Haksızlık mı dediniz?
SİYASETUnutmayın ki bugün içinde bulunduğumuz çözüm süreci de, henüz gelmemiş ve belki de hiç gelmeyecek ama yine de gelmesi için mücadele edilmesi gereken bir demokrasinin belirleyicisi olan bir süreçtir. Ne mutlu bu mücadelede yer alanlara!
Türkiye “demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti”dir der Anayasamız. Öyle der ama gerçekte olan-bitenler Türkiye’yi bu cümle içine koymamızı her zaman zorlaştırmıştır. Ama yine de zaman zaman Anayasada serdedilen kişi hak ve özgürlüklerini, siyasi partilerle ilgili yazılmış özgürlükçü ifadeleri gerçekmiş gibi algılayıp yanlışlar yaptığımız da ortada. Mesela; Anayasa'nın 34. maddesine göre “Herkes izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir”. Bu nedenle toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak için yetkili makamlardan izin alınmasına gerek yoktur der. Peki bu doğru mudur? Hemen hemen her yürüyüşe güvenlik güçlerinin “Gözaltı otobüsleriyle” refakat etmesi ve sonunda birçok kişiyi derdest etmesi bu maddeyle nasıl bir ilişki içindedir? Var mıdır sahiden bir ilişki?
O nedenle de “demokrasi” dediğimizde bu ülkede olmayan bir şeyden söz ediyoruz aslında. Olmasını istediğimiz ama bir türlü de olduramadığımız bir düzenden söz ediyoruz. Doğrusu bu ülkede böyle bir düzen hiçbir zaman olmadı. Ne Cumhuriyetin başlangıcında ve ne de şimdi. Ona rağmen retoriği çok bol bir terim oldu. Ve sadece “seçimlere” indirgendi. Hele hele hatırlayanlar olacaktır, 1946’da çok partili sisteme geçtiğimizde Demokrat Parti halkımız yabancı bir kelimedir anlamaz diyerek demokrasi yerine “Demir Kır At” ifadesini kullanmıştı. Partinin amblemi de öyleydi.
AKP’nin, 20 küsur yıllık iktidar döneminde özellikle 2013’den başlayarak daha otoriter, daha merkezci, kuvvetler ayrılığını umursamadan yürüdüğünü ve demokrasiyi, yani kırıntı halinde de olsa demokrasiyi iyicene kuşa çevirdiğini bu ülkede yaşayan herkes biliyor. Demokrasiden bu kadar söz etmemin nedeni de zaten bu kuşla ilgili.
İnsan gerçekten inanamıyor. Cumhur İttifakı bir yandan yılların Kürt sorununu çözmek için şimdiye dek kimsenin cesaret edemediği bir adım atıyor. Ama bu adımı öyle bir biçimde atıyor ki ayağının birini de İmamoğlu üzerinden CHP’nin üstüne basarak, birçok kişiyi saçma sapan suçlamalarla içeriye tıkarak atıyor. Onun için insan, “Yahu böyle demokrasiyi kuşa çevirmiş bir iktidarla Kürt sorunu çözülür mü?” diye düşünüyor. Haklılar da! Öyle ya Kürt sorununun çözümü mevcut demokrasimizin çıtasını yükseltecek bir adım. Eğer öyleyse iktidar İBB üzerinden ana muhalefet partisine bu anti-demokratik baskıyı neden uyguluyor ki?
Kısacası birçok insan “Bu ülkede demokrasi olmadığına göre, İktidarın Kürt açılımının da demokrasiyi yükseltmek diye bir derdi olamaz. O zaman onun arkasına “vagon gibi neden dizilelim ki” deniliyor. Dolayısıyla demokrasi gelirse ancak o zaman Kürt sorunu çözülür” gibi düşünülüyor. Böyle düşündükleri için de CHP’nin İmralı’ya gitmemesi konusunu eleştirenlere “CHP’ye haksızlık ediyorsunuz!” deniliyor.
Kimin kime haksızlık yaptığı ayrıca tartışılacak bir konu. Tabii ki ben de iktidarı eleştiren yazılar yazıyorum. İstiyorum ki bu süreç ülkenin her konusunu daha demokratik bir çerçeveden ele alsın. Ulus-devlet kurulurken yapılan zorlamaların yarattığı travmaları çözmek ve ülkeyi gerçek bir demokrasiye kavuşturmak için atılması gereken adımlar da bu sürece dahil edilsin. Ama olmuyor!
Olmuyor çünkü bizim gibi sorunları yaşamış olan ülkelerde barış adımları demokrasiyi bekleyerek atılmıyor. Aksine barış için yapılan mücadele demokrasiyi getiriyor.
Alın Güney Afrika’yı!
Barış anlaşmasından önce bazı demokratik kurumlar olmuş olmasına rağmen Güney Afrika’da bırakın demokrasiyi ırkçı otoriter bir baskı rejimi vardı. Siyahların politik haklarının hemen hemen tümü reddedilmişti.
Alın Kuzey İrlanda’yı!
Katolik-Protestan çatışmasıyla ikiye ayrılmış toplumda demokrasi fiilen askıya alınmıştı. Katolikler dışlanmış, sonrasında yerel yönetimlerine el konulmuş ve iktidar güvenlikçi politikalarla ülkeyi yönetiyordu.
Alın Filipinleri!
Filipinler’de demokrasi devletin resmi ideolojisi olmakla birlikte Moro halkına yani Müslümanların yaşadıkları adalarda uygulanmıyordu. Oralardaki rejim tam anlamıyla anti-demokratik ve baskıcı bir rejimdi.
Alın Kolombiya’yı!
Barış anlaşmasından önce ülkede sözde bir demokrasi vardı. Ama bu demokrasi ülkenin kırsal bölgelerinde yaşayan kesimlerde uygulanmıyordu. Oralardaki rejim de tam anlamıyla baskıcı ve şiddet içeren bir nitelikteydi.
Bütün bu örneklerde demokrasi barış görüşmelerinden sonra gelişti. Güney Afrika’da da, Kuzey İrlanda da, Filipinler’de de, Kolombiya’da da barış görüşmeleri demokrasinin baskılandığı , daha açık biçimde söylersek olmadığı zamanlarda başladı ve barış görüşmeleri başarıya ulaştığında demokrasinin çıtası da yükseldi. Yani barış süreçleri bu ülkelerdeki demokrasilerin de mayalandığı süreçler oldu.
Neden mi böyle oldu?
Çünkü bu ülkelerde de bizde de olduğu gibi “demokrasi” olarak tanımladığımız rejimler çatışmanın da bir parçası olan rejimlerdi de ondan! Bu ülkelerde demokrasi olmadığı için çatışmalar yaşandı, çatışmalar yaşandığı için de demokrasiler çıkmaza girdiler. Onun için bu karmaşık süreçlerin yürütülmesi çok dikkatli ve her şeyden önemlisi de cesaret istiyor. Bu nedenle de ben CHP’den daha cesur olmasını beklerdim, tabanındaki muhafazakarlığı aşan ve ona demokrasi yolunu öneren yeni bir tutum almasını.
Ünlü Fransız düşünür Derida demokrasiden sözederken “gelmekte olan demokrasi” (democracy to come) demeyi tercih etmişti. Yani henüz gelmemiş, belki de hiç gelmeyecek olan ama gelmesi için de her türlü çabayı gerektiren bir mücadele çizgisi…
Unutmayın ki bugün içinde bulunduğumuz çözüm süreci de, henüz gelmemiş ve belki de hiç gelmeyecek ama yine de gelmesi için mücadele edilmesi gereken bir demokrasinin belirleyicisi olan bir süreçtir.
Ne mutlu bu mücadelede yer alanlara!
İlginizi Çekebilir