© Yeni Arayış

Erdoğan ve silahsızlanma süreci: Devlet irfanının dönüşümü

Sürecin temel motivasyonu barıştan çok siyasal tahkimattır. Süreç, her ne kadar Türk ile Kürt'ün tekrar muhabbetle kucaklaşması (Erdoğan, 12 Temmuz 2025) hedefiyle ilerlese de, süreçteki bir diğer önemlivmotivasyonun da DEM ile işbirliği arayışı, 19 Mart İmamoğlu ve CHP operasyonlarının gösterdiği gibi siyasal dengeleme ve iktidarvkonsolidasyonu olduğu yönünde güçlü sinyaller vermektedir.

2024 sonbaharında PKK’nin silahsızlandırılması dosyası, sürpriz bir şekilde yeniden açıldı. 1 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılışında DEM Parti milletvekilleriyle el sıkıştı. O güne kadar DEM’in ısrarla kapatılmasını isteyen Bahçeli’nin bu çıkışı tesadüf değildi. Yeni bir politik sayfanın işaret fişeğiydi ve 2015’te donan bir sürecin yeniden ısınması kadar, devlet aklının kendi reflekslerini yeniden tanımlama çabasıydı.Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkışı destekledi, “meseleleri terör yöntemleri dışında çözmeye hazırız” (12 Ekim 2024) sözleriyle de beklentileri artırdı. Erdoğan’ın değerlendirmesi önemliydi, çünkü yeni sürecin siyasi zemininin oluşmasını amaçlıyordu.  Bu yazı, Erdoğan’ın tokalaşma ile başlayan süreci nasıl yönettiğini, hangi stratejik evrelerden geçirdiğini ve “devlet irfanı” kavramını nasıl yeniden tanımladığını analiz etmektedir.

1) Açılış Evresi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Bahçeli’nin açtığı kritik yolda izlediği stratejiyi, bu stratejinin temel dinamiklerini ve siyasi yansımalarını üç ana evrede analiz edebiliriz:

- Açılış Evresi: Koordinasyon ve Pekiştirme,  

- Kontrol Evresi: Dörtlü İhtiyat Tedbiri, 

- Olgunlaştırma Evresi: Hibritleşme ve Siyasi Araçsallaştırma.

Erdoğan açılış evresinde sürece yaklaşımını, koordinasyonlu hareket etme ve pozitif pekiştirme olmak üzere iki temel direğe oturmuştu. Bu çerçevedetokalaşmayı olumlu karşılayarak ve "meseleleri terör yöntemleri dışında ortadan kaldırmaya her zaman hazır" olduklarını açıklayarak, Bahçeli'nin başlattığı sürece yeşil ışık yaktı. 

Erdoğan’ın pozitif pekiştirmesinden sonra Bahçeli 15 ve 22 Ekim 2024 tarihlerinde iki önemli hamle daha yaptı. 15 Ekim’de  tartışmaları ve beklentileri farklı bir evreye taşıdı ve yeni süreci fiilen ve resmen başlattığını açıkladı. Direk Öcalan’a seslenerek örgütünü tasfiye etmesi çağrısında bulundu. Bahçeli bir hafta aradan sonra 22 Ekim 2024’te çıtayı daha da yükseltip çağrısını yineledi, Öcalan’ın bu çağrı için gelip DEM Meclis grubunda konuşmasını, çağrı ile umut hakkından yararlanmasını istedi. 

Sinyal Yönetimi

Erdoğan, Bahçeli’nin 15 ve 22 Ekim tarihli çağrılarına bir süre sessiz kaldı. İlk çağrısından 10 gün sonra 25 Ekim’de “Terörün karanlık gölgesini ülkemizin üzerinden tamamen kaldıracağız” dedi. Ancak daha çok kamuoyu tepkilerini gözlemleyen bir bekle-gör taktiği uyguladı. Havanın negatif olmadığını görünce 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı konuşmasında, Bahçeli’nin yaklaşımını “kadim bir devlet irfanının gereği” olarak niteledi ve önyargısız değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Bu durum, Erdoğan ile Bahçeli’nin koordineli ve tamamlayıcı bir strateji yürüttüğünü gösteriyordu: Bahçeli ezber bozan çıkışlar yaparken, Erdoğan bu çıkışları pozitif yönde pekiştiriyordu. 

2) Kontrol Evresi 

Açılış evresinin ciddi toplumsal tepkiler olmadan geride kalması üzerine, Erdoğan ikinci aşamaya, dörtlü ihtiyat tedbiri öngören Kontrol Evresi’ne geçti. TUSAŞ eylemi ile birlikte sürecin kırılgan doğasını fark eden Erdoğan, özellikle milliyetçi tabanı rahatlatmak ve süreci güvenlik paradigmasına hapsederek kontrol altına almak amacıyla dört temel önlem aldı:

Güvenlik Katmanı: “Terörle Mücadele Sürecek”-Kayyım Operasyonları: Sürecin başlangıcından kısa süre sonra Batman ve Halfeti (4 Kasım 2024), ardından Dersim, Urfa, Van ve Akdeniz belediyelerine kayyım atandı. Bu hamleleri “terörle mücadele sürecek”, “hiç kimse süreç olurken terörle mücadeleyi bırakmayı aklımızdan geçirmemelidir” (20 Kasım 2024) mesajları izledi. Tüm bu açıklamalar, güvenlik refleksinin sürecin ayrılmaz parçası olacağını, ihtiyaç belirirse kullanmaktan çekinilmeyeceğini gösteriyordu.

Muhatap Tanımlaması: Erdoğan, “muhatap milletimizdir” (20 Kasım 2024) diyerek PKK’yi doğrudan taraf olarak tanımadığı ilan etti. Bu açıklama, sürecin bir “al-ver” veya “pazarlık” olmadığı (12 Temmuz 2025) yönündeki temel tezini sağlamlaştırmayı ve kitlelerin “müzakere” algısını yönetmeyi amaçlayan kritik bir zorunluluktu. Fakat sonraki gelişmeler “PKK muhatap değil” önermesini destekleyecek şekilde ilerlemeyecekti. 

Söylem Çerçevesi: Erdoğan, “çözüm süreci” gibi siyasal ve müzakere çağrışımlı kavramlardan özenle kaçındı. Süreç “Terörsüz Türkiye,” “Terörün sona ermesi,” ve “PKK'nın tasfiyesi” gibi güvenlik odaklı kavramlarla sınırlandırıldı. Erdoğan’ın süreci kavramsallaştıran ilk demeci 27 Kasım 2024’te, “terörsüz Türkiye idealini gerçekleştireceğiz” diyerek verdi, böylece sürecinin adının “Terörsüz Türkiye” olduğunu fiilen deklare etti.

Uyarıcı Duruş: Erdoğan’ın dördüncü tedbiri, temkinli ve uyarıcı bir yaklaşım sergilemek oldu. Bahçeli'nin çağrısının ardından Kandil ve DEM Parti'den gelen açıklamalara dikkat çekerek, "Bu kafanın değişmesi gerekiyor. Karşımızdaki tablo çok da umutlu olmamıza izin vermiyor" (27 Kasım 2024) şeklinde konuştu. Bunun yanısıra sıkça tekrarlanan provokasyon uyarıları, olası gelişmelere karşı “güvenlikçi dengeyi” koruma refleksini yansıtıyordu.

3) Olgunlaştırma Evresi: Hibritleştirme ve Araçsallaştırma

Erdoğan’ın Olgunlaştırma Evresi, milliyetçi hassasiyetlerin giderilmesinden, güvenlik ve siyasi tahkimata, hatta iç siyaset müdahalelerine kadar uzanan hibrit ve araçsallaştırıcı bir metedolojiiçeriyordu.

Milliyetçi Denge Arayışı: Erdoğan, sürecin toplumsal zemini açısından en büyük riski “milliyetçi tepki” olarak gördü ve bu nedenle milliyetçi dengeyi dört ilke üzerinden kurgulamaya çalıştı: a) devlet merkezli vurgu yaparak, süreci hükümetin değil “devletin kararı” olarak sundu. b) barış dili yerine güvenlik ve beka dili kullanarak, “Terör perdesi kapanıyor” gibi metaforlarla süreci güvenlik üzerinden meşrulaştırdı. c) pazarlık ve onur vurgusu yaparak sürecin bir pazarlık veya al-ver süreci olmadığını, Türkiye’nin onurunu kimseye çiğnetmeyeceklerini  belirtti. (12 Temmuz 2025) d) PKK–Kürt halkı ayrımıyaparak hem MHP hem AK Parti tabanını konsolide etti. Bu stratejiler milliyetçi öfkeyi yatıştırmakta başarılı oldu; ancak barışın toplumsallaşmasını bir ölçüde engelledi.

Vizyoner Sahiplenme ve Kararlılık: Milliyetçi duyguları regüle etmeyle eş zamanlı olarak Erdoğan, sürece desteği geliştirecek atraksiyonlarda bulundu. Süreci “en büyük eserim” (15 Ekim 2025) şeklinde tanımlayarak kişisel bir miras haline getirdi, “yoldan dönmeyeceğiz” (23 Temmuz 2025) diyerek kararlılık sergiledi. Sürecin amaçlarını iç cepheyi tahkim etme, terörsüz Türkiye ve bölgesel entegrasyon olarak ifade etti ve sıkça “yeni sayfa” metaforunu kullandı.

Süreç boyunca Bahçeli ile Erdoğan arasında güçlü bir koordinasyon ve rol dağılımı oluşmuştur. Bahçeli’nin süreci başlatan, kamuoyunu hazırlayan, “ezber bozan” şok çıkışları; Erdoğan’ın ise bu çıkışları kurumsallaştıran, temkinli ama yön veren, meşruiyet kazandıran söylemleri birbirini tamamlamıştır. Metaforik biçimde, Bahçeli sürecin “buzkıranı”, Erdoğan ise “rotayı, hızı, varış yönünü belirleyen kaptanı” olmuştur.

Söylem Kırılması ve Araçsallaştırma

Erdoğan’ın üçüncü aşamasının en çarpıcı yönü, süreç olgunlaştıktan sonra söylemlerinde yaşanan kırılma oldu.  12 Temmuz 2025’te “AK Parti, MHP ve DEM yola ortak devam edecek” açıklamasıyla Kürt siyasi hareketini ilk kez iktidar bloğuna dâhil etme niyetini açıkladı. Amaç yalnızca toplumsal değil, kurumsal meşruiyeti de genişletmekti.

Erdoğan’ın üçüncü aşamada sergilediği en tartışmalı tutum 19 Mart 2025 İmamoğlu ve CHP operasyonlarıydı. Çünkü bu operasyonlar sürecin demokratik yönüne ağır bir gölge düşürmüştü. Erdoğan, Kürt sorununun şiddetten arındırılmasının yarattığı pozitif zemini, iç muhalefeti etkisizleştirmek için kullanıyordu. Bu durum, sürecin demokrasiyi derinleştirmek yerine otoriterleşmeyi tahkim eden bir araç hâline geldiği yönünde ciddi kaygılar yarattı.

Suriye paradoksu

Erdoğan’ın silahsızlanma sürecinde dikkat çeken en istikrarlı karşı duruşu Suriye Kürtleri oldu. Bu konuda tamamen güvenlik eksenli, “nihai temizlik” esaslı vurgular yaptı. Sürecin başlarında sık sık YPG’ye sıfır tolerans göstereceklerini ve yakında adımlar atılacağını ifade etti, Suriye’nin geleceğinde terör örgütlerine ve onlarla bağlantılı yapılara yer olmadığını tekrarladı. Ancak perde arkasında istihbarat kanalları üzerinden PYD-YPG yetkilileriyle görüşmeler yapılması, hatta İmralı-Haseki arasında iletişim kanalına onay verilmesi, Erdoğan’ın sürecin pragmatik derinliğini ve Suriye paradoksunu gözler önüne seriyordu.

Sonuç 

Erdoğan’ın PKK’nin silahsızlandırılması sürecini nasıl yönettiği konusu, süreç boyunca üretilen söylemler, uygulanan politikalar ve geliştirilen stratejiler ışığında analiz edildiğinde, beş temel sonuç ortaya çıkmaktadır:

■ Erdoğan’ın sürece karşı mesafeli olduğu tezi geçerli değildir.Erdoğan’ın kamuoyu algılarını dönüştürmek için temkinli, güvenlikleştirici, kontrolleştirici, araçsallaştırıcı, reformcu bir aktör gibi hareket ettiği, bu hibrit yaklaşımın da bazı yorumcular tarafından isteksizlik şeklinde algılandığı anlaşılmaktadır.

■ Süreç boyunca Bahçeli ile Erdoğan arasında güçlü bir koordinasyon ve rol dağılımı oluşmuştur. Bahçeli’nin süreci başlatan, kamuoyunu hazırlayan, “ezber bozan” şok çıkışları; Erdoğan’ın ise bu çıkışları kurumsallaştıran, temkinli ama yön veren, meşruiyet kazandıran söylemleri birbirini tamamlamıştır. Metaforik biçimde, Bahçeli sürecin “buzkıranı”, Erdoğan ise “rotayı, hızı, varış yönünü belirleyen kaptanı” olmuştur. Bu uyum, milliyetçi zemin ile güvenlikçi devlet aklının aynı politik hatta buluştuğunu göstermektedir.

■ Erdoğan, algıları yönetmek için çok katmanlı bir söylem stratejisi geliştirmiştir. Kendisini hem sürecin içinde hem dışında konumlandırarak   gerektiğinde “güvenlikçi lider”, gerektiğinde “kapsayıcı reformcu” kimliklerini eşzamanlı kullanmıştır. Bunun için “terörle mücadele” formundan kontrollü yumuşamaya, söylemde yön değişimine varıncaya kadar geniş bir söylem spektrumu geliştirmiş, caydırıcılık ile diyalog, güvenlik ile kapsayıcılık, milliyetçi refleks ile reformist hedef arasında gidip gelmiş, milliyetçi refleksleri yatıştırmak için sürecin ismini "Terörsüz Türkiye" olarak kodlamıştır. Bu bağlamda en ilginç kombinasyon MHP-DEM’in aynı zeminde buluşmasında yaşanmıştır. Yeni süreci güvenlik-beka ekseninde kurgulayan Erdoğan, MHP’yi sürecin sigortası, DEM’i “sürecin sessiz muhatabı” yapmıştır.

■ Süreç boyunca Erdoğan ile Bahçeli arasındaki tek temel fark Öcalan’a ilişkin yaklaşım olmuştur. Bahçeli çok net bir şekilde Öcalan’ı “kurucu önder” olarak tanımlarken, Erdoğan temkinli bir sessizlik tercih etmiş, Öcalan’a herhangi bir sıfat veya rol yüklememiştir. Böylece Erdoğan, süreci kurumsal bir zeminde tutarken, Bahçeli onu siyasal ve duygusal bir motivasyonla desteklemiştir.

■ Sürecin temel motivasyonu barıştan çok siyasal tahkimattır. Süreç, her ne kadar Türk ile Kürt'ün tekrar muhabbetle kucaklaşması (Erdoğan, 12 Temmuz 2025) hedefiyle ilerlese de, süreçteki bir diğer önemlivmotivasyonun da DEM ile işbirliği arayışı, 19 Mart İmamoğlu ve CHP operasyonlarının gösterdiği gibi siyasal dengeleme ve iktidarvkonsolidasyonu olduğu yönünde güçlü sinyaller vermektedir. Bu da toplumsal katılımı sınırlamış, siyasal muhalefeti daraltmış, buna karşılıkmilliyetçi refleksleri yatıştırarak meşruiyet üretmiştir. Türkiye bu dönemde şiddetten arınma yolunda ilerlemiş; ancak aynı anda çoğulculuktan da arınmıştır. Genel olarak süreç, Erdoğan'ın siyasi stratejileri doğrultusunda araçsallaştırıldığı, ancak Türkiye’nin geleceği açısından kritik öneme sahip olduğu görülmektedir. Sürecin barışın güvenlikle, reformun otoriteyle, istikrarın ise denetimle harmanlandığı yeni bir devlet aklı irfanının inşasına mı; yoksa demokratik bir Türkiye’yi temellendiren devlet aklına mı evrileceği Türkiye’nin siyasal geleceğinde hangi yönelimin kurucu eksen haline geleceğini belirleyecektir.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER