İki süreç, iki strateji: Çözüm süreci ve silahsızlandırma süreci arasındaki temel 7 fark
SİYASETSilahsızlandırma süreci, çözüm sürecinden çıkarılan dersler doğrultusunda daha sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir. Süreç, güçlü bir metodolojiyle tasarlanmış; kurumsal kabiliyet, teknik hazırlık ve stratejik iletişim açısından daha gelişkin bir yapı, kapasite ve hazırlıkla yürütülmüştür.
Sonuç olarak devlet, silahsızlandırma sürecinde üzerine düşen sorumluluğu kurumsal akıl çerçevesinde yerine getirmiş; PKK’nin silahsızlandırılması hedefi büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Bu noktadan itibaren sürecin başarısı, devletten çok siyasilerin performansına, Öcalan’ın barış aktörü olmaktan çıkıp siyasi özne gibi davranmaya başladığında alacağı tutuma bağlı olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin PKK ile mücadelede geliştirdiği sistematik çözüm girişimlerini iki temel döneme ayırabiliriz. İlki, 2012-2015 yılları arasında müzakere ve siyasal çözüm parametreleri ekseninde yapılandırılan ve kamuoyunda "çözüm süreci" olarak adlandırılan dönemdir. Bu dönem, tüm çabalara rağmen sonuçsuz kalmış ve derin toplumsal kırılmalara yol açmış bir deneyim olarak tarihe geçmiştir. İkinci dönem ise 2024 yılı Ekim ayında başlayan ve halen devam eden, “silahsızlandırma süreci” olarak tanımlanabilecek süreçtir. Bu dönem, klasik müzakere yöntemlerinden farklı olarak çatışmasızlık ve silahsızlanma odaklı teknik, çok katmanlı ve kontrollü bir geçiş süreci olarak ilerlemektedir. Aynı zamanda uluslararası barış süreçlerine dair literatüre kendine özgü bir vaka olarak katkı sunmaktadır.
Her iki süreç, içerik, yöntem ve hedefler bakımından olduğu kadar, doğurdukları sonuçlar ve toplumsal-siyasal etkiler bakımından da dikkatle analiz edilmesi gereken iki ayrı dönemi temsil etmektedir. Bu iki dönemi karşılaştırmak, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde nasıl bir dönüşüm geçirdiğini ve hangi sonuçları doğurduğunu anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Aynı zamanda devletin PKK ile mücadelesinde geçirdiği yapısal ve stratejik dönüşümleri anlamak, barış, güvenlik ve demokratikleşme arasındaki ilişkinin nasıl evrildiğini kavramak açısından da derinlemesine bir bakış açısı sunar.
1. Başlangıç zemini
Çözüm süreci: PKK-KCK’nin 2010-2012 tarihleri arasında hayata geçirdiği devrimci halk savaşı sonrası başlamış, örgüt askeri ve psikolojik üstünlüğün kendisinde olduğunu düşünerek siyasal müzakerelere dahil olmuştur. PKK-KCK’nin taarruz, devletin savunmada olduğu bir atmosferde süreç başlatılmıştır.
Silahsızlandırma süreci: Çözüm sürecinin sona erdiği, devletin PKK-KCK’ye karşı yürüttüğü askeri mücadelenin sonuç verdiği, dolayısıyla devletin çözüm süreci sonrası gerçekleşen askeri müzakereyi “kazandığı” koşullarda gündeme gelmiştir. Bu sürecin en karakteristik özelliği, PKK-KCK’nin Türkiye’de askeri olarak tasfiyenin kıyısına getirildiği ancak politik olarak kitleselleştiği; örgütün de bu kitleselleşmeyi politik varlığını sürdürebilmenin bir başarısı olarak görmesi ve sunmasıdır. Psikolojik üstünlük çözüm sürecinin aksine örgütte değil devlettedir.
2. Hedef ve kapsam
Çözüm süreci: Temel hedef, siyasi müzakereler yoluyla kalıcı barışın sağlanmasıydı. Silahsızlanmanın ulaşılacak temel bir hedef olarak tanımlanmasından çok siyasal haklar, anayasal reformlar, kimlik temelli talepler daha ön plandaydı.
Silahsızlandırma süreci: Temel öncelik PKK’nin silahsızlandırılmasıdır. Siyasal reform talepleri arka plandadır. Süreç siyasal karakterinden ziyade teknik karakteriyle öne çıkmaktadır.
3. Zemin ve siyasal habitat
Çözüm süreci: Ülkede demokratikleşme söylemi ve pratikleri güçlüydü. Avrupa Birliği üyeliğinin güçlendirilmesi, Kürt açılımı, demokratikleşme paketleri ile paralel giden bir habitat vardı.
Silahsızlandırma süreci: Güvenlik odaklı paradigma hakimdir. Sınır ötesi operasyonlar, terörle mücadele yasaları, kayyum uygulamaları, bazı siyasal temsilcilerin tutuklanması gibi daha sert bir ortam ve habitat söz konusudur.
Çözüm süreci ve silahsızlandırma süreçleri karşılaştırıldığında çözüm sürecinde devlet aklının siyasi iktidar lehine sonuç üretmeye odaklandığı, Oslo ile başlayan devlet aklı halinin çözüm sürecinde siyasi angajman nedeniyle zayıf kaldığı, aynı zamanda dönüşüm geçirdiği anlaşılmaktadır.
4. Yöntem-metodoloji
Çözüm süreci: Devlet ile Öcalan arasında yarı açık yürütülen, siyasal müzakerelerle sonuç almayı esas alan bir süreçti. Temel metodoloji diyalog ve siyasi uzlaşı çerçevesinde çatışmanın dönüştürülmesiydi. Kandil ve HDP gibi aktörler dolaylı biçimde sürece dahil edilmişti. Temel hedef müzakerelerle sonuca ulaşmaktı.
Silahsızlandırma süreci: Öcalan’la varılan gizli mutabakat ışığında bir çözüm stratejisi kurgulanmış, tartışmalardan çok varılan uzlaşının uygulamaya konması öncelik kazanmıştır. Süreç siyasi müzakere zemininden çok, mutabakatın pratikleştirilmesine odaklanmıştır. Bu yönüyle çözüm sürecinden ciddi biçimde ayrışmaktadır. Temel hedef varılan mutabakatı pratikleştirmektir.
5. Yaklaşım farkı
Çözüm süreci: Devlet ve siyasi iktidarın Öcalan ve PKK-KCK’den “barış talep ettiği” bir görünüm hakimdi. Devlet açısından süreci planlayamama, arabulucu aktörleri tanıyamama, bu aktörlere hükmedememe, Öcalan’a aşırı özgür alan bırakma gibi “pratikler” söz konusuydu. Süreç bir devlet aklından ziyade bir iktidar partisi tasarrufu görüntüsü veriyordu. Çünkü MHP sürece karşıydı; seküler ve milliyetçi kamuoyunda ciddi bir direnç vardı.
Silahsızlandırma süreci: Bu kez süreci yöneten devlette, siyasi bir ajandadan ziyade kurumsal aklın belirleyici olduğu izlenimi ön plandadır. MHP ve milliyetçi çevrelerin sürece destek vermesi dikkat çekici bir farklılık olarak öne çıkarken; seküler kesim ise eleştirel destekle süreci izlemektedir. PKK-KCK ise, askeri tasfiyeden kurtulma ve yeniden siyasallaşarak güçlenme umudu ile süreci sürdürmektedir.
6. Uluslararası ortam
Çözüm süreci: Sürece hem küresel hem de bölgesel düzlemde çok temkinli, çok sınırlı destek vardı. İran ve Suriye gibi Bölgesel aktörler belirleyici roller üstlenmişti. Bölgesel dengeler, sürecin doğrudan etki alanındaydı.
Silahsızlandırma süreci: Küresel aktörlerin sessiz onayıyla yürütülen bir süreçtir. İran ve Suriye gibi bölgesel aktörlerin güç pozisyonlarında dramatik değişiklikler yaşanmıştır. İran bölge üzerindeki Proxy örgütler gücünü kaybetmiş, iç sorunlarına ve İsrail gibi daha büyük resme odaklanmıştır. İsrail hariç süreç üzerinde bölgesel aktörlerin etkisi en düşük seviyeye inmiştir.
7. Öcalan faktörü
Çözüm süreci: Öcalan, bilek bükücü bir barış aktöründen ziyade karmaşık ve çetin bir müzakereciydi. Yüksek taleplerde bulunuyor, Kandil’in savaşa da barışa da hazır olmasını, silahlı güçlerini artırmasını istiyor, bu bağlamda sık sık pozisyon değiştiriyor, yeni paket ve formatlar geliştiriyor, hatta müzakerenin müzakeresi yöntemlerine dahi başvuruyordu. Bu durum örgütün kendisi ile senkronize olmasını zorlaştırıyordu.
Silahsızlandırma süreci: Öcalan, silahsızlandırma sürecinde ne istediğini bilen, net ve kararlı bir aktör profili çizmiştir. Örgütün silahsızlandırılmasını hiçbir yoruma gerek duyulmayacak açıklıkta savunmuş; ciddi siyasi riskler alarak sürecin önünü açan kararlı bir barış aktörü gibi davranmıştır. Ancak Öcalan barış aktörü olmanın ötesine geçerek siyasi bir özneye dönüşme niyetinin de güçlü işaretlerini sergilemektedir.
İşlevsel uyum
Çözüm süreci ve silahsızlandırma süreçleri karşılaştırıldığında çözüm sürecinde devlet aklının siyasi iktidar lehine sonuç üretmeye odaklandığı, Oslo ile başlayan devlet aklı halinin çözüm sürecinde siyasi angajman nedeniyle zayıf kaldığı, aynı zamanda dönüşüm geçirdiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Öcalan’a geniş bir manevra alanı tanınmış, süreç büyük ölçüde kişiselleştirilmiş ve kurumsal yapıların sürece etkisi sınırlı kalmıştır. Siyasi müzakere ve diyalog yöntemleri kullanılarak çatışmanın dönüştürülmesi girişiminden de sonuç alınamadığı anlaşılmıştır.
Buna karşılık, silahsızlandırma süreci, çözüm sürecinden çıkarılan dersler doğrultusunda daha sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir. Süreç, güçlü bir metodolojiyle tasarlanmış; kurumsal kabiliyet, teknik hazırlık ve stratejik iletişim açısından daha gelişkin bir yapı, kapasite ve hazırlıkla yürütülmüştür. Devlet sahadaki üstünlüğü kendi lehine çevirme konusunda bu kez çok daha rasyonel ve kararlı hareket etmiştir. Bu başarıda, özellikle Şenkal Atasagun–Emre Taner döneminde başlatılan, Hakan Fidan döneminde tamamlanan Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yeniden yapılandırılmasının önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Sürecin koordinasyonunu yürüten İbrahim Kalın’ın istihbarat kökenli olmamasına rağmen süreci başarılı bir şekilde yürütmesi ise, siyasi irade ile kurumsal kapasite arasındaki işlevsel uyumun açık bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Sonuç olarak devlet, silahsızlandırma sürecinde üzerine düşen sorumluluğu kurumsal akıl çerçevesinde yerine getirmiş; PKK’nin silahsızlandırılması hedefi büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Bu noktadan itibaren sürecin başarısı, devletten çok siyasilerin performansına, Öcalan’ın barış aktörü olmaktan çıkıp siyasi özne gibi davranmaya başladığında alacağı tutuma bağlı olacaktır.
İlginizi Çekebilir