© Yeni Arayış

Öğretmen tükenmişliği: Eğitimin sessiz krizi

Öğretmen tükenmişliğini ciddiye almak, sadece bireysel iyi oluşa değil, eğitim sisteminin geleceğine yapılmış bir yatırım olarak görülmeli. Çünkü eğitimin sessiz krizini çözmeden, hiçbir gürültülü reform gerçek anlamda başarıya ulaşmayacaktır.

Tam da Öğretmenler Günü yaklaşırken, öğretmenlerimizin iyi olma hâlinden söz etmek istiyorum. Şu soru zihnimde dönüp duruyor: Öğretmenlerimizin ne kadarı yaptığı işten gerçekten mutlu hissediyor?

Mutlu ve başarılı çocuklar yetiştirmek istiyoruz. Ancak mutlu ve başarılı öğretmenler olmadan bunu başarmamız mümkün değil. Türkiye’de eğitim tartışmaları çoğu zaman müfredat değişiklikleri, sınav sistemleri, okul türleri ve başarı sıralamaları etrafında dönüyor. Oysa eğitim sisteminin gerçek taşıyıcıları olan öğretmenlerin iyi olma hâli, çoğu zaman bu tartışmaların arka planında kalıyor.

Sınıf kapısı kapandığında aslında sadece “ders” başlamıyor; öğretmenin yorgunluğu, kaygısı, umudu ve bazen de tükenmişliği sınıf atmosferine siniyor. Bu yüzden öğretmen tükenmişliği, yalnızca bireysel bir duygu durumu değil, eğitimin niteliğini belirleyen yapısal bir mesele.

OECD’nin 2018 yılında gerçekleştirdiği öğretmen anketine (TALIS 2018) göre, Türkiye’de öğretmenlerin yaklaşık %89’u işinden genel olarak memnun olduğunu söylerken, yalnızca yaklaşık dörtte biri öğretmenlik mesleğinin toplumda “değer gördüğünü” düşünüyor. Bu tablo, öğretmenliğin sevilen ama giderek yıpratıcı bulunan bir meslek hâline geldiğini gösteriyor.

Tükenmişlik Tam Olarak Nedir?

Öğretmen tükenmişliği, literatürde üç boyutla açıklanıyor:

1.Duygusal tükenme: Sürekli yorgun hissetme, sabah işe giderken isteksizlik, kendini “duygusal olarak boşalmış” hissetme.

2. Duyarsızlaşma: Öğrencilere, velilere ve işe karşı giderek mesafeli, zaman zaman alaycı veya otomatikleşmiş bir tutum geliştirme; “bana ne” duygusunun artması.

3. Kişisel başarı hissinde azalma: “Ne yaparsam yapayım değişmiyor”, “emeklerimin bir karşılığı yok” düşüncesinin güçlenmesi.

Türkiye’nin farklı şehirlerinde ve farklı branşlarda yapılan çalışmalar, öğretmenlerin bu üç alanda da az ya da orta düzeyde tükenmişlik yaşadığını gösteriyor. Özellikle düşük maaş, aşırı iş yükü ve yalnız bırakılma hissi, duygusal tükenmeyi artırıyor. Yani öğretmenin çalıştığı okulun koşulları ve ekonomik ortam bu tabloyu doğrudan etkiliyor.

TALIS 2018 Ne Gösteriyor?

TALIS 2018’e Türkiye’den binlerce öğretmen ve yüzlerce okul yöneticisi ankete katıldı. Ortaya çıkan bazı bulguları şöyle özetleyebiliriz;

Öğretmenlerin büyük çoğunluğu, okulda çalışmaktan ve yaptığı işten genel olarak memnun. Buna karşılık, maaş memnuniyeti ve sözleşme koşullarından memnuniyet çok daha düşük. Öğretmenlerin önemli bir bölümü, öğrenci başarısı baskısı, sürekli değişen talepler, veli şikâyetleri ve bürokratik yük nedeniyle stres yaşadığını ifade ediyor. Yaklaşık her sekiz öğretmenden biri, beş yıl içinde öğretmenliği bırakmayı düşündüğünü; yaklaşık her üç öğretmenden biri ise fırsat bulsa başka bir okula geçmek istediğini söylüyor.

Bu bulgular, öğretmenlerin mesleği tamamen terk etmese bile, bulunduğu okuldan ve çalışma koşullarından ciddi ölçüde rahatsız olduklarını düşündürüyor.

Türkiye’de yapılan farklı araştırmalar da benzer noktaları işaret ediyor: kalabalık sınıflar, düşük ücret, müfredat değişiklikleri, sınav odaklı okul kültürü, idari iş yükü ve veli baskısı, öğretmenlerin günlük stresinin önemli sebepleri olarak öne çıkıyor.

Neden “Sessiz” Bir Kriz?

Bu tabloya rağmen öğretmen tükenmişliği çoğu zaman yüksek sesle konuşulmuyor. Bunun birkaç nedeni var:

- Rol beklentisi: Toplum, öğretmenden her koşulda sabırlı, özverili, güleryüzlü ve dengeli olmasını bekliyor. Yorgunluk ve zorlanma dile getirildiğinde “işini sevmiyor”, “şikâyetçi” gibi etiketlerin hızla yapışmasından çekiniliyor.

- Kurumsal kültür: Pek çok okulda tükenmişlik, “kişisel zayıflık” veya “dayanıklılık eksikliği” gibi algılanabiliyor. Bu da öğretmenin destek istemesini zorlaştırıyor.

- Sistem düzeyi: Resmî belgelerde öğretmen iyi oluşu çoğu zaman “motivasyon” veya “mesleki gelişim ihtiyacı” gibi dolaylı ifadelerle ele alınıyor; duygusal yük ve tükenmişlik, nadiren doğrudan isimlendiriliyor.

Sonuçta, öğretmenler yorgunluklarını çoğu zaman kendi içlerinde ve meslektaş sohbetlerinde dile geliyor. Sistem düzeyine ise dolaylı biçimde yansıyor. Bu nedenle tükenmişlik, eğitimde yavaş ilerleyen ama derin etkileri olan sessiz bir kriz hâlini alıyor.

Sınıfa ve Öğrenciye Yansımaları

Tükenmişlik yaşayan bir öğretmenle, mesleki enerjisi yüksek bir öğretmenin sınıfı birbirinden farklı işliyor. Araştırmalar, tükenmişliğin sınıf ortamına şu şekillerde yansıdığını gösteriyor:

- Daha düşük öğretim enerjisi: Yeni yöntem denemek, proje geliştirmek, öğrencilerin ilgisini canlı tutmak daha zor hâle geliyor. Öğretmen çoğu zaman “programı tamamlamaya” odaklanıyor.

- İlişki kalitesinde zayıflama: Duygusal tükenme, öğrencilerin davranışlarına karşı daha düşük tolerans yansıyor. Bu da sınıf ikliminde gerginlik yaratıyor.

- Sınıf yönetiminde zorlanma: Yorgun bir öğretmen için sınıf yönetimi hem duygusal hem bilişsel açıdan daha yorucu. Bu durum, disiplin problemlerini artırarak kısır bir döngü oluşturabiliyor.

- Rol model etkisinin zayıflaması: Öğrenciler için öğretmen, sadece bilgi aktaran değil, aynı zamanda bir model. Sürekli yorgun, umutsuz ve mesleğinden memnuniyetsiz bir öğretmen figürü, öğrencilere “çalışma hayatına dair” karamsar bir resim sunuyor.

Dolayısıyla öğretmen tükenmişliği, sadece “öğretmenin sorunu” değil; öğrencinin öğrenme deneyiminin de kalitesini belirleyen bir değişken.

Genç Öğretmenler ve Meslekten Ayrılma Niyeti

Türkiye’de yapılan çalışmalar, özellikle kariyerinin ilk yıllarındaki öğretmenlerin; belirsiz çalışma koşulları, sık değişen görevlendirmeler, tecrübesizlikle birleşen yüksek beklentiler, yetersiz mentorluk ve destek nedeniyle tükenmişliğe daha açık bir grup olduğunu gösteriyor.

Bazı araştırmalarda, iş taleplerinin yüksek, kaynakların sınırlı olduğu okullarda çalışan öğretmenlerin meslekten ayrılma niyetlerinin belirgin şekilde yüksek olduğu bulunmuş durumda. Bu niyet her zaman “hemen istifa”ya dönüşmese de, zihinde “fırsatını bulunca başka alana geçme” düşüncesini diri tutuyor. Bu da öğretmeni sürekli bir arayışta tutuyor ve enerjisinin önemli bir kısmını yaptığı işten çok başka ihtimallere yöneltmesine neden oluyor.

Ne Yapılabilir?

Tükenmişlik sistem ve okul ile birey düzeyinde eş zamanlı adımlarla azaltılabilir.

1. Ücret ve güvencenin iyileştirilmesi: Ekonomik baskı, duygusal yükü artıran temel faktörlerden biri. Aldığı ücretle temel ihtiyaçlarını zor karşılayan bir öğretmenden sürdürülebilir yüksek performans beklemek gerçekçi değil.

2. Politika istikrarı: Sürekli değişen müfredat, değerlendirme sistemi ve idari prosedürler, öğretmenlerin belirsizlik algısını ve iş yükünü artırıyor. Uzun vadeli, öngörülebilir ve paydaşlarla istişare içinde hazırlanan politikalar tükenmişliği azaltıcı etki yapabilir.

3. Sadece sınav başarısı, devamsızlık değil; öğretmenin iyi oluşu, iş doyumu ve ayrılma niyeti gibi göstergeleri de izleyen bir kalite yaklaşımı gerekiyor.

4. Destekleyici ve katılımcı liderlik: Öğretmenleri dinleyen, karar süreçlerine katan, sorumluluğu paylaşan okul liderliği, tükenmişliği azaltan en güçlü okul içi faktörlerden biri. Öğretmenin sadece “uygulayıcı” değil, karar ortağı olması önemli.

5. İş yükünün adil dağılımı: Nöbet, sınav organizasyonu, kulüp, proje, raporlama gibi görünmeyen işlerin birkaç öğretmenin üzerinde toplanması, bu kişileri hızla yıpratıyor. Şeffaf ve adil iş bölümü, yorgunluğu dengeliyor.

6. Gerçek anlamda mesleki öğrenme toplulukları: Birlikte ders planlama, akran gözlemi, ortak değerlendirme ve düzenli geri bildirim, hem mesleki gelişimi hem de duygusal dayanıklılığı artırıyor. “Tek başına savaşan öğretmen” figürünün yerini, birlikte düşünen ve üreten ekipler öğretmenleri mutlu kılıyor.

7. Sistem ve okul düzeyinde yapılması gerekenler öğretmenin sorumluluğu olamaz; ancak bireysel düzeyde de yapılabilecekler var:

A. Sınır koyma becerisi: Her sorumluluğu üstlenmeye çalışmak yerine, önceliklendirme ve gerektiğinde “hayır” diyebilmek, uzun vadede hem mesleği hem ruh sağlığını koruyor.

B. Kendini yalnız hissetmemek için mesleki ağlar: Branş toplulukları, çevrimiçi paylaşım grupları ve meslektaş dayanışma ağları, duygusal yükü taşımayı kolaylaştırıyor.

C. Öğrenmeyi, cezalandırıcı değil güçlendirici biçimde konumlandırmak: “Zorunlu hizmet içi eğitim” algısından çıkıp, kendi ilgisiyle örtüşen atölye, seminer ve akademik çalışmalara yönelen öğretmenlerin, hem mesleki tatmininin hem öz-yeterlik algısının yükseldiği görülüyor.

Öğretmenin İyi Oluşu, Sistemin Kalp Atışı

Türkiye’de öğretmen tükenmişliği, rakamların ve araştırma raporlarının ötesinde, her gün okul koridorlarında, öğretmenler odasında, sınıflarda hissedilen bir gerçeklik. Eğer eğitimde kaliteyi gerçekten artırmak istiyorsak, şu soruyu cesaretle sormamız gerekiyor:
“Öğretmeni görmeden, onun yükünü hafifletmeden hangi reform kalıcı olabilir?”
Öğretmen tükenmişliğini ciddiye almak, sadece bireysel iyi oluşa değil, eğitim sisteminin geleceğine yapılmış bir yatırım olarak görülmeli. Çünkü eğitimin sessiz krizini çözmeden, hiçbir gürültülü reform gerçek anlamda başarıya ulaşmayacaktır.

Mutlu öğretmenlerin olduğu, mutlu bir Türkiye için… Tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü kutlu olsun.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER