© Yeni Arayış

Siyasetin dizaynı, dizaynın siyaseti

Mutlak gücü elinde tutarak yola devam etmek, geçmişte mümkün olmadı. Bugün de mümkün olması için bir sebep yok. Kendi geçtiği yolu yok etmenin ödülü, arkadan gelenin işini zorlaştırmaksa, bedeli o yolu kullanılmaz hale getirmektir. Bu da yeni bir yolun açılmasını hızlandırır.

Kravatlı adamlar ve şık giyimli kadınlar televizyon ekranlarında her şeyin yolunda olduğuna inanmamızı söylüyor. Bir kaynak havuzu kurup ATV’yi, Sabah’ı satın almanın, iktidara göbekten bağlı iş insanlarına Hürriyet’i, CNN Türk’ü satın aldırmanın önemini bir kez daha anlıyoruz.

Sanki bir Gabriel Garcia Marquez romanının içindeyiz. 1960’ların Güney Amerika’sından farkımız, coğrafyadan çok zaman gibi. Ya da 1960’ların Çekoslovakya’sındayız: İktidar tüm erkleri eline almış, doğru eğiliyor, bükülüyor; iktidar ne derse o oluyor.

Öte yandan, takvime bakınca 2025 yılındayız. Herkes her şeyi anında öğreniyor. Hayatlarımız görünüşte normal. Ancak kravatlı adamlar ve şık kadınların “normal” dedikleri, bir film senaryosunda görsek şaşırmayacağımız türden olaylar. Üretilmiş bir kurgu gibi, gerçeküstü bir olaylar zinciri nefesimizi tutarak izlememize neden oluyor.

Türkiye’nin seçimle kazanılabilecek en  önemli makamlarından birini iki kez elde etmiş bir siyasetçinin, bu makamı kişisel servet biriktirmek için kullandığına inanmamız isteniyor. Rakamlar, Türkiye’nin GSMH’sinin yarısına kadar çıkabiliyor. Atış serbest, sınır yok.

Aslında olan biteni, 1960’ların Latin Amerika’sından ya da Çekoslovakya’sından bile öncesine, Orwell’in 1984’üne tarihlemek mümkün. Orwell 1984’ü yazarken dünya daha özgür bir yer değildi, ama onun tahayyül ettiği distopik hapishaneye de tam anlamıyla dönüşmemişti.

Türkiye 2025’te ise şöyle bir manzara var:

1994’ten bu yana ülke yönetiminde söz sahibi olanlar artık sorgusuz sualsiz güç sahibi. Gücün sınırlayıcısı hukuk olmalı. Ama yasaları öyle bir değiştiriyorsunuz ki, hukuk artık sınırlayıcı değil, güç artırıcı bir rol üstleniyor. Kanunları siz yazıyor, siz uyguluyor, denetimi de siz yapıyorsunuz. Bütün bunları anlatmak içinse televizyonunuz, gazeteniz ve yeni dönemin ruhu internet medyanız var. Yaptığınız her şey kanuna uygun. Tabii, kanunları sizin yapma şekliniz dışında.Duverger’in Seçimle gelen kral dediği bu olmalı.

Bir asfalt makinesi gibi, geçtiğiniz yolu kapatıyorsunuz. Siz bu yoldan geçerken, yolun üzerinde köprüler, viyadükler, tüneller vardı. Arkadan gelenler artık bunları kullanamaz. Tünel kapalı, köprü yok, viyadük yıkılmış. “Nehirler ve dağlarla mücadele et, peşimden gelme” diyorsunuz.

Türkiye 2025, Marquez’in büyülü gerçekçiliğiyle Orwell’in distopyası arasında bir sahnede sıkışmış gibi. İktidar, köprüleri yıkıp tünelleri kapatarak kendi yolunu düzlerken, halk hem seyirci hem de değişimin potansiyel öznesi olarak arafta duruyor.

Türkiye 2025’de metaforlarla konuşmak, belki de gerçeği anlatmanın tek yolu. Geçtiğiniz yoldaki tünelleri, köprüleri, viyadükleri zamanında yıkarsanız, kendinize toplumsal meşruiyete dayanan bir iktidar kurabilirsiniz. Ancak iki cümlenin altını çizmek gerek:

“İstanbul’a ihanet ettik.”

“Aldatıldık, halkımız bizi affetsin.”

Bu iki cümleyi anlamadan bugünü anlayamayız. Birinci cümle ekonomi, ikincisi politika. İkisi birlikte ekonomik-politik bir bütün. Bu iki cümleyi akılda tutmak şart.

Peki, halk bu tablonun neresinde? Seyirci mi, yoksa tüm bunlara onay veren asıl karar verici mi? Halkın giderek iktidarın istemediği şekilde oy verdiği bir dönemde bunları yaşıyor olmamız tesadüf mü? Ne demiştik? Film olsa, olup bitenlere inanırdık. Her şey bir film senaryosu kadar kusursuz. Tek sorun, yaşananların hayatın olağan akışına aykırı derecede gerçek dışı olması.

Buradan sonraki durak neresi:

Mutlak gücü elinde tutarak yola devam etmek, geçmişte mümkün olmadı. Bugün de mümkün olması için bir sebep yok. Kendi geçtiği yolu yok etmenin ödülü, arkadan gelenin işini zorlaştırmaksa, bedeli o yolu kullanılmaz hale getirmektir. Bu da yeni bir yolun açılmasını hızlandırır.

Türkiye 2025, Marquez’in büyülü gerçekçiliğiyle Orwell’in distopyası arasında bir sahnede sıkışmış gibi. İktidar, köprüleri yıkıp tünelleri kapatarak kendi yolunu düzlerken, halk hem seyirci hem de değişimin potansiyel öznesi olarak arafta duruyor. “İstanbul’a ihanet ettik” ve “Aldatıldık” itirafları, ekonomik ve politik bir meşruiyet krizinin yankıları. Ancak bu kriz, yeni bir yolun açılma ihtimalini de taşıyor. Mutlak güç, tarihin hiçbir sahnesinde kalıcı olmadı; bugün de olamaz. Halkın uyanışı, yıkılan yolların yerine yenisini inşa edebilir, yeter ki manipülasyonun gölgesinden sıyrılıp kendi hikâyesini yazma cesaretini göstersin.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER