Dem Parti’ye çullanmanın hafifliği
SİYASETKürt sorunu dediğimiz, tarihsel olarak bir ulusun varoluş, eşitlik ve özgürlük arayışının kapsayıcılığı öyledir ki bu kapsayıcılık içinde hiçbir kişinin bu kapsayıcılığın sınırlarını aşacak bir tutum alması pek mümkün değildir. O nedenle de bu spekülasyonları yapanlara benim önerim, eğer başka niyetleri yoksa bu süreçte sakin olmaları ve yapıcı bir tutum almalarıdır. Gerisi boştur.
İktidar her nedense çözüm sürecinde ayağını hafif frende tuttukça ülkede Kürt sorununun çözümü için umut besleyen kesimlerde rahatsızlık artıyor. Bu tabii ki anlaşılır bir durum. PKK tarafı sembolik de olsa silah bırakma adımı attıktan sonra barış isteyen insanların “Hadi artık atılması gereken adımlar atılsın!” serzenişleri artıyor.
Başlangıçta iktidar tarafı kurulan “komisyonla” ilgili olarak “Sorunun çözümü konusunda fazla heveslenmeyin, bu komisyon sadece “teknik” bir komisyon olacak” demişti. Yani Komisyonun Kürt sorunun bütün yönlerini ele alıp çözecek bir kurumsallaşma olmadığını belirtmişti. Bu kanaat açıklandığında barış yanlıları yine de “E ne yapalım, konunun teknik yanları da önemli” diyerek seslerini yükseltmemişlerdi.
Ama bunca zamandan sonra sorununun “teknik” yanlarıyla ilgili neredeyse hiçbir adım atılmamış olması da insanı kuşkulandırıyor. İnsan, “Bu iktidar ne yapmak istiyor? Acendasında ne var ki bu işi sürüncemede tutuyor?” diye sormadan edemiyor. Bu çerçevede ne yapmak istenildiği açık bir biçimde ifade edilmeyince spekülatif düşünceler de ortalığa dökülüyor. İktidar partisi ile destekçisi MHP arasında bir sorun olduğundan tutun işin doğrudan Suriye ile ilgili olduğuna kadar birçok fikir konuşuluyor.
Tabii bu arada bir de CHP meselesi var. İktidarın CHP üzerinde çeşitli ve çoğu tamamen uydurma ve demokratik toplum ilkelerine uymayan iddiaları ve yargılamaları, doğal olarak demokrasiden yana olan ve barış sürecinin inşasında kendini sorumlu gören DEM partiyi de zor duruma sokuyor. O nedenle de spekülasyonların önemli bir kısmı da DEM partiye odaklanmış durumda.
DEM partiye yönelik olarak, “İktidarın anti-demokratik uygulamalarını görüyor ama yeterince ses çıkarmıyor” eleştirisi giderek özellikle seküler kesimde yerleşiyor. Öyle ki konunun Öcalan-Demirtaş ekseninde de bir karşılığı olduğu, Öcalan’ın, Selahattin’in bırakılmasıyla çözüm sürecinin yönetilmesinin daha zor olacağını düşündüğü için konuya soğuk baktığı dahi yazılıyor.
Esasında bu ve buna benzer spekülasyonlar (iyi niyetli ya da kötü niyetli) bu süreçte bütün dünyadaki deneyimlerde de görüldü. Onun için şaşırmamak gerekiyor. Ama burada altını çizmekte fayda gördüğüm şey, bu tür yazılar yazanların Kürtleri yeterince tanımayan ya da Kürtlerin eşit vatandaşlığından içsel bir rahatsızlık duyanlar olduğu gerçeğidir.
Oysa açıkça ifade etmekte yarar vardır ki eğer bu ülke bir gün gerçek anlamda demokrat bir ülke olacaksa bunda Kürtlerin katkısının toplumun diğer kesimlerinden daha çok olacağıdır. Bunun neden böyle olacağı tartışılabilir bir konudur (ama Kıvılcımlı’nın Tarih Tezini gündeme getirmeyi gerektirdiğinde bu konu başka bir yazıya).
Yazıyı bitirmeden şunun da altını çizmek istiyorum: Birileri -her ne nedenle ise- Öcalan’la Selahattin arasında, Selahattin’le de DEM parti arasında sorunlar olduğu, hatta bunun DEM parti tabanında bir ayrılığın yansıması olduğuna kadar varan spekülasyonlar yapmaktan hoşlanıyorlar. Evet Kürt siyaseti hareketi içinde farklı insan malzemeleri ve farklı deneylerden gelen insanların olduğu bir gerçek. O nedenle de yönetim ve siyaset tarzları bakımından kişiler arasında farklılıkların olması da doğal. Ama Kürt sorunu dediğimiz, tarihsel olarak bir ulusun varoluş, eşitlik ve özgürlük arayışının kapsayıcılığı öyledir ki bu kapsayıcılık içinde hiçbir kişinin bu kapsayıcılığın sınırlarını aşacak bir tutum alması pek mümkün değildir. O nedenle de bu spekülasyonları yapanlara benim önerim, eğer başka niyetleri yoksa bu süreçte sakin olmaları ve yapıcı bir tutum almalarıdır. Gerisi boştur.
Beklenen de budur!
İlginizi Çekebilir