© Yeni Arayış

İdeal bedenin yıkılışı: Beden politikalarına karşı bir direniş, body horror

Beden artık bir direniş noktası değil; bilim, teknoloji, tüketim kültürü, moda endüstrisi ve idealize edilen estetik anlayışı gibi dış güçler tarafından ele geçirilmiş bir dehşet nesnesine dönüşmüştür.

Body horror, güzellik mitinin ve beden politikalarının en uç noktalarını bedenin deformasyonu ve dönüşümü üzerinden göstererek, ideal güzellik anlayışına ve ideal beden algısına karşı duran güçlü bir tür konumundadır. Bedenin toplumsal beklentilere uymak zorunda olmadığını bize gösterir.

"Görülüyorum, Öyleyse Varım"

Günümüz dünyasında bu düstur, aynadaki yansımamızdan, sosyal medyada aldığımız beğenilere, dijital filtrelerin ardına sakladığımız bedenlerimizden, idealize edilen ve ulaşılması güç standartlara kadar uzanan bir kontrol mekanizması ile koşut ilerlemekte. Bedenlerimiz paradoksal şekilde tarihte hiçbir zaman olmadığı kadar sıkı bir disiplin mekanizmasına tabi tutulmakta.

Görülme isteğinin gittikçe arttığı, mahrem ve kamusal arasındaki ayrımın silikleştiği, gözetleyen ve gözetlenenin birbirine karıştığı günümüzde, beden üzerinden kurulan tahakküm ve denetleme mekanizmaları kendini ustaca gizleyerek varlığını sürdürmektedir. Özellikle sosyal medya üzerinden oluşan ve Foucault'nun bahsettiği Panoptikon (azınlığın çoğunluğu gözetlemesi) kavramının Sinoptikon (çoğunluğun azınlığı gözetlemesi), hatta Omniptikon'a (herkesin herkesi gözetlediği) dönüştüğü bir süreç söz konusudur. Artık iktidar, yalnızca yukarıdan aşağıya tek taraflı bir gözetimle değil, her bireyin hem gözetleyen hem de gözetlenen olduğu çok katmanlı bir ağ içinde işlemektedir. Gözetleyenin de mahremiyetini belirli ölçülerde, rızaya dayalı şekilde sergileyerek iktidar kurduğu yeni bir medya düzeniyle karşı karşıyayız. Fransız düşünür Foucault'nun derinlemesine incelediği biyopolitika ise, beden üzerinden ilerleyen biyoiktidar çağının en temel kontrol mekanizmalarından biridir. Foucault'nun kapitalizmle ilişkili olarak değerlendirdiği biyopolitika, özne ve iktidar arasındaki karmaşık ilişkileri gözler önüne serer (Foucault, 2018: 100-103). Bedenimiz, artık toplumsal ve siyasal bir denetim alanı haline gelmiştir.

Modern toplumda kontrol, katı kısıtlamalar yerine disiplin mekanizmaları ve ikna yoluyla sağlanır. Egemen sınıfların kitleleri kontrol etmekteki yöntemi, onların boş zamanlarını ve enerjilerini harcayacakları eylemler bulma üzerine kurulmuştur. Kadın bedeni üzerinden ilerleyen estetik, kozmetik ve moda gibi devasa sektörler, bu "ikna mekanizmasının" en görünür uzantılarıdır. İdeal beden dayatması, tüm bedenler üzerinde etkili olsa da, özellikle kadın bedeni üzerinde yoğunlaşır. Medya, eskiden kadınlara güzel olmaları gerektiğini söyleyerek onları erkeğin arzu nesnesi olma gerekliliğine inandırırdı. Ancak artık toplumsal cinsiyet, medya ve beden sömürüsü gibi konularda deneyim kazanan kitleler için bu inandırıcılık yerine farklı düşünce kalıpları ve yaklaşımlar geliştirilmiştir. 

Sistemin işleyişindeki en büyük başarı, kendini ustaca gizlemesidir. Özgürlük yanılsaması içerisindeki bireyler sisteme direnmezler. Direnecekleri iktidar mekanizması görünmez kılınmıştır. Kendilerine sunulan seçenekler arasından tercih yapmayı özgürlük varsayan kitleler bu sayede daha kolay kontrol edilirler. Gözetleyen ve gözetlenen meselesinde olduğu gibi, gözetleyenin iktidar sahibi olduğu düşüncesindeki yanılgı burada da devam etmektedir.

Kadınların ideal bedene sahip olması gerektiği algısı, tarih boyunca ataerkil yapı tarafından kadın bedenini kontrol etmek için kullanılmıştır. Naomi Wolf, "Güzellik Miti" adlı kitabında, güzellik mitinin bir hikâye anlattığını ve bu hikâyenin, güzellik için evrensel normlara dayanan bir gerçeklik olduğu yanılsamasını desteklediğini söyler (Wolf, 2002: 12). Unutmamak gerekir ki, kadın ve erkeğe atfedilen sosyal roller, biyolojik olmaktan ziyade kültürel ve toplumsal yapılar tarafından şekillenen rollerdir. Kadına dair güzellik algısı da işte bu ön kabuller doğrultusunda "kadın doğasına özgü" gibi sunulur. Kadınların bu standartlar çerçevesinde konumlandırılması, erkek egemen sistemi koruyan bir yapıdır.

"Görünüş üzerinden kendini var etmek, görünüş üzerinden kendini yok etmekle aynı çizginin iki uç noktasındadır" der Emre Caner kitabında (Caner, 2015). 

Reddedilenin, bilerek yıkılanın, rahatsız edici olanın sunulması, ön kabullerle oluşmuş mitlere bir karşı duruş niteliğindedir. Amacı rahatsız etmek olan bu sunumlar, verdikleri rahatsızlığın altında gizlenen ön yargıları göz önüne sermeyi amaçlarlar. Sinemada da "body horror" türü, bedenin deformasyonunu, beden üzerindeki kontrolün kaybını merkeze alır ve geleneksel korku sinemasının ötesine geçerek izleyiciyi psikolojik olarak da rahatsız eder. Medya düzeninin bedeni bir arzu nesnesi olarak sunduğu çağda, body horror, bedeni bir dehşet objesi olarak sunarak bir karşı anlatı yaratır. Julia Kristeva'nın "iğrenç" (abject) kavramı, bu türde norm dışı olanın, dışlananın nasıl sunulduğunu anlamamıza yardımcı olur. Özellikle "kusurlu" veya "çirkin" olarak etiketlenen beden formları üzerinden izleyiciye rahatsız edici bir deneyim vaat edilir; zira norm dışı olanla yüzleşmemiz, sistemin nasıl işlediğini çarpıcı bir şekilde gösterir. Body horror sineması içerisinde de güzellik mitinin karanlık ve yıkıcı sonuçlarını sunan örnekler bulunmaktadır. Geçtiğimiz senenin en fazla bahsedilen ve feminist body horror olarak tanıtılan filmi The Substance bu tür anlatılara örnek teşkil eder. Bedenin mükemmeliyet arayışında maruz kaldığı estetik müdahaleler, bedenin absürt bir şekilde deformasyonu ile sonuçlanır. İdeal bedene ulaşmak için verilen savaşta göze alınanlar, bedenin ve ruhun tahribatını gözler önüne serer.

Bu tarz filmler, beden politikalarının, bedenin nasıl bir denetim alanı haline geldiğini analiz etmek için güçlü bir çerçeve sunar. Beden artık bir direniş noktası değil; bilim, teknoloji, tüketim kültürü, moda endüstrisi ve idealize edilen estetik anlayışı gibi dış güçler tarafından ele geçirilmiş bir dehşet nesnesine dönüşmüştür.

Julia Ducournau'nun Raw (2016), Carlo Mirabella-Davis'in Swallow (2019), MitchellLichtenstein'ın Teeth (2007), Nicolas Winding Refn'in The Neon Demon (2016) ve MarielleHeller'ın Nightbitch (2024) gibi filmleri, body horror türünün önemli örnekleridir. Bu yapımlar, kadın bedeni ve cinselliğine dair yerleşik tabuları, çarpıcı body horror öğeleri aracılığıyla yıkıcı bir biçimde ele almaktadır.

Kadın bedeni ve arzularının toplumsal normlar aracılığıyla bastırılmasının yıkıcı etkilerini kanibalizm (yamyamlık) üzerinden işleyen Julia Ducournau'nun Raw (2016) filmi, genç bir vejetaryen kadının et yemeye başlamasıyla yaşadığı bedensel ve psikolojik dönüşümünü, arzular ve toplum arasındaki gerilimi işaret ederek gösterir. İnsanın kendi bedeni üzerindeki tahakkümü, body horror'ın konularından biridir. Beden algısının bozulduğu rahatsızlıklarda, insanın hayatında en kolay kontrol edebileceği şey kendi bedeni olduğu için, özellikle hayatında kontrolü kaybettiği noktalarda, kendi bedenini kontrol etmeye odaklandığı görülmektedir. İşte, Carlo Mirabella-Davis'in Swallow (2019) filmi de, mutsuz bir evlilik içinde boğulan genç bir kadının, kontrolü yeniden ele geçirmek için nesneleri yutmaya başlamasıyla gelişen bir tür pika hastalığını, bedeninin üzerindeki dışsal denetimi ve kendi kaderini belirleme arayışını bir body horror unsuru olarak işler. Özellikle annelik üzerinden oluşturulan mitlerde annelik deneyimi kutsallıkla özdeşleştirilir. 

Kutsallaştırılan anne, bedensel ve kimliğiyle ilgili beklentilerden arınmış, yalnızca toplumsal beklentilerin karşılanmasına yönelik hareket eden ve bakım veren konumda tasvir edilir. Marielle Heller'ın Nightbitch (2024) filminde ise, toplumsal beklentiler karşısında zorlanan ve bedeni üzerindeki kontrolünü kaybeden bir kadının öyküsüne odaklanılır. Heller, annelikle mücadele eden kadının fiziksel olarak bir köpeğe dönüşme deneyimini işleyerek, toplumun beklentilerini ve toplum tarafından yapılan sınır ihlallerini rahatsız edici bir dille sunar. Bu filmlerin her biri, dayatılan güzellik algıları ve beden politikalarına karşı kadın bedeninin uğradığı deformasyonları, dönüşümleri ve sınırların ihlalini izleyiciye bu normların yıkıcı etkileri üzerine düşünmeye ve bedenin özerkliğinin önemini kavramaya davet eden şekilde sunarlar.

Bu tarz filmler, beden politikalarının, bedenin nasıl bir denetim alanı haline geldiğini analiz etmek için güçlü bir çerçeve sunar. Beden artık bir direniş noktası değil; bilim, teknoloji, tüketim kültürü, moda endüstrisi ve idealize edilen estetik anlayışı gibi dış güçler tarafından ele geçirilmiş bir dehşet nesnesine dönüşmüştür. 

Body horror, güzellik mitinin ve beden politikalarının en uç noktalarını bedenin deformasyonu ve dönüşümü üzerinden göstererek, ideal güzellik anlayışına ve ideal beden algısına karşı duran güçlü bir tür konumundadır. Bedenin toplumsal beklentilere uymak zorunda olmadığını bize gösterir. Bir iktidar mekanizması olarak kullanılan biyopolitikanın dışına çıkılması bağlamında da bu tür, beden politikalarına bir karşı duruş olarak konumlandırılabilir. 

Kaynakça

Caner, E. (2015). Cinsellik Üzerine Toplumsal Fragmanlar. SU YAYINEVİ.

Foucault, M. (2018). Cinselliğin Tarihi. Ayrıntı Yayınları.

Wolf, N. (2002). The Beauty Myth. Harper Collins.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER