© Yeni Arayış

Ezberlerimizi sorgulamadan gerçeğe ulaşmamız mümkün mü?

İnsanlık olarak düşünce tarihimizi aslında tutsaklıkla özgürlük arasında gidip gelen bir süreç olarak tanımlayabiliriz sanırım. İnsan, doğumuyla beraber hayattan bir şeyler öğrenmeye başlıyor.

Sadece karşıt görüşlerdeki insanların ezberleri yoktur. Bizim gibi düşünenlerin de hatta bizim de ezberlerimiz vardır. Hepimiz, karşımızdakilerin (ya da bizden farklı düşünenlerin) ezberlerini değil de önce kendi ezberlerimizi sorgulamaya başlarsak ülkemizin ve hayatımızın çok kısa sürede çok daha güzel bir hale geleceğinden emin olabiliriz. 

Kısa cevap: Değil. Neden böyle düşündüğümü aşağıda tartışmaya çalışacağım.

Aslında öncelikle ezber derken neyi kastediyoruz, ondan söz etmek gerekir belki. TDK Sözlüğünde ezber; “bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akılda tutma” olarak tanımlanıyor. Sözcüğün İngilizce karşılığının (“memorise”) da çağrıştırdığı gibi aslında bu ifade daha çok herhangi bir bilgiyi/metni/kavramı belleğe (“memory”) yerleştirme ve orada tutma anlamında kullanılıyor. Bir şarkıyı söylemek için önceden dinleyip onu hafızaya yerleştirmek, bir tiyatro oyunu öncesinde söylenecek replikleri akılda tutmak, binilecek otobüsün numarasını beynimize yazmak gibi. Ben bu yazıda “ezber” kavramını biraz daha geniş anlamıyla kullanacağım. Buna göre yazı boyunca “ezber” derken olaylar karşısındaki anlayışımızı, davranışımızı, pozisyonumuzu belirleyen, algılamamızda bize referans olan ve fakat bunu yaparken farkında olduğumuz ya da olmadığımız her türlü kabullerimizi kastediyor olacağım. Bu anlamda biraz önyargı ya da paradigma kavramlarına da kardeş bir anlamda kullanacağım.

İnsanlık olarak düşünce tarihimizi aslında tutsaklıkla özgürlük arasında gidip gelen bir süreç olarak tanımlayabiliriz sanırım. İnsan, doğumuyla beraber hayattan bir şeyler öğrenmeye başlıyor. Attığımız her adım, yaptığımız her faaliyet, hayatı tanıma ve onunla ilgili bir şeyler öğrenmeye yarıyor. Bebeklikteki bu pratik sürece çocuklukla başlayan bir teorik öğrenme süreci de ekleniyor. Özellikle okula gitme, aile eğitimi, kitap/gazete okuma, televizyon izleme, internet kullanımı gibi etkenlerle birlikte daha sistematik bir öğrenme ve bilgilenme süreci yaşıyoruz. Hayata hazırlanma ve bireyleşme, bu teorik ve pratik süreçlerin sonunda gerçekleşiyor. Bu anlamda varlığımızı, anlayışımızı, yaşamsal ve entelektüel birikimimizi ve nihayetinde bir birey olarak özgürlüğümüzü bu eğitim, öğrenme ve bilgilenme süreçlerine borçluyuz.

Ancak diğer taraftan zaman içerisinde öğrendiğimiz, bize öğretilen bilgi ve düşüncelerin gerçek hayatla örtüşmediği; eksik, hatalı, yanlış hatta bazen doğrudan yalan olduğu durumlarla da karşılaşıyoruz. Böyle bir durumun farkına vardığımızda bu kez öğrendiğimiz şeyleri belleğimizden çıkarmaya, onlardan kurtulmaya ve yerlerine onların doğrularını koymaya çalışıyoruz. Hayatı, olguları ve hakikati referans aldığımızda bu kez yapmaya çalıştığımız şeyin (yanlıştan kurtulma ve yerine doğruyu koyma) yeni bir özgürleşme süreci olduğunu görüyoruz. Bu anlamda özgürleşen bir birey de daha önce özgürleşme süreci olarak gördüğü eğitim/öğretim/bilgilenme süreçlerinin aslında bir tür tutsaklık süreci olduğunun da farkına varıyor. Dolayısıyla özgürleşirken tutsaklaşan, daha sonra da tekrar özgürleşme çabasında olan bir birey gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Yeniden ve daha bilinçli bir özgürleşme yaşandığına, artık gerçeğe, hakikate ulaştığına göre bu birey için gerçek anlamda özgürleşiyor diyebilir miyiz? Evet! Ta ki bu özgürlük onun için tekrar bir tutsaklığa dönüşene kadar…

Bu özgürleşme-tutsaklık-tekrar özgürleşme-tekrar tutsaklık-… süreçlerinin en temel taşıyıcılarından birisinin yukarıda belirttiğim ezberler sistemi olduğunu düşünüyorum. Peki bu nasıl oluyor?

Hayatla ilgili bazı bilgileri öğrenirken isteyerek veya istemeyerek bazı ezberlerden yararlanıyoruz. Ancak daha sonra bu ezberlerin esiri olup hayata onlar üzerinden bakıyoruz. Daha önce hayatı anlamamıza yarayan bu ifadeler, bir noktadan sonra hayatı anlamamızı zorlaştıran, hatta giderek gerçeği ve hakikati görmemize engel olan etkenler haline gelebiliyor. 

Bu anlamda “ezber” kavramını tekrar tanımlarsak; ben, sorgulanmayan, doğruluğu kanıtlanmayan, gerçekliği teyit edilmeyen her bir görüşe, her bir düşünceye ezber diyorum. Bir anlamda ezberleri; hayata bakarken, olayları anlamaya çalışırken kullandığımız gözlüklere benzetiyorum. Bu açıdan ezberler, bazen farkında olarak ama çoğunlukla da farkında olmadan -özellikle de kutsallar, tabular, resmî ideolojiler vd. söz konusu olduğunda- hayata arkasından baktığımız gözlükler oluyor.

Tabii konu ezber olunca sık sık kendime şu soruyu soruyorum: Acaba benim ezberlerim var mı?

Ezberleri sevmeyen, onları gerçeği görmenin önündeki engeller olarak gören birisi olarak mümkün olduğunca üzerimde ezber taşımamaya çalışıyorum. Ama acaba farkında olmadığım, bilmeden tutsağı olduğum, bilinç dışında taşıdığım ezberlerim var mı?

Kuşkusuz ki var. Ne olduklarını bulmaya ve onların doğruluğunu/gerçekliğini her seferinde yeniden test etmeye çalışıyorum. Geçerli olmayanları düşünce sistemimden çıkarmaya uğraşıyorum. Ama bunun hiç kolay olmadığını kendimden de biliyorum, tüm toplumda da görüyorum. Bazen çok basit, sıradan bazen de çok derin, karmaşık bir ezber yüzünden en bariz gerçekleri göremeyen insanlar, binler, yüzbinler, milyonlar olduğumuzu biliyoruz.

Bu basit örneklerde de gördüğümüz gibi hayatımızda kullandığımız çok sayıda ezber var. Bunların bizi her bir olay üzerine tek tek düşünmek, analiz etmek, anlamaya çalışmak, bunun için kendimizi geliştirmek, bakış açımızı genişletmek, örneğin kitap okumak, vd. birçok çabadan kurtardığını biliyoruz. 

Bu kısa genel çerçeveyi biraz daha somutlaştırmak için bazı örnekler vermek istiyorum.

ChatGPT’ye Türkiye’de en yaygın olarak görülen ezber türlerini sordum. Uzun bir liste çıkarttı. Çok fazla yer işgal etmemek için yalnızca bir kısmını buraya örnek olarak aldım:

Sağ cenahta sıkça görülen ezberler:

Alnı secdeye değen insandan kötülük gelmez.

Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.

Solcular dinsizdir. Vatana millete karşıdır.

Aile her şeyin temelidir.

Kadının yeri evidir.

Vatan, millet, Sakarya…

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günler...

Batı kültürü ahlaken çökmüştür. Batı bizi de yozlaştırıyor.

Bu ülkenin %99’u Müslümandır.

Sol cenahta sıkça görülen ezberler: 

Halk cahil olduğu için sağ partilere oy veriyor.

Asıl düşman sermayedir/burjuvazidir.

Tüm sağcılar gericidir.

Din her zaman baskı aracıdır.

Atatürk olmasaydı bugün olmayacaktık.

Atatürk her şeyi en doğru şekilde yapmıştır.

İşçi sınıfı devrimcidir.

Solcular ilericidir.

Toplumun genelinde sıkça görülen ezberler:

Devletin bekası her şeyin üstündedir.

Biz duygusal bir milletiz.

Dış güçler bizi bölmek istiyorlar. Her şey, dış güçlerin oyunu.

Bize güçlü, masaya yumruğunu vuran lider lazım.

Dünyayı emperyalistler, siyonistler, Amerika yönetiyor.

Batı dünyası ülkemizi sömürdüğü için bu haldeyiz.

Siyaset kirli iştir. Bal tutan parmağını yalar.

Partiler değişir ama sistem değişmez.

Ordusuz devlet, imamsız millet olmaz.

Bir kere oy verince hep desteklemen gerekir.

Ermeni soykırımı yalandır. Ermeniler dış güçlerin maşasıdır, bizi arkadan vurmuşlardır.

Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır.

Kürtler cahil, feodal, geri kalmış, çok çocuklu, kan davası güden bir toplumdur.

Erkekler güçlüdür, ağlamazlar. Kadınlar zayıf ve duygusaldırlar.

Bu devirde gençler çok saygısızlar. Ellerinde sürekli telefon, sorumsuzlar.

Kuşkusuz bu ezberlerin her birisinde doğruluk payının olduğu yerler, koşullar, özel durumlar vardır. Ancak belli koşullarda, belli sürelerde, belli durumlarda geçerli olan bir argümana zaman ve mekândan bağımsız, evrensel ve her zaman geçerli bir doğruymuş gibi inanırsak o zaman bu söylem, gerçeği yansıtan bir argüman olmaktan çıkıp gerçeği görmemizi engelleyen bir perdeye dönüşebilir.

Örneğin her bir gruptan birer örnek üzerinden konuşalım. 

“Alnı secdeye değen insandan kötülük gelmez.”  ifadesi, belli dinsel ve ahlaki değerleri olan kişilerin toplum içinde kötülük yapmayacaklarına ilişkin bir inançtır. Özellikle dinlerin öğütlediği olumlu mesajların da etkisiyle genel olarak dindar insanların daha az kötülük yaptıkları dönemler de olmuştur. Ancak yapılan araştırmalar ve her gün yaşadığımız çok sayıda olay, günümüz dünyasında herhangi bir ülkede/toplumda dini ritüeller ile kötülük/iyilik arasında somut ve net bir bağlantı olmadığını gösteriyor. Dindar olanlar ve olmayanlar arasında çok iyi insanlar olabildiği gibi kötülük yapan insanlar arasında da dindar olan da vardır, dindar olmayan da. Dolayısıyla böyle bir argümanın bir ezbere dönüşmesi, insanın gerçek yaşama bakışının ve her türlü hakikati görmesinin önünde bir engel haline gelmesine neden olabiliyor.

Yine örneğin “Halk cahil olduğu için sağ partilere oy veriyor.”  ifadesine bakalım. Bu anlayış, okuma yazma seviyesinin yüksek olduğu toplumların insan hakları, özgürlük, eşitlik, çevre, doğa, emek, cinsel tercih, vd. konularda daha duyarlılık iddiasında olan sol partilere yakın olduğu, buna karşın okuma yazma seviyesinin düşük olduğu toplumların daha çok ekonomi, muhafazakarlık, işsizlik, din, milliyetçilik, devlet vb. konularına öncelik veren sağ partilere yakın durduğu varsayımına dayanıyor. Toplumlar düzeyinde genel olarak böyle bir gözlem yapılsa da insanların herhangi bir partiye oy vermelerini etkileyen kişisel, toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel onlarca etkenin olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla herhangi bir kişinin bir partiye oy verme nedenlerini anlamaya çalışırken genel ezberler üzerinden gidersek gerçeğe ulaşmamız son derece güçleşir. Bunun yerine o kişinin öznel durumunu ve onu etkileyen dışsal ve içsel faktörleri çözümlemeye çalışmak daha doğru bir yaklaşım olabilir.

Aynı şekilde “Devletin bekası her şeyin üstündedir.”  şeklindeki yaklaşımın aslında çıkış noktasının yine insan ve toplum olduğunu, devletin kutsallığının da insana ve topluma hizmet etmesi anlayışından kaynaklandığını biliyoruz. Ancak zaman içinde çeşitli sosyal, siyasal, kültürel faktörlerin de etkisiyle bu öncelik-sonralık ve neden-sonuç ilişkisiyle ilgili bilinç bulanıklığının ortaya çıkabildiğini, amaçlarla araçların zaman zaman yer değiştirebildiğini görüyoruz. Bu anlamda her türlü ezberi olduğu gibi bu ifadede yer alan ezberi de sorgulamak ve amaç-araç bağlantısını yerli yerine oturtmak oldukça önemli hale geliyor.

Sonuç 

Bu basit örneklerde de gördüğümüz gibi hayatımızda kullandığımız çok sayıda ezber var. Bunların bizi her bir olay üzerine tek tek düşünmek, analiz etmek, anlamaya çalışmak, bunun için kendimizi geliştirmek, bakış açımızı genişletmek, örneğin kitap okumak, vd. birçok çabadan kurtardığını biliyoruz. Bu şekilde ezberler üzerinden hiçbir çaba içine girmeden kolaylıkla fikir sahibi olmak, bunun üzerinden kendimize benzeyen insanlarla iletişim kurmak, kendimizce saygınlık kazanmak hatta güç sahibi olmak da mümkün. Ancak toplumsal ve hatta bireysel mutluluğumuz için bunun doğru bir yol olmadığını, bizleri herhangi bir yere de götürmediğini hem ülkemiz hem de dünyamız üzerindeki çok sayıda örnekten biliyoruz. Ne yazık ki kolay olan her zaman doğru olmuyor. Hatta genellikle kolay olanın zor olana göre daha çok tuzaklarla dolu, daha yanlış bir yol olduğunu bile söyleyebiliriz.

Bu açıdan baktığımızda hem bireysel hem toplumsal olarak daha mutlu ve refah içinde yaşayabilmemiz için tüm ezberlerimizi sorgulamamız, onları sürekli hayatın/gerçeğin/hakikatin süzgecinden geçirmemiz, yanlış/eski/geçersiz olanlardan kurtulmamız gereklidir. Aksi halde bize öğretilmiş yanlışlarla hayatımızı doğru yaşamaya çalışmak gibi beyhude bir çabanın içinde olmaya devam edeceğiz.

Bunun yanında bir cümlenin/görüşün/düşüncenin çok tekrar edilmesinin onun doğru olduğuna ilişkin hiçbir bilimsel kanıt sunmadığını her zaman hatırlamakta yarar var. Bu anlamda yanlış, eksik, güncelliğini yitirmiş, hatalı ezberler kadar hayatımıza zarar veren, bizi yanlış yönlendiren, doğru kararlar vermemize engel olan başka bir etken olmayabilir.

Burada tabii çok önemli bir noktanın daha altını çizmek gerekir: Sadece karşıt görüşlerdeki insanların ezberleri yoktur. Bizim gibi düşünenlerin de hatta bizim de ezberlerimiz vardır. Hepimiz, karşımızdakilerin (ya da bizden farklı düşünenlerin) ezberlerini değil de önce kendi ezberlerimizi sorgulamaya başlarsak ülkemizin ve hayatımızın çok kısa sürede çok daha güzel bir hale geleceğinden emin olabiliriz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER