç alacak şekilde yürütülmesi ve hem de Türkiye’nin demokratikleşme süreci ile paralel yürütülmesi olmalıydı.
Meramımı biraz daha açacak olursam Türkiye’nin demokrasi ve hukuk devleti sorununu yeni demokratik bir anayasa ile çözebilmek ve bu süreci de Avrupa Birliği (AB) üyeliği müzakerelerine geri dönerek yapabilmekten bahsediyorum.
Kuşkusuz çözümün bu zeminde yürütülmesinin verili siyasi şartları bulunmuyor.
AB üyelik müzakerelerine geri dönmenin hiçbir ölçüsü ortada zaten bırakılmadı.
Bunlar biliniyor, biliyorum ama kaygım şu?
Bir önceki çözüm süreci de bu nedenlerle akamete uğradı.
2015 yılına kadar iki yıldan fazla süren süreç sonunda “mutabakat diye bir şeyyok” denilerek çöpe atıldı.
Çünkü sorunun çözümüne tersten başlanılmıştı.
Oysa AB üyelik sürecinin işlemez hale getiren, yeni demokratik bir anayasa tartışmasını sonlandıran bir siyasi irade nasıl olurda, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve hukukun üstünlüğünü zorunlu kılacak olan Kürt sorununu çözmeyi isteyecekti.
2015 genel seçimlerini kaybeden bu siyasi irade anında çözüm için kurulan masaya tekmeyi vurdu ve altı ay sonra yeniden genel seçimlere giderek çeşitli entrikalarla iktidarını korudu.
O günkü siyasi irade 2018 başkanlık rejimi sonrası o günkü durumdan bugüne göre daha beter bir otoriter rejimi temsil ediyor.
Rejimin eşit yurttaşlık temelinde değişmesi oldukça özgürlükçü demokrasiyi göze alabilecek bir ciddi değişimin yapılması gibi bir gerçekten bahsediyoruz…
Hasılı mevcut durumda yine araba atın önüne konulmuş durumda ve biz sürecin yol almasını bekliyoruz.
Önce yeni demokratik ve evrensel hukukla uyumla bir anayasa sürecinin önü açılması ile yeni bir çözüm için ve tüm özgürlükler için başlangıç yapabiliriz.
O nedenle an itibarıyla gündemde ülkenin çözüm sürecinde olduğunu gösteren hiçbir işaret bulunmamaktadır.
Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala hakkında verilen AYM ve AİHM mahkeme kararlarını uygulamayan bir iktidar karşısındayız.
Bırakın yeni demokratik anayasa yapmayı, bu hukuk tanımaz tutumun arkasındaki zihniyet mevcut anayasayı falan dinlemiyor.
Kayyum faşizmi uygulamaların bir iyileşme gözükmediği gibi Ekrem İmamoğlu iddianamesi iktidarın tüm muhaliflere meydan okuması gibi bir hukuksuzluğu gösteriyor.
Sonuçta yine de karamsar değil umut var bir şeyler ile yazıyı bitirmeye çalışalım.
Belki yine yeniden bir demokrasi rüzgarı eser veya Bahçeli’nin çıkışının sarsıcı etkileri siyaseti sarar ve bir değişim ve reform furyası ortalığı kaplar ve yeni bir dönemin kapıları açılır.
Evet, umutsuz yaşanmıyor ve bunların hepsi olası, olabilir.
Çok insanımız canıyla, kanıyla büyük bedeller ödedi.
Ülke ekonomisi budur, iflas etmiş durumda yoksulluk insanların kaderi gibi adeta koca bir ülke pusulasını kaybetmiş gemi misali nereye gideceğini bilmiyor.
Yeter artık !!!
Yeter diyerek bir silkinir bu kabustan uyanırız.
İlginizi Çekebilir