© Yeni Arayış

Kadıköy’de üç milyarder

Fenerbahçe bu sponsorluk rakamlarına ve hikayelerine aşina olan büyük bir camia. Fakat Ferit Şahenk’in veya Murat Ülker’in yaptığı yüksek bedelli sponsorluklar hiç bu kadar tartışılmadı. Sponsor Türk ise legal, Kürt ise illegal mi?

Yıllardır astronomik sponsorluk anlaşmaları yapan Fenerbahçe’nin, Kürt bir iş insanı ile yaptığı anlaşma neden bu kadar sorgulanıyor? Yoğurdu icat ettiği iddiasını taşıyan, kültürel avantajlı olan topraklarımızdan neden küresel bir yoğurt markası çıkmıyor? Bunların hepsini tartışabilirdik, ama önce zihnimizdeki sisten kurtulmalıyız. Bir kâse yoğurdu “vatan meselesi” yapan zihinler, gerçek tehditleri göremeyecek kadar mayalanmış korkularla dolu.

Kadıköy’de güneşli bir sabah…

Üç milyarder kameralara gülerek poz veriyor:

Amerika merkezli gıda şirketi Chobani’nin sahibi Hamdi Ulukaya, ortada Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ve Yıldız Holding’in YK Başkanı Murat Ülker. Kimilerine göre çocukluk aşkının peşinden gidiyorlar, kimilerine göre meşin yuvarlakla servetlerine meşruiyet sağlıyorlar.

Eski adıyla Ülker, yeni adıyla Chobani Stadyumu Şükrü Saraçoğlu Spor Kompleksi’nde çekilen bu fotoğraf; Fenerbahçe’nin Chobani ile yaptığı 200 milyon dolarlık sponsorluk anlaşmasının imza töreninden.

ABD’nin en çok satan yoğurt markalarından biri olan Chobani, 2005 yılında, Erzincanlı Kürt bir göçmen olan Hamdi Ulukaya tarafından kuruldu. Ulukaya, Türkiye’den ABD’ye göç ettikten sonra küçük bir süt çiftliğiyle başladığı yolculuğu, “Greek Yogurt” trendini yakalayarak global bir başarıya dönüştürdü. Bugün Chobani, sadece bir gıda markası değil; aynı zamanda işyerlerinde eşit ücret politikaları, göçmen istihdamı ve toplumsal sorumluluk projeleriyle tanınan bir sosyal girişim modeli. Ulukaya ise, hem ABD’deki girişimcilik dünyasında hem de insan hakları savunucuları arasında sembolleşmiş bir figür olarak öne çıkıyor.

Fenerbahçe Spor Kulübü’nün, çocukluğundan beri bu takımı tutan milyarderlerin şirketleriyle yaptığı sponsorluk anlaşmalarına aşinayız. Stadyumun adıyla özdeşleşen Ülker anlaşması, Ferit Şahenk’in Doğuş Grubu’yla yapılan, basketbol takımına ismini veren yüksek profilli anlaşma gibi örnekler hepimizin hafızasında yer tutuyor.

Fakat Hamdi Ulukaya’nın Fenerbahçe’ye sağladığı 200 milyon dolarlık destek, selefleri kadar hoş karşılanmadı.
Bu ülkede çokça gördüğümüz gibi, o da bir kimlik tartışmasının ve bir komplo teorisinin parçası hâline geldi. “Üst akıl” yine devredeydi…

Ulukaya’nın geçmişte Türkiye’deki Kürtlere dönük baskılara dair yaptığı bazı açıklamalar, sosyal medyada provokatif bir şekilde yeniden dolaşıma sokuluyor. Ulukaya, “Ülkemizi dünyaya rezil ediyor” temasıyla “Vatan haini” torbasının içinde kendine yer buluyor.

Öncelikle, mesele Ulukaya’nın söyledikleri değil. Bunları dünyaya duyuran “vatan haini” de Hamdi Ulukaya değil; BM raporları, AİHM kararları, AB İlerleme Raporları gibi kaynaklar, zaten Türkiye’deki hak ihlallerini yıllardır kayıt altına alıyor.

Ayrıca, Kobani olaylarına gönderme olarak konulduğu söylenen “Chobani” ismi, Yunanca çoban anlamına gelen “Chopani” kelimesinden geliyor. Bunu tatmin edici bulmayan, bir kelime oyunu olduğuna inananlar tabii ki var. Fakat Chobani, Kobani olaylarından 10 yıl önce -yani 2005 yılında- kurulan bir şirket.

Yazının başında belirttiğim gibi, Fenerbahçe bu sponsorluk rakamlarına ve hikayelerine aşina olan büyük bir camia. Fakat Ferit Şahenk’in veya Murat Ülker’in yaptığı yüksek bedelli sponsorluklar hiç bu kadar tartışılmadı.

Sponsor Türk ise legal, Kürt ise illegal mi?

Hamdi Ulukaya, 29 Ekim resepsiyonu düzenleyecek kadar “meşru” biri olmasına rağmen etnik kökeniyle suçlanıyor. Kobani olaylarından 10 sene önce kurduğu şirketinin yaptığı çağrışım sebebiyle de illegal biriymiş gibi bir algı yaratılıyor.

Siyasilere yapılan beden dili analizleri, TikTok’ta hangi müziği kullandığı, toplantıda hangi yöne nasıl baktığı, kaşını mı kaldırarak ne demek istediği gibi etkileşimi bol yorumlar; 2000’li yılların başındaki meşhur “her şeyin arkasında Derin Devlet var” anlayışının bugünkü yansıması.

“Devlet”in Lactobacillus'u

Lactobacillus, yoğurdun mayasında bulunan, gözle görülmeyen ama varlığı olmadan fermantasyonun gerçekleşemeyeceği bir bakteri türü.

Tıpkı toplumun kolektif bilinçaltında sessizce çoğalan bu mikroorganizmalar gibi, komplo teorileri de besinini bizim görünmez korkularımızdan alır. Onların gücü, gerçekte ne olduklarından değil, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan gelir. Bir kâse yoğurdu "sakıncalı" kılan şey içindeki bakteriler değil, bizim ona bakarken hissettiğimiz tedirginliktir. İşte tam da bu yüzden, Chobani'nin sponsorluğu bir futbol meselesi olmaktan çıkıp, kolektif paranoyamızın petri kabında üreyen yeni bir kültür haline geldi.

Sponsorluğu kamuyouna açıklamak için yapılan imza töreninin hemen ardından sosyal medyada dolaşıma giren komplo teorileri, çok fazla alıcı buldu. Galatasaray taraftarı bir yazar olarak, bu konuyu irdeleme niyetindeyim.

Milyonlarca görüntülenme alan bu teoriye göre: “Fenerbahçe, bu sponsorlukla devletin ‘Terörsüz Türkiye’ hedefine hizmet ediyor; Hamdi Ulukaya da bu projenin vitrin figürü.” Ulukaya'nın geçmişte yaptığı açıklamalar bu yeni senaryonun “delili”, imza töreninin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a forma hediye etmesi ise “üst akıl”ın bize verdiği bir mesaj.

Tüm bu teoriler, uzun zamandır Türkiye’de kamusal tartışmayı tıkayan meşhur “Derin Devlet” refleksinin güncellenmiş versiyonları. Her olayın ardında bir “kod”, her hamlenin içinde bir “mesaj”, her gülümsemenin altında bir “talimat” aranıyor. Bu refleks, artık düşünsel bir alışkanlıktan ziyade, düşünmenin kendisini gereksizleştiren bir otomatik savunma mekanizmasına dönüşmüş durumda.

Siyasilere yapılan beden dili analizleri, TikTok’ta hangi müziği kullandığı, toplantıda hangi yöne nasıl baktığı, kaşını mı kaldırarak ne demek istediği gibi etkileşimi bol yorumlar; 2000’li yılların başındaki meşhur “her şeyin arkasında Derin Devlet var” anlayışının bugünkü yansıması.

Bir sponsorluk anlaşmasını konuşamıyoruz. Ürünü, markayı, sektörü, kültürel bağlamı, stratejik hedefleri tartışamıyoruz. Çünkü daha ilk dakikada “ne oluyor biliyor musun aslında?” cümlesiyle tüm fikirlerin önü kapanıyor.

Bu tavır, düşünmeyi tamamen iptal eden, diyalogu boğan bir yöntem hâline geldi. Tartışma kırıcı. Sorular sormamızı engelleyen bir sis perdesi. En basit ekonomik hamle bile bir “algı operasyonu” olarak etiketleniyor; her aktör bir “taşeron”a, her yatırım bir “mesaj”a dönüşüyor.

Peki ya asıl “büyük oyun”, her şeyin arkasında büyük bir oyun arama takıntımızsa? Belki de gerçek komplo, bizi sürekli komplo aramaya şartlandıran bu zihniyetin ta kendisidir…

Neleri tartışabilirdik?

Yıllardır astronomik sponsorluk anlaşmaları yapan Fenerbahçe’nin, Kürt bir iş insanı ile yaptığı anlaşma neden bu kadar sorgulanıyor?

Sol çevrelerin dile getirdiği gibi; Chobani, Türkiye’ye futbol üzerinden mi girmek istiyor?

Yoğurdu icat ettiği iddiasını taşıyan, kültürel avantajlı olan topraklarımızdan neden küresel bir yoğurt markası çıkmıyor?

Bunların hepsini tartışabilirdik, ama önce zihnimizdeki sisten kurtulmalıyız.

Bir kâse yoğurdu “vatan meselesi” yapan zihinler, gerçek tehditleri göremeyecek kadar mayalanmış korkularla dolu.
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER