© Yeni Arayış

Süreç ya da Çözüm Komisyonu

Komisyon salt çoğunlukla karar alacaksa herhangi bir Meclis komisyonundan farkı bulunmayacağını ve tek artısının tatil döneminde çalışacak olması olduğunu söylemek mümkün.

Uzun yıllar Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli birimlerde görev almış ve İspanya’da ETA’nın silah bırakma sürecini yakından takip etmiş Akın Özçer, terörsüz Türkiye sürecini ve komisyonla ilgili gelişmeleri değerlendirdi. Özçer; “terörün sonlandırılması süreci hakkında kendine İspanyol örneği üzerinden yöneltilen soruya neden öncelikle “İspanya demokratik bir hukuk devleti ama” yanıtını vermek durumunda olduğunu açıkladı.

Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in 10 Ekim 1993’te Viyana’da Felipe González ile görüşmesinden sonra medyaya “İspanyol modelini inceleyeceğiz” açıklamasını yapmasından bu yana, İspanya terörle mücadelede referans aldığımız ülkelerden biri. Bu konuyu tarihsel ve anayasal boyutuyla derinlemesine incelemiş ve üzerine kitaplar yazmış olduğumdan, Türkiye’deki gelişmeleri İspanyol örneği ışığında değerlendirmek için görüşüme başvuruluyor.

En son Mete Çubukçu konuyla ilgili Pasaport programı vesilesiyle yaptığı söyleşide, İspanya’da böyle bir komisyon kurulup kurulmadığını sormuştu. Yanıtı son derece açık: İspanya gibi demokratik bir hukuk devletinde, terör örgütü silahlarını bıraktıktan ve kendini feshettikten sonra, herhangi bir komisyon kurulmasının anlamı yoktu. İspanya’da ETA silahlarını bıraktığını açıkladıktan sonra, silah teslimini denetlemek üzere 6 kişiden oluşan bir Uluslararası Denetleme Komisyonu (Comisión İnternacional de Verificación) oluşturulmuştu. Ardından ETA kendini feshetmiş, kendi deyimiyle “içinden çıktığı Bask halkına karışarak erimişti.” Çünkü İspanya’da ETA’nın savunduğu düşünceler için siyaset yolu zaten açıktı. Mahkumların daha erken tahliyesi ya da Bask Ülkesi’ne yakın cezaevlerine nakli dışında talep edeceği bir şey yoktu.

Türkiye’de siyasetin yolu açık mı?

Türkiye’de bu aşamada bir komisyon kurulması ihtiyacı doğmuşsa, bu tam olarak evrensel ölçütlere uygun bir demokratik hukuk devleti olamadığımızın somut bir göstergesi ne yazık ki.  Abdülkadir Selvi, bir grup PKK’lının Kuzey Irak’ta silahlarını sembolik olarak ateşe vermesinin ertesinde “Silahlara veda, siyasete merhaba” başlıklı son derece yüzeysel bir yazı yayınladı. Bu başlığı atmak için Türkiye’de siyaset yolunun her düşünce için açık olması gerektiğine vurgu yapmadı. Keşke her şey söylediği kadar kolay olsaydı.

Bu konuda, ilki 11 Ağustos 1999 günü Şahin Alpay’ın Milliyet’teki “Entelektüel Bakış” köşesinde olmak üzere, bugüne kadar 26 yıldır yayınlanmış yazılarımda vurguladığım gibi, siyasi taleplerin terörle bağı olmamak kaydıyla siyasi partilerce dile getirilebildiği, savunulabildiği bir ülke İspanya. Türkiye’deyse düşünce ve anlatım özgürlüğü önündeki birçok engel, başta “kanunla yasaklanmış dil” kavramı olmak üzere, ancak Kopenhag siyasi kriterlerine uyum için 2001 yılında gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ile kaldırılabildi.

Ama Ulusal Program’da yer aldığı halde üzerinde uzlaşma sağlanamadığı için eksik kalan birçok anayasa değişikliği de var. Bunların en önemlisi sürekli dile getirdiğim parti kapatmalarla ilgili 68. maddenin 4. fıkrası. Bu, 1982 yılında kaleme alındığı için terörle organik bağı olan siyasi partilerden çok darbe anayasasına aykırı davrananların kapatılmasına elverişli bir madde. Kapatma kararları bu maddeye atıfta bulunduğu için de AİHM, PKK’nın siyasi kolu olarak bilinen hiçbir siyasi partinin Türkiye’ye karşı başvurusunu haksız bulmadı.

Türkiye bu maddenin içeriğini ve bağlı olarak Siyasi Partiler Kanunu’nu güncellemek yerine Batasuna davasında aldığı karar nedeniyle AİHM’i çifte standart uygulamakla eleştirip durdu. İspanyol anayasasında parti kapatmalarla ilgili madde yok.

2002 tarihli Siyasi Partiler Organik Yasası, bir siyasi partinin madde, madde sıralanan eylemlerden birçoğunu tekrar, tekrar yaparsa terörle organik bağı olduğunu hükme bağlıyor. Terör örgütünü kınamamak bu eylemlerden biri ama AİHM eleştirisi yapanların öne sürdüğü gibi tek başına parti kapatma nedeni sayılmıyor. AİHM’in Batasuna’nın başvurusunu reddetmesinin ya da İspanya’yı haklı bulmasının nedeni, Anayasa Mahkemesi’nin Batasuna’yı kapatma kararının halk arasında “Anti-Batasuna ” olarak adlandırılan bu yasaya dayanması ve siyasi değerlendirmeler içermemesi.

Türkiye’de bu maddeye dayanarak Refah ve Fazilet partileri de kapatıldı. Hatta AİHM, Erbakan’ın şiddete çağrı olarak yorumlanan sözleri nedeniyle RP’nin kapatılmasında Türkiye’yi haklı bile buldu. Oysa Erbakan’ın o sözleri partinin şiddetle bağını ortaya koymak için yetersizdi. Aynı maddeye dayanılarak AK Parti de kapatılmak istendi. Bu madde daha sonra gözden geçirildi, parti kapatmalar zorlaştırıldı ama kaldırılmadı ya da en azından güncellenmedi. O madde bugün hala Doğu-Batı eksenli 80’ler dünyasını yansıtıyor. Özet olarak belirtmek gerekirse, Türkiye’de hala 35 yıldır zorunlu yargı yetkisini tanıdığımız AİHM içtihatlarına uygun olarak anayasaya aykırı olanlar dahil şiddet içermeyen her türlü düşüncenin örgütlenmesi anayasal olarak mümkün değil.

Oysa düşünce, anlatım ve örgütlenme özgürlüğü terörle demokratik yollardan mücadele bakımından yaşamsal öneme sahip. Türkiye’de bürokraside bilinen, en azından Polis Akademisi’nde bilindiğine tanık olduğum, İspanya’nın 1988’de Ajuria Enea Paktı ile uygulamaya koyduğu Wilkinson terörle mücadele modelinin ilk ayağı, terörün içinden çıktığı bölgede yaşayanların temel hak ve özgürlüklerinin en üst düzeyde tutulmasıysa, ikinci ayağı siyasi taleplerin dile getirilmesi ve örgütlenmesinin yolunun açılması. Bu öyle siyasete merhaba demekle olacak kadar kolay bir şey değil.

Terör örgütüyle silah bıraktırma diyalogu

Wilkinson modelinin bir ayağı daha var. 26 yıl önceki söz konusu yazımda da altını çizdiğim gibi, modelin üçüncü ayağını terör örgütüyle silah bırakmasına yönelik olarak diyaloğa girilmesi oluşturuyor. MİT’in son dönemde böyle bir diyaloğa girmiş olduğu ve PKK’yı silah bırakmaya ve kendini feshetmeye ikna ettiği anlaşılıyor.  Bu konudaki ayrıntıları ve PKK’nın nasıl ikna edildiğini bilmiyoruz. Bu modelde terör örgütüyle diyaloğun tek amacının teröre bulaşanları silah bırakmaya özendirmek ve topluma yeniden kazandırmak olması gerekiyor. Siyasi talepler üzerinde tartışma yapmak değil.  Aksi takdirde, örgüte silah bıraktırmanın karşılığı siyasi ödün vermek olur ki bu da devletlerin arzu etmediği bir sonuçtur. Ama Türkiye’de siyaset yolunun açılması için anayasada değişiklik yapmayı, örgüte ödün olarak mı yoksa demokratikleşmenin gereği olarak mı nitelendirmek gerekir?

Modelin öngörüldüğü gibi işlemesi için önemli olan, topluma yeniden kazandırmanın hukuki altyapısının terör örgütüne daha silah bıraktırmadan hazır olmasıdır aslında. Ceza Kanununda topluma yeniden kazandırmayla ilgili maddeler bulunmalıdır ki terör örgütü daha silah bırakmadan örgütten kaçabilen militanları bu yolu bireysel olarak deneyebilsin. Hatta bu yoldan terör örgütü içerden çökertilebilsin. Ama bunların hiçbiri zamanında yapılabilmiş değil. 

Öngörülen komisyonun işlevi ne olacak?

Komisyon’un bileşimine bakıldığında siyasi partilerin TBMM Genel Kurulu’ndaki üye sayılarına uygun olduğu ve grubu olmayan siyasi partilerin de birer üyeyle temsiline imkân verildiği görülüyor. Komisyon salt çoğunlukla karar alacaksa herhangi bir Meclis komisyonundan farkı bulunmayacağını ve tek artısının tatil döneminde çalışacak olması olduğunu söylemek mümkün. Bu konuda ana muhalefet partisi Genel Başkanı Özgür Özel haklı olarak komisyonun nitelikli çoğunlukla karar alması gerektiğine işaret ediyor. Muhalefet partilerinin komisyona katkısı olacaksa başka türlüsünü düşünmek mümkün değil.

İşlevinin ne olacağına gelince, bu yazıyı kaleme aldığımda bu konuda pek bilgimiz yoktu. İspanyol örneğinden hareketle, demokratik hukuk devletinin eksikliklerini dile getiren bir rapor hazırlaması mümkün. Ek olarak topluma yeniden kazandırmayla ilgili bir yasa tasarısı ya da TCK’da bu konuyu içeren değişiklikler, 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 45. maddesinden idari kayyım atamasıyla ilgili fıkranın çıkarılması gibi önerileri Genel Kurul’a sunabilir. İnfaz Yasası’nda da caza indirimleri öngören değişiklikler yapılabilir. Ama PKK’lı hükümlülerin ceza indirimleriyle serbest kalmaları sağlanırken, hüküm giymemiş belediye başkan ve üyelerinin tutuklu yargılanmaları çelişki oluşturacaktır. Bu çelişkinin mutlaka giderilmesi gerekir. Aksi takdirde sürece halkın desteği sınırlı kalacaktır. Bu konuda böyle bir komisyon kurulmasında önemli olan, hazırlanacak tasarılarda muhalefet partilerinin görüşüne ne ölçüde yer verileceği hususudur elbette. Yoksa bu değişiklikler zaten iktidar partilerince yapılabilir, hatta birçoğu hiç gecikmeden çoktan yapılmış olmalıydı.

Komisyon rapor hazırlayacaksa, başta 68. madde olmak üzere demokratik bir hukuk devleti anayasasında yer alması gereken değişiklikleri içermesinde yarar var. Söz konusu maddede yapılacak değişiklik herhangi bir siyasi partinin her türlü görüşü ve anayasada uygun gördüğü değişiklikleri savunmasına imkân vermeli. Kamuoyunda tartışılan siyasi talepleri karşılamaya yönelik anayasa değişikliklerine ise referandum gerektirdiği için bu aşamada girilmemesi gerekir.

Komisyonun üzerinde durması gereken bir başka konu daha var. O da anayasada yer aldığı halde gerektiği gibi uygulanmadığı görülen anayasa maddeleri. Ayrı bir tartışma konusu ve liste oldukça uzun. Ama özetle belirtmek gerekir ki başta kurucu üyesi olduğumuz AK’nin kriterlerine uyulmaması, Türkiye’nin demokratikleşmesi için Özal’dan Ecevit’e kadar sarf edilen tüm emekleri silip atıyor. Rıza Türmen’in T24’te “AİHM’in Demirtaş kararı” başlıklı bir önceki yazısında belirttiği gibi, bu karara uymak “Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmasının getirdiği bir yükümlülük. Aynı zamanda bir hukuk devleti sorunu. İnsanları hukuka aykırı olarak zindanlarda tutmanın ne hukuk devletiyle ne de demokrasiyle bağdaşmadığı açık.”  O bakımdan terörün sonlandırılması süreci hakkında bana İspanyol örneği üzerinden yöneltilen soruya öncelikle “İspanya demokratik bir hukuk devleti ama” yanıtını vermek durumunda kalıyorum ne yazık ki.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER