Olumlama yap senin de olsun
PSİKOLOJİ“Yapabilirim”, “başarabilirim, “daha çok olumlama yapmalıyım”, “asla pes etmemeliyim”, “iyi düşün iyi ol”, “olumlama yap senin de olsun”. “Olumlama yap senin de olsun” sloganını ben uydurdum, bence güzel. Zihninize tanıdık geldi mi bu sloganlar?
Kimi zaman yetersiz hissetmenin, kötü hissetmenin, yalnız ve mutsuz hissetmenin de hakkını vermemiz gerekmez mi? Çünkü bazen en yeterli şey, hiçbir şey yapmamak ve biraz canımızın sıkılmasına izin vermektir. Büyüklerimizin de dediği gibi sıkı can iyidir. Byung-Chul Han, “Şeffaflık Toplumu” adlı eserinde modern bireyin “özgürleştiği” sanılan dünyasında aslında ne kadar baskı altında kaldığını oldukça zekice ve eleştirel bir üslupla gözler önüne serer.
Gülümsemenin, iyi olmanın, mutlu olmanın ve şeffaf olmanın zorunluluk olduğu bir yaşama merhaba!
Yaşamakta olduğumuz şu dijital iletişim çağında olumlu olmanın en belirgin genel yargısını kimi zaman “like/beğendim” butonu ile yansıtırız. Fakat beğenmeme şansımız var mı sizce? Minnoş dijital mahallemizde “beğenmedim” butonu yoktur. Çünkü hep beğenilecek durumlara kabul alanı açarız. Dolayısıyla günümüzde olumsuzluğun tasfiye edilip yerine olumlu olma, olumlu düşünme, her şeyin olumlu tarafına bakma bağımlılığı olan toplumun adımlarını siz de duyuyor musunuz? Sonuçta bir şeylere olumlu tarafından bakmak iyidir ancak nereye kadar ?
“Yapabilirim”, “başarabilirim, “daha çok olumlama yapmalıyım”, “asla pes etmemeliyim”, “iyi düşün iyi ol”, “olumlama yap senin de olsun”. “Olumlama yap senin de olsun” sloganını ben uydurdum, bence güzel. Zihninize tanıdık geldi mi bu sloganlar?
Olumlu bir cümle gerçekten her şeyi çözer mi, olumlu bir bakış açısı yaratır mı, böyle düşününce kendimizi gerçekten başarabilir görebiliyor muyuz ya da başarmamıza etken oluyor mu? Ya başarısız olursak? Tüm bu olumlama aşkına rağmen başarısızlık söz konusuysa herkes kendi başarısızlığından bizzat kendi sorumludur. Demek ki yeterince inanarak yapmamışız! Demek ki yeterince istememişiz, içimizde bir yerde olmasını engelleyen bir takım duygular vardır belki de! Bu bir takım duygular denilen en doğal “ben” için birçok konuda helalleşme, şifalanma gibi meditasyonlar da gani gani.
Chul-Han “Şeffaflık Toplumu” kitabında, insanın bu sloganlar ya da mottolarla kendi kendini sömüren bir özneye dönüştüğünü ve kendi olmaktan çok uzaklaştığını savunmaktadır. Chul-Han bu durumu “olumluluk zorbalığı” olarak açıklamakta. Zira görünürde pozitif olan sistem, insanı kendi performansının kölesi haline getirmiyor mu? Getiriyor. Sistem diyor ki: bir şey istedin ve olmadı ama sistem değil, sen suçlusun. Daha şeffaf olmalısın, daha içten istemelisin, duygularını söylemekte daha özgür olmalısın ve daha net olmalısın! Aşırı şeffaflık ne tür bir özgürlük getirir bilinmez ama insanı psikolojik sorunların yanı sıra kontrol edilmeye daha açık hale getirebileceği aşikardır. Çünkü şeffaf olmak kulağa ne kadar hoş gelse de gölge yönleri de vardır.
Olumluluk toplumunda birey kendine taparken, şeffaflık toplumunda kendini sürekli paylaşmak ve kanıtlamak zorundadır. Artık sadece “iyi” olmak yetmez; iyi görünmek de gerekir. Chul-Han’a göre şeffaflık bu noktada bir gözetim biçimidir: -İyi hissetmesen bile, iyiymiş gibi davran, iyiymiş gibi göster kendini, birileri seni çok fena izliyor ve olumlu olmayana yer yok-.
Dikkatli baktığınızda şeffaf olmanın güven verici olduğunu düşünebiliriz fakat kontrol tutkusunu beraberinde getirir. Şeffaflık toplumu yani gizli gizli kontrolü destekleyen toplum aslında haz düşmanı bir rezonans alanı yaratır. Bu aşamada ruh alıp başını gitmiştir zaten. Çünkü şeffaflıkla birlikte yalın bir et haline gelen beden yüce değil, müstehcendir ve ne yazık ki buradaki asıl kurban zarafettir. Baudrillard, zarafetin yoksunluğu konusunu ”gerçek olanın can çekişmesi” kavramıyla harika bir şekilde açıklamaktadır. Ne kadar da doğru! Söylesenize gerçek olan nerede can çekişmiyor ki?
Chul-Han, bu görünürlük takıntısının bedenlere ve cinselliğe yansıyan boyutunu güzelliğin büyüsünün çıplaklık tarafından yok edilişi, görünüşün sırdan ve anlamdan yoksun edilerek teşhir edilişini porno toplumu olarak kavramsallaştırır. Bu kavram kimi zaman şeffaf olmak adına tüm gizlilikler yok edilmeye çalışıldığı günümüzde hatta cinselliğin bile bir “performansa” ve “tüketim nesnesine” indirgenmesini sınırsız özgürlüğün bir şiddet yansıması olarak görmektedir.
Dolayısıyla Chul-Han, şeffaflıkla gelen şiddeti bir tür güç düzeni olarak tahayyül eder. Bunun belki Bentham’ın “panoptikon” kavramı ile benzeştirebiliriz. Han’a göre “şeffaflık güvenin yokluğudur.” Çünkü güç gizliliği, güveni savunur. Şeffaflık ise bu gizliliği ortadan kaldırmaya uyarlıdır. O zaman insan özgür müdür yoksa özgürlüğünün de dahil her şeyin kontrolünün kendi elinde olduğunu sandığı kontrol mekanizmasının nesnesi midir?
Sonuç olarak kimi zaman yetersiz hissetmenin, kötü hissetmenin, yalnız ve mutsuz hissetmenin de hakkını vermemiz gerekmez mi? Çünkü bazen en yeterli şey, hiçbir şey yapmamak ve biraz canımızın sıkılmasına izin vermektir. Büyüklerimizin de dediği gibi sıkı can iyidir.
Byung-Chul Han, “Şeffaflık Toplumu” adlı eserinde modern bireyin “özgürleştiği” sanılan dünyasında aslında ne kadar baskı altında kaldığını oldukça zekice ve eleştirel bir üslupla gözler önüne serer. Okumaya değer.
Bunu da yazdım bir köşeye.
İlginizi Çekebilir