“Dört-beş çocuk yapın” sözünü ciddiye almak kolay olmuyor
SİYASETÜlkemizin nüfus artışını düzenlemek, nüfusumuz artmasa da, azalmamasını sağlayacak adımlar üzerinde düşünmek hepimizin görevi. Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı gibi sadece telkinde bulunmak istenen sonucu getirmiyor. Yollar aramak lazım.
Sayın Cumhurbaşkanımız kısa bir süre önce yaptığı bir konuşma esnasında ülkemizin nüfusunun artık artmadığını, hatta azalma trendine girdiğini not ederek, insanlarımızı daha fazla çocuk yapmaya davet etti. Hatta, daha önceleri yeni evlilere en az üç çocuk yapmaları için tavsiyede bulunurken, bu rakamı yukarı doğru revize ederek, dört beş çocuk yapın nasihatında bulundu. Ülkemizin nüfus artış hızı kısa bir süre önce oldukça yüksekti. O gidişe göre yapılan tahminler ülkemizde nüfusun hızla artmaya devam edeceğini ileri sürüyordu. Fakat ne olduysa, bugün ülkemiz vatandaşları çok çocuk yapmaktan vazgeçtiler, çocuk yapma konusunda çoğu Avrupa ülkesinin gerisine bile düştük.
Evet, şimdilik geçmişte nüfusumuzun hızla artmış olması dolayısıyla çalışma çağında oldukça kalabalık bir nüfusumuz var ama bunlar yaşlanırken yerini alacaklar aynı hızda gelişmiyor. Buna belki çalışan kadın nüfusun birçok ülkeye kıyasla daha az olduğunu, kadınlarımızın da işgücüne daha yüksek sayılarda girmesi durumunda bir süre için emek ihtiyacımızı karşılayabileceğizi söyleyebiliriz ama uzun vadede bunun da bir çözüm olmadığını görmemiz gerekiyor.
Peki süregelen ve artan emek ihtiyacını nasıl karşılayacağız?
Bunun üç yolu olduğu biliniyor;
Ya nüfusun artması içintedbirler alacaksınız, teşvikler getireceksiniz,
ya birim başına üretimi arttıracak olan sermaye yoğun yatırımlara yöneleceksiniz,
ya da emeği başka diyarlardan ithal edeceksiniz.
Ancak üç yöntemin de sorunlu olduğu aşikar. Devletlerin nüfus artışını teşvik eden politikaları genelde istenen sonucu vermiyor. İnsanlar çocuk yapma kararlarında devletin öngördüğü teşvikleri yeterli görmedikleri bir yana, çoğu zaman çocuk yapma kararını devletin mütevazı teşviklerine bakarak vermiyorlar. Birim emeğim verimliliğini arttırmak ise zaten tüm işletmelerin gündelik çalışmalarında gerçekleştirmeğe çalıştıkları bir konu. Belki devletin bunu cesaretlendirmesi, ödüllendirmesi verimlilik artışını hızlandırır ama şimdiye kadar verim artışının emek ihtiyacını azaltmaktan ziyade refah artışına katkıda bulunduğu görüldü. Emek ithaline gelince, bunun bütün dünyada tepkilere yol açtığı görülüyor. İthal emeğe ihtiyaç duyduğu aşikar olan ülkeler bile başka ülkelerden emek ithal etmeyi kendi yaşamlarını tehdit eden bir gelişme olarak görüyorlar, göçe karşı çıkıyorlar. Sizlerin de izlediği gibi, şu anda bütün Batı Avrupa’yı yabancı işçi düşmanlığı sarmış bulunuyor, yabancı aleyhtarlığını savunan partiler yaygın destek buluyor. Türkiye’de gelişmelerin farklı olması için herhangi bir sebep yok.
Ülkemizin nüfusu çok da uzak olmayan bir geçmişte hızla artarken ne oldu da birdenbire bu hız düştü ve nüfusumuzu yenilemeyez duruma düştük? Bunun için belki yerleşim istatistiklerine bakmamız lazım. Bugün nüfusumuzun neredeyse %85’i nüfusu 10,000’den fazla olan, istatistiklere göre kent olarak tanımlanan yerlerde yaşamaya başladı. Kentleşmemiz beklenmedik bir hızla gerçekleşti. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bilmesi gerek, kentlerde çocuk büyütmenin marjinal maliyeti çok yüksektir, kırsal alana benzemez. Kentte yaşayan çocuk çoğu zaman erken yaştan itibaren aile bütçesine katkı yapmaz, buna karşılık okumaya devam etmesi adeta bir mecburiyettir çünkü kişinin tatmin edici bir iş bulma şansını belirleyen husus tatmin edici bir tahsil yapmış olmasıdır. Bu noktada çocuğun iyi bir üniversiteye girmesi için, iyi bir lisede okuması ve kişiyi üniversiteye hazırlayan kurslara gitmesi de faydalı bulunmakta, ancak bütün bu adımlar ek maliyetler getirmekte, çocuk sahibi olmayı pahalılaştırmaktadır.
Daha erken döneme gidecek olursak, okul çağına gelmemiş çocukların bile bakımı bir sorundur. Kırsal alanda yapabileceğiniz gibi, çocuğu hüda-i nabit biçimde sokağa salıp, kendi kendine büyümesini, çevreden edineceği donanımla yetişmesini bekleyemezsiniz. Çoğu zaman annenin çalışmak yerine evde kalması ve çocuğa bakması, böylece kendisini yaratabileceği gelirden aileyi mahrum etmesi gerekmektedir. Tabii, çocuğa bakıcı tutmak da söz konusu olabilir ama bunun önemli bir maliyet olduğu kesindir. Çocukların kreşlere bırakılması da mümkündür ama ülkemizde yeterli sayıda kreş bulunmadığı gibi, çoğu zaman kreşlerin maliyeti de karşılanması kolay olmayan boyutlara yükselmektedir.
Tartışmamıza bir de kültür boyutunu eklemek gerekiyor. Kentleşme ile birlikte, toplumumuzda bir arada oturan geniş ailenin yerini, karı-koca ve çocuklardan oluşan çekirdek aile modeli almıştır. Bu konuda bir araştırma yapıldığını bilmiyorum ama çekirdek aile modeline yönelen ailelerin genelde beş çocuk istemedikleri, iki çocuğu yeterli gördüklerini sanıyorum. Siz söylemlerinizle bu kesimin çocuk sayısını yükseltmelerini bekleyecek olursanız, muhtemeldir ki yanılacaksınız. İdeal aile tipinde beş çocuğa yer olduğunu pek zannetmem.
Pekiyi o zaman, yapılacak hiç bir şey yok mu? Nüfusun azalmasına teslim mi olalım? Herhalde beş çocuk sevdasından vazgeçmemiz gerekecek ama insanların maddi mahrumiyetler endişesiyle çocuk yapmaktan kaçınmasını engellemek için gayret gösterebiliriz. Yine baştan başlayalım. Daha uzun doğum izni, işe dönüş garantisi gibi zaten üzerinde çalışılan konuları bir yana bırakalım, önce kreş meselesine eğilelim. Yaygın ve ücreti makul olan bir kreş sistemi kurmamız gerekiyor. Hükümetimiz sağ olsun, Halk Partili Büyükşehir belediyelerinin açtığı kreşleri bile devam ettirmekte tereddütlü davranıyor. Halbuki, eğer ailelerin çocuk sahibi olmalarını kolaylaştırmak istiyorsa, tam tersini yaparak, bunların yaygınlaşmasına destek vermesi lazım.
Kentli aileler çocuklarının iyi okullara gitmesini istiyorlar. Burada da devlete büyük sorumluluk düşüyor. Çocukları çok iyi yetiştiren bir ilk öğretim sistemi kurulması gerekiyor. Bunun için öğretime ayrılan yatırım bütçelerinin güçlendirilmesi zorunlu. Ancak, sorun sadece parayı artırmakla halledilmiyor. İyi bir öğretim kadrosu da gerekli. Bunun için yüksek öğretimi güçlendirmek yanında, hükümetin kendi fikriyatına yakın kişileri liyakatina bakmadan görevlendirme sevdasından vazgeçmesi zorunlu. Özellikle sınavlarda önde gelen ama mülakatta elenen öğretmen adayları münasebetsizliğine son verilmesi gerekiyor.
Tabii ilk öğretimden sonra gelen orta öğretim aşamasında da ilk öğretim için önerilen tavsiyelerin gözetilmesi zorunlu. Hükümetimizin izlediği İmam-Hatip liseleri sayısının arttırılması ve insanları bu okullara sevk ederek dindarlaştırma temayülünü de terk etmesi şart. İlahiyet mezunlarının da rastgele lise hocası yapılması aynı paketin bir parçası. Ondan da vazgeçilmesi lazım. Ülke çağında lise öğretiminin güçlendirilmesi iki fayda sağlayacaktır. İlkin, kişiler çocuklarını daha iyi olduğunu düşündükleri paralı liselere göndermekten vazgeçeceklerdir. İkincisi, iyi bir lise eğitimi, kişilerin kursa bile gerek duymaksızın tercih ettikleri üniversitelere gidebilme şansını yükseltecektir. Hiç unutamıyorum, aynı kurumda çalıştığım bir temizlik işçisi, çocuğunun zorla İmam-Hatip’e kaydırılmak istendiğini belirterek onu özel bir okula yazdırmak konusunda benden destek istemişti. İnsanları böyle bir tercihle başbaşa bırakmamız gerekiyor. Orta öğretimin herkesi iyi donatacak kıvamda olması, hocaların iyi yetişmiş olması ve liyakatlarının itina ile saptanması insanlarda çocuğu nasıl okutacağım endişesini azaltabilir.
Üniversite aşamasına gelince, burada da ihtiyacı olan çocuklarımıza cömert burs imkanları tanımamız, belki bilahare burs borçlarını geri almak için ödeyecekleri gelir verigisi oranını %1 veya 2 oranında arttırmak mümkün. Ancak, esas hedefin çocuk sahibi olmanın marjinal maliyetini yükseltmemek, düşürmek olduğunu hatırlamak gerekiyor.
Ülkemizin nüfus artışını düzenlemek, nüfusumuz artmasa da, azalmamasını sağlayacak adımlar üzerinde düşünmek hepimizin görevi. Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı gibi sadece telkinde bulunmak istenen sonucu getirmiyor. Yollar aramak lazım. Tabii, bu tartışmada bir başka olasılık daha akla geliyor. Çocuk sahibi olma kararında çocuk yetiştirmenin marjinal maliyetinin belirleyici bir etkisi olduğu görüşünü benimseyecek olursanız, o zaman çocuk yetiştirmenin maliyetinin en düşük olduğu nüfus kesimlerinde daha yüksek bir artış hızı gerçekleşebileceği, bunun da demografik dengeyi iyi yetişmemiş, verimi düşük kesimler lehine değiştireceğini de düşünmeliyiz. Acaba biz bunu istiyor muyuz? İsteyenlar var mı, bunlar kimler? Bunun değerlendirmesini de okuyucuya bırakayım ama dört beş çocuk yapın sözünü ciddiye almanın pek kolay olmadığını teslim etmemiz gerektiğini de vurgulayayım.
İlginizi Çekebilir