© Yeni Arayış

Güle güle Altan Abi

Gözün arkada kalmasın; halkın haber alma hakkı için sahip çıktığın ilkeler, Türkiye’nin demokratik, katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir iktidara sahip olması için verdiğin mücadele sürecek, su akıp yatağını bulacak.

Güle güle Altan Abi… Gözün arkada kalmasın; halkın haber alma hakkı için sahip çıktığın ilkeler, Türkiye’nin demokratik, katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir iktidara sahip olması için verdiğin mücadele sürecek, su akıp yatağını bulacak.

Şah İsmail’in, bir kurultay sonucu Şah ilan edildiği topraklara ulaşmak üzereyken geldi Altan Öymen’in sonsuzluğa göçtüğü haberi.

O an yüreğimin orta yerine, o iklimin bir başka güzel insanı Cemal Süreya’nın şu dizeleri gelip oturdu:

 

“Ölüyorum tanrım

Bu da oldu işte.

 

Her ölüm erken ölümdür

Biliyorum tanrım.

 

Ama ayrıca, aldığın şu hayat

Fena değildir...

 

Üstü kalsın...”

 

93 yaşında, “çoklu organ yetmezliği” ile mücadele ederken vedalaşmıştı bizimle. Bir yanıyla hastalığıyla uğraşırken, öte yandan Cumhuriyetin demokratik kimliğinden uzaklaştırılmasını engellemek için CHP’nin birlik ve beraberliğini korumak gerektiğini savunan bir isimdi.

Hasta yatağındayken dahi, gözü kulağı, Türkiye’nin içine çekilmek istendiği Ortadoğu bataklığına karşı sesini çıkartacak olanlardan gelecek sesteydi.

Cumhuriyet tarihinin ve Türkiye’nin med cezirlerinin doğrudan tanık olmuş bir aileden geliyor. O ailenin tarihi, aynı zamanda, Türkiye’nin siyasal tarihini de özetliyor. O tarih bize gösteriyor ki otoriter bir iktidar kurabilmek için muhalefeti sindirmek; muhalefeti sindirebilmek için de öncelikle halkın haber alma hakkını kuşa çevirmek, neredeyse bir iktidar refleksi.

HAYATI, TOTALİTERLERLİĞE KARŞI MÜCADELE İLE GEÇTİ

Küresel güçler de bunun farkında olacaklar ki o seslerin dalga dalga gelip birleşeceği “muhalefetin amiral gemisi” konumundaki CHP’yi etkisiz hale getirme hamlesini başlatmışlardı. Zira Ortadoğu’nun yeni baştan şekil alabilmesi için Türkiye’nin yeni bir dizaynına; Türkiye’nin sorunsuz bir biçimde dizayn edilebilmesiyse CHP’nin etkisizleştirilmesine bağlı olduğu açıktı.

Toplumsal dinamizm, her zaman kâğıt üzerindeki senaryolara uymaz; hatta çoğu zaman küresel güçlerin karar odalarında yazılıp çizilen senaryoları alt üst eder.

Ortadoğu’nun İran’ı da kapsayacak bir biçimde yeniden şekillendirilmesi için “BOP eş başkanlığı”nın Türkiye’ye verilmesiyle halledilebileceklerini düşündükleri sürecin karşısına halkın sessiz sedasız büyüyen muhalefeti çıkması da böyle bir tarihsel izdüşümün sonucudur.

Tarih tanıktır ki her muhalefet, kendi simgesini kahramanlaştırır. Rastlantı mıdır, bilinmez ama tarihin bu dönemecinde o simge isimlerin hemen hepsinin de CHP’de toplandığını görüyoruz. Öte yandan gene tarih tanıktır ki küresel güçler, tıpkı Çanakkale’de toplarıyla giremedikleri bu coğrafyaya ellerini kollarını sallayarak İstanbul Boğazına girmeleri örneğinde olduğu gibi senaryoları gerçekleşmediğinde evlerine geri dönmüyorlar. Ele geçirebilmek, bölge halklarını iliğine kadar sömürebilmek için hayatın karşılarına çıkardığı engelleri aşacak yeni senaryolar ve yeni hamleler yapmaktan bir an bile tereddüt etmediklerini biliyoruz.

Hayat mücadele demektir; toplumsal hayat, toplumsal mücadelenin dinamiğini de içinde barındırır. Küresel güçlerin planı varsa bağımsızlığın da bir iradesi vardır. Boşuna mı demiş Dadaloğlu; “ferman padişahın dağlar bizimdir” diye.

“Dağları bizim yapan” o mücadele geleneğidir; 1800’lü yıllarda attığı somut adımlarını, 1920’lerde gerçeğe dönüştürerek bugünkü Türkiye’nin temellerini atmıştı. Bugünkü mücadele ise o adımları önemli bulup, daha da pekiştirmek isteyenlerle o adımları bir türlü sindiremeyenler arasında kıyasıya sürüyor.

HAYATI, TÜRKİYE’Yİ CENNET YAPABİLMEK İÇİN MÜCADELE İLE GEÇTİ

Sürdürenlerin ortak özelliği, ortak bir sevdaları olmasıdır.

Ahmed Arif’in şiirleştirdiği de bu sevdadır:

“Vay kurban...    "Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."    Yiğitlik, sen cehennem olsan bile    Fedayı kabul etmektir,    Cennet yapabilmek için seni,    Yoksul ve namuslu halka.    Bu'dur ol hikayet,    Ol kara sevda.”

İki yüzyılı aşkındır yürütülen demokratikleşme mücadelesinin esbabı mucibesi de budur!

Elbette “güllük, gülistanlık” da değildir bu yol ve o yolda yürürken tarih her zaman kitlelere kendileri için çimento görevi görebilecek bir özne bulmalarını şart koşar.

Kitleler, kendilerince buldular o özneleri; kimisi Yavaş dedi; kimisi İmamoğlu…

Ve fakat, iktidarın derdi, İstanbul’u ele geçirmekti. Bunun için de toplumun en hassas olduğu konu olan yolsuzluk ve rüşveti bahane ederek İmamoğlu’na operasyon yaptı.

Hep söyleriz; varsa bir sorun, adil bir yargılanma hakkıyla sonuca varılması sağlanabilirdi. Ancak Türkiye’nin, “vur deyince öldüren” bir geleneğe sahip olduğunu biliyoruz. Hepimiz biliyoruz ki dün okuduğu şiir nedeniyle Erdoğan’ı cezalandıran “kafa”, bugün de İmamoğlu’nu “ahmak” dedi diye cezalandırarak, mevcut düzenin sürüp gitmesini istiyor.

Tarihsel, toplumsal ve güncel süreçlerin o “kafa”nın hesapladığı gibi işlemediğine de tanıktır bu ülke. Şiir okuyan Erdoğan’ın geldiği yere bakarak, geleceğin nasıl şekilleneceğini görebiliriz.

Dün küresel güçlerin de desteğiyle Erdoğan’ın çevresinde sessiz sedasız bir biçimde toplanan muhalefet, bugün, kendiliğinden bir biçimde CHP’nin etrafında toplanıyor. İmamoğlu’nu elemine etmek için başlayan sürecin pek çok belediye başkanının tutuklanmasına kadar uzamış olması, tarihin tekerleğini bir miktar aksatabilir ama durdurmaya yetmez.

Farkındayım; operasyonun konusu, AKP’nin iktidarı süresince en hâkim olduğu alan olabilir. Bu nedenle hakikat ile tezviratın karıştığı bir ortama da sürüklenmiş olabiliriz.

Aydının görevi, gerçeğin peşinden gitmektir.

HAYATI, HALKIN HABER ALMA HAKKI İÇİN MÜCADELE İLE GEÇTİ

Hayatını o gerçeği halka ulaştırmakla geçirdi Altan Öymen.

Hastalıkla mücadele ederken bir yandan küresel güçlerin güncel dayatmalarına karşı dik durmak lazım geldiğini dile getirirken, diğer yandan mücadelenin tarihini de hatırlatan bir duruşu vardı.

Onu en son, 7 Mayıs günü, Cebeci Asri Mezarlığında, babası Hıfzırrahman Raşit Öymen’in mezarının başında görmüştüm.  Ayakta zor dururken bile geleceğe ışık tutacak bir tarihi hatırlatmakta geri durmamıştı.

Cumhuriyet tarihinin ve Türkiye’nin med cezirlerinin doğrudan tanık olmuş bir aileden geliyor. O ailenin tarihi, aynı zamanda, Türkiye’nin siyasal tarihini de özetliyor. O tarih bize gösteriyor ki otoriter bir iktidar kurabilmek için muhalefeti sindirmek; muhalefeti sindirebilmek için de öncelikle halkın haber alma hakkını kuşa çevirmek, neredeyse bir iktidar refleksi.

Çarpıcı bir anekdotla bitirelim bu yazıyı.

Aydınlanma mücadelesinin neferlerinden biri olan Altan Öymen’in babası Hıfzırrahman Raşit Öymen’e sormuşlar:

“Yazdığı yazılar nedeniyle oğlunuz Örsan Öymen tutuklanacak, ne dersiniz?”

Yanıtı şu olmuş:

“Onu tutuklarlarsa Altan yazar, Altan’ı da tutuklarlarsa ben yazarım, beni de tutuklarlarsa bu ayıp onlara yeter”.

Bu sözler, bugün yaşadıklarımızın özetidir. Görüyoruz ki ilk kez yaşanmamış, dün de öyleymiş, bugün de öyle…

Son kez yaşanmasının yolu, demokratik, laik ve özgürlükçü bir Türkiye inşa etmekle mümkün olacak.

Güle güle Altan Abi…

Gözün arkada kalmasın; halkın haber alma hakkı için sahip çıktığın ilkeler, Türkiye’nin demokratik, katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir bir iktidara sahip olması için verdiğin mücadele sürecek, su akıp yatağını bulacak.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER