Güçlendirilmiş iç cephe üzerine
SİYASETMeclis başkanı Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre bu işlemi yapan Başkanvekiline hukuken bir yaptırım uygulama ve onu görevden alma yetkisine sahip değildi.
19 Marttan beri bu tepkiyi meydanlara taşıyan muhalefetin başarısı görmezden gelinemez. Bu tepkiyi yansıtmak üzere bir günde 15 milyon imza toplanmış olması eşsiz bir çabadır. Geleceğinden ciddi bir endişe duyan gençliğin ve diğer toplumsal kesimlerin zorlamasıyla da olsa ana muhalefet partisinin tepkileri görünür hale getirmesi değerlidir.
Siyasal iktidarın 23 yıllık uygulamalarından sonra belirgin bir eğilimi saptamak mümkün.
Batılı eğitimi özümsemiş Cumhuriyet nesilleri ile mevcut siyasal iktidarın demokrasi, hukuk devleti, laiklik, kuvvetler ayrılığı, cumhuriyet gibi kavramlardan anladığı şey aynı değil.
Örneğin iktidar 2017 Anayasa değişikliğinin ülkeyi demokrasi ve hukuk devleti konusunda çağ atlattığını ve “Yeni Türkiye” yarattığını düşünürken benim gibi klasikler otoriter devletin kurumsallaştığını düşünüyor.
Bu yüzdendir ki iktidar “daha demokratik bir anayasa yapacağız” dediğinde, bizler “eyvah acaba otoriter devleti daha ne kadar tahkim etmeyi düşünüyorlar” diye hayıflanıyoruz.
İktidar, “kuvvetler ayrılığı” dediğinde de farklı şeyleri anlıyoruz.
Kuvvetler ayrılığı iktidar için yasama, yürütme ve yargı erklerinin farklı ellerde olması, ancak bu erklerin yürütme erkinin kontrolünde olması anlamına geliyor.
Klasiklerin dilinde iktidarın bu anlayışı tam olarak “kuvvetler birliği”ne karşılık geliyor.
Daha açıkçası bizim “kuvvetler birliği” dediğimize iktidar “kuvvetler ayrılığı” diyor.
Dolayısıyla iktidar “kuvvetler ayrılığını güçlendireceğiz” dediğinde bizler acaba “yasama ve yargı erkleri üzerinde nasıl bir kontrol daha sağlanacak?” diye düşünmeye başlıyoruz.
Bu saptamanın kökeninde derin bir felsefi birikim var.
Bu cümleyi kurabilmek için Antik Yunan’dan Aristoteles’in, Antik Roma’dan Polybios ile Çiçero’nun, modern dönemden Jean Bodin, Thomas Hobbes, Jean Jacques Rousseau, John Locke ve Montesquieu’nun çok sayıda düşüncesini çok yönlü olarak incelemek gerekiyor; rastgele bir cümle değil.
Neyse konuya dönelim.
İktidar kendi kuvvetler ayrılığı içinde sadece yasama, yürütme ve yargı organını görmüyor; muhalefeti de kapsama alıyor.
Muhalefet, iktidar tarafından çizilen sınırların dışına çıktığında türlü yöntemlerle cezalandırılıyor ve sürekli olarak bir “milli muhalefet”ten söz ediliyor.
İç cephenin tahkimi fikri de muhalefetin zapt-u rapta alınması isteğinden kaynaklanıyor.
Milli muhalefet olabilmek ülkenin geleceği için her şeyi düşünmeye muktedir olan siyasal iktidarın projelerine destek vermek anlamına geliyor.
Öyle ya…
Siyasal iktidar ülkenin geleceğini korumak konusunda yetki aldığına göre bu yönde atılacak adımlara kimsenin itiraz edememesi gerekiyor.
Haliyle itiraz edenlerin oyun dışına atılması doğal bir sonuç durumuna geliyor.
Bu tür bir “muhalefet” anlayışına “demokratik bir muhalefet olmayacağı” gerekçesiyle karşı çıkmaktan başka çare yok.
Peki buna kim karşı çıkacak?
Kuşkusuz buna itiraz etmesi gereken aktör demokratik hakları elinden alınan muhalefettir.
Muhalefet bu görevini yerine getiriyor mu?
Bakalım.
Ülkede 2016 yılında bir anayasa değişikliği yapıldı ve Anayasa’ya bir geçici madde eklendi.
Değişikliğin amacı “milli muhalefet” çizgisinin dışına çıktığı düşünülen Selahattin Demirtaş gibi amansız muhaliflerin tasfiyesine kapı açmaktı.
Bu tasfiyeden sonra normalde dönemi sona ermiş olan siyasal iktidar yeni bir oyun kurarak iktidarını sürdürme olanağına kavuşacaktı.
Çünkü mevcut yapıyla yolun sonuna gelinmişti.
Bu tür bir projeye şiddetle karşı çıkması gereken ana muhalefet idi.
Ana muhalefet bu görevini yaptı mı?
Hayır, tam tersini yaptı ve değişikliğe destek verdi.
Üstelik tarihte eşine rastlanmayan bir gerekçeyle…
“Anayasa değişikliği Anayasa’ya açıkça aykırıdır ama destek vereceğiz” deyiverdi partinin “lideri”.
Benim gibi “kıytırık” hukukçular tam bir “dehşet” içindeydi; kulaklarımıza inanamamıştık.
Nasıl yani?
Hem “anayasaya aykırıdır” demek hem de anayasaya aykırı bu değişikliği engellemek yerine ona destek vermek!
Muhalefet anayasaya aykırı bir değişikliğe “evet” dediğinde kendisini inkâr etmiş olacaktı bize göre.
“İnşallah şakadır” dedik.
Şaka olmadığını destek verilince anladık.
Bu sıradan bir kanun değişikliği değil, bir toplum sözleşmesi olan Anayasa değişikliğiydi!
Anayasaya aykırı bir hükmün anayasaya eklenmesine izin vermek nasıl bir anlayışın ürünü olabilirdi ki?
Aslında cevabı var: “Milli muhalefet” olmaya rıza gösterme anlayışının ürünüydü.
Bu istisnai bir uygulama da değildi üstelik.
Kısa bir süre sonra yurt dışına asker gönderme ile ilgili bir tezkere gelecekti.
İktidarın dış politikasını yerden yere vuran muhalefet iş icraata geldiğinde tezkereye birdenbire destek vermişti.
Şu eklemeyle birlikte: “Tek bir askerimizin burnunun bile kanamasını istemem” demişti sayın “lider”.
Meclis başkanı Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre bu işlemi yapan Başkanvekiline hukuken bir yaptırım uygulama ve onu görevden alma yetkisine sahip değildi.
Bu nedenle görevini aştığını düşündüğü Başkanvekiline bir daha oturumu yönetme görevi vermedi ve oturumların çoğunu kendisi yönetti. Ama bu sürdürülebilir bir durum değildi.
Bunlar geçmişte kaldı diye ümitlenirken yeni bir örnek ortaya çıktı.
Milletvekili seçildiği halde Anayasa’nın gereği yerine getirilmeyerek tutukluluğu sürdürülen Can Atalay olayı.
Anayasa Mahkemesi bu konuda birden fazla karar verdi ve Can Atalay’ın Anayasa hükümleri gereğince derhal salıverilmesine hükmetti.
Mahkemeler Anayasanın, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığı biçimindeki açık hükmüne rağmen Anayasa Mahkemesi kararını uygulamadılar.
TBMM Başkanlığı da mahkemelerin AYM kararını tanımayan kararlarını Meclis Genel Kurulu’nda okutarak Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesini sağladı.
AYM yeni bir karar vererek TBMM’nin bu işleminin “yok hükmünde” olduğunu saptadı.
AYM’nin bu kararının gereğinin yerine getirilmesi hukuk devleti olmanın zorunlu sonucuydu ve muhalefetin bu konuda bir itirazda bulunması gerekiyordu.
İşte bu itiraz dönemin CHP’li Meclis Başkanı Gülizar Biçer Karaca ve onunla birlikte Başkanlık Kürsüsünde görevli olan kâtip üyeden geldi.
Ana muhalefet adına son derece ümit verici bir adım atıldı.
Karaca AYM kararının ilgili kısmını Genel Kurul’da okuttu ve Mahkemelere AYM kararı doğrultusunda işlem yapmalarının zorunlu olduğunu hatırlattı.
Benim gibi çok sayıda hukukçu Karaca tarafından yapılan bu işlemin TBMM teamüllerine uygun ve hukuk devletinin gereği olduğunu yazdı.
İktidar partisine mensup eski TBMM Başkanı Bülent Arınç daha da ileriye giderek bu okutma işleminin doğru olduğunu ve Can Atalay’ın bu okutma işleminden sonra milletvekilliğini yeniden kazandığını, derhal serbest bırakılması gerektiğini ileri sürdü.
Ancak TBMM Başkanı ve iktidara mensup Başkanvekili böyle düşünmüyordu.
Onlara göre bütün başkanvekilleri TBMM Başkanının emrindeydi ve Başkanvekili ile Katip üye Meclis Başkanının verdiği görevin dışına çıkmakla yetkilerini aşmışlardı.
Derhal cezalandırılmaları, görevden alınmaları gerekiyordu.
Meclis başkanı Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre bu işlemi yapan Başkanvekiline hukuken bir yaptırım uygulama ve onu görevden alma yetkisine sahip değildi.
Bu nedenle görevini aştığını düşündüğü Başkanvekiline bir daha oturumu yönetme görevi vermedi ve oturumların çoğunu kendisi yönetti.
Ama bu sürdürülebilir bir durum değildi.
Eninde sonunda kürsüyü Başkanvekillerine bırakacaktı ve Başkanvekilleri arasında ayrım yapma yetkisine sahip değildi.
Ana muhalefet partisinin kendisine mensup başkanvekiline sahip çıkması, hukuken son derece isabetli olan bu işleminin arkasında durması ve siyasal parti gruplarının TBMM’nin yönetimini “birlikte” yönetmeleri gerektiği ilkesini hayata geçirmeye çalışması gerekiyordu.
Bu bağlamda Başkanvekili ile Katip üyenin davranışı olsa olsa ödüllendirilebilirdi.
Özetle kendi başkanvekiline sahip çıkması gereken ve Başkanvekilinin işlem ve eylemlerinin şahsi olmayıp CHP grubuna ait olduğunu söylemesi gereken kuşkusuz CHP idi.
CHP bunu yapmadı.
Peki ne yaptı?
İlgili Başkanvekili ve kâtip üyeyi tam da TBMM Başkanlığının istekleri doğrultusunda cezalandırdı.
Şaka yapmıyorum.
İsteyen açıp TBMM sayfasına bakabilir: Sözü edilen Başkanvekili ile Katip üye artık Başkanlık Divanının üyesi değil.
Şimdi yönetimden “biz demokratik bir partiyiz, parti içinde seçim yaptık başkaları seçildi” diyecekler olabilir.
Demeyin.
Gülerim.
Şimdi mi aklınıza geldi seçim yapmak? Daha önce kaç kere bu tür görevler için seçim yaptınız?
Varsayalım ki daha önce hep seçim yaptınız. Şu anda çok başka bir durum var: TBMM Başkanlığı hukuka aykırı biçimde Başkanvekilinizi cezalandırmak istiyor.
Siz Meclis Başkanının yapmak istediği bu cezalandırmayı kendi ellerinizle yapmış olmadınız mı?
Bundan iyi “milli muhalefet” olur mu?
İç cepheyi güçlendirmeye gerek var mı?
Bu arada şunu da eklemem gerekir: CHP yönetimi TBMM Başkanlığının isteği doğrultusunda başkanvekilini bu biçimde cezalandırarak kendi üyesinin onurunu ayaklar altına almakla kalmadı Can Atalay’ın tutukluluğunun sürmesinin yasal olduğunu da ilan etmiş oldu.
Çünkü cezalandırılmaya neden olan olay Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşmesine yönelik itirazdı.
Bu itirazı yapan kişi cezalandırılarak itirazın haklı olmadığı da kabul edilmiş oldu.
“Haydi” “milli muhalefet” “yola devam” diyesim var.
Ancak böyle dememin haksızlık olacağını düşündüren madalyonun bir de öbür yüzü var.
15 Mart’tan beridir ülkede sadece ülkenin değil dünya siyasi tarihinin literatürüne girecek düzeyde çok ciddi haksızlıklar yapıldı.
Bu haksızlıklara karşı büyük bir toplumsal öfke birikti.
19 Marttan beri bu tepkiyi meydanlara taşıyan muhalefetin başarısı görmezden gelinemez.
Bu tepkiyi yansıtmak üzere bir günde 15 milyon imza toplanmış olması eşsiz bir çabadır.
Geleceğinden ciddi bir endişe duyan gençliğin ve diğer toplumsal kesimlerin zorlamasıyla da olsa ana muhalefet partisinin tepkileri görünür hale getirmesi değerlidir.
Dolayısıyla madalyonun öteki yüzündeki bu tepkiler, toplumsal kesimlerin zorlamasıyla da olsa muhalefetin “milli muhalefet” gömleğini giymek istemediğini göstermektedir.
Bir tarafta “milli muhalefet” çizgisine giren eylem ve işlemler, diğer tarafta bu gömleği giymeye itiraz…
Artık bir karar lütfen…
İlginizi Çekebilir