Demirtaş’ın sesini duyan var mı?
SİYASETDemirtaş yazısında açık biçimde kendisi açısından esas sorunun, iktidar blokunun siyaset yapma tarzı ve siyasi pratiklerinde olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor. Elbette bu tespitin bir ucu iktidarla ilgiliyse de diğer ucu da sürecin aktörü olan Öcalan ve siyasi parti olarak da Dem Parti’yle ilgilidir. Dahası Demirtaş, siyasi partilere siyaset yapma çağrısı yapmaktadır
Dün, 9 yıldır Edirne’de hapiste olan HDP eski Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın T24’de çok önemli bir yazısı çıktı. O yazıya geleceğim.
Ama Demirtaş adı her aklımda düştüğünde gözümden gitmeyen anımı paylaşmak isterdim.
Tarih 4 Kasım 2016, günlerden tahmin edeceğiniz üzere cuma. Silivri 9. Nolu Cezaevinde B1/10 koğuşundayım. 08.03’deki sayımdan sonra biraz daha uyumak için üste kattaki yatağa geçmiştim. Ama uyuyamadım, çünkü görüş günüydü ve her hafta olduyu gibi heyecanlıydım. Kaldığım dubleks koğuşun her katı yaklaşık 12 m2 ama kullanım alanı her katta daha düşük.
Alt kata indim. Ketıla çay için su koydum, TV açtım ve son dakika haberi ile kalakaldım; HDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da araların olduğu isimlere yönelik geniş bir operasyon yapılmıştı.
Ve o akşam 19.00’da FoxTv’de Fatih Portakal’ın sunduğu Ana Haber bülteni; “Bugün 4 Kasım 2016 diyerek başladığı…” bültende ilk haber Demirtaş’ın gözaltın alındığı idi.
Sonraki günlerde Demirtaş’la ilgili her habere eşlik eden, onun bir futbol sahasına helikopterle inişi ve elindeki siyah bavulu ile yürüyüşü idi.
***
Evet, ne zaman Demirtaş adı ile karşılaşsam bu anı aklıma gelir.
4 Kasım 2016’dan 1 Kasım 2015’e. 2 gün sonra Demirtaş Edirne Cezaevi’nde 9 yıl geride kalacak.
Demirtaş bu sürede yayınladığı kitaplarla siyasetçi kimliğine edebiyatçılığı da ekledi. Ama o kitaplar da, esas olarak siyaset kaygısı olan ürünlerdi. Mahkeme savunmaları da, “ketılla” attığı sosyal medya mesajları da, siyaseti bırakma kararını deklere edişi de siyasiydi.
Dünkü yazısı da…
Hatta bugüne kadar en siyasi çıkışını yaptı ve herkesin bir anlamda siyasi yetersizliğini ifade etti ve yeni bir siyaset çağrısı yaptı.
Demirtaş, başlayan sürecin aktörlerini anarak geride kalan bir yılda yapılanların önemine dikkat çekerek başlamış yazısına.
Ama tüm yapılanlara rağmen, bunlar tek başına sorunu çözmediği de bir gerçek.
Demirtaş yazısının devamında, sorunun çözümü konusunda bu süreçte uzun bir yapılabilecekler, yapıldığında yararlı olabilecekler listesi sunuyor hepimize. Demirtaş’ın bu önerileri Kürtler ve Türkler arasında toplumsaldan çok zihinsel birleşmeyi, adı olan kardeşliğin duygusal olarak da içselleştirilmesi anlamını taşıyor.
Demirtaş’ın önerdikleri bugüne kadar yapılmamış olsa da; bu yapılmamasına engel değil.
Ancak Demirtaş’ın asıl sorunu, bunlar değil. Yazı açık biçimde kendisi açısından esas sorunun, iktidar blokunun siyaset yapma tarzı ve siyasi pratiklerinde olduğunu açık biçimde ortaya koyuyor.
Elbette bu tespitin bir ucu iktidarla ilgiliyse de diğer ucu da sürecin diğer aktörü olan Öcalan ve siyasi parçası olarak da Dem Parti’yle ilgilidir.
Demirtaş, siyasi iktidarın pratiklerini sürecin başarıya ulaşmasında en önemli engel olarak ortada durduğunu söylüyor bize.
Demirtaş’ın kelimeleri ile söylersek;
“Bunlar yapılmadı ama başta da belirttiğim gibi bol bol dinleme yapıldı. Orada burada gereksiz yere sloganlar atıldı, televizyonlarda konuşanlar ağızlarının ayarını tutturamadılar; hakaretler, tehditler, şantajlar, ekranlardan halkın üstüne boca edildi.
Yetmedi, muhalefete yönelik ve özellikle CHP’yi hedefe koyan “mutlak butlan, iptal, tutuklama, kayyım, casusluk, rüşvet” operasyonlarıyla ayrışma iyice derinleştirildi. 30 yıllık hapis cezalarını bitirmiş siyasi mahpuslar, hasta mahpuslar bile cezaevinden çıkamadılar. Kayyım atanmış tek bir belediye bile halka iade edilmedi. Kürt – Türk kardeşliği pekiştirilmeden, üstüne Türk – Türk ayrışması eklendi.”
***
Bu satırları cezaevinde 9 yılını geride bırakan bir siyasetçi söylüyor. Hakkında AYM’nin, AİHM’nin tahliye edilmeli dediği ama buna rağmen, siyasi pazarlıklar, siyasi hesaplar için/nedeniyle tahliye edilmeyen bir siyasetçi söylüyor. Kendi uğradığı haksızlığı değil, cezasını çekmiş mahpusların tahliye edilmemelerini dert edinen bir siyasetçi söylüyor bunu.
Demirtaş diyor ki, bu sürecin toplumun duygusal olarak birleştirmesi gerekirken, iktidar pratiklerinin bunun tam tersine yol açtığını söylüyor.
Demirtaş bize iktidarın önceliğinin Kürt sorununu çözmek değil PKK’nın dış tehdit olmaktan çıkarılması olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.
Tabi bazıları için öncelik Kürt sorunu çözülmesi değil, “terörsüz Türkiye” sürecin başarıya ulaşması.
Ama unuttukları, “sonuç” olan PKK’nın; yok sayılan, bastırılan Kürt sorunun “sonucu” olduğudur. Önceliği “neden”i ortadan kaldırmaya değil “sonucu” ortadan kaldırmaya veren anlayışın da samimiyeti sorunludur.
Siyaset, demokrasi ve özgürlüğün alanının genişlemediği, asgari düzeyde adaletin olmadığı bir siyasi iklimde eşitlik de olmaz, çözüm de olmaz.
Ve PKK’yı yaratan siyasi anlayış, toplumu homojen varsayan, çoğulculuğu yok sayan tekçi bir kimlik ve otoriter yönetim anlayışıydı. Ve bu değişmeden Kürt sorunu çözülmeyeceği gibi, farklı toplumsal fay hatları da Demirtaş’ın ifade ettiği gibi hareketlenecektir.
Unutmayalım ki, niyet tek başına çözüm değildir.
Demirtaş söylemese de ben ekleyeyim; çözümü toplumsal taleplere, toplumsal uzlaşıya değil liderlerin geleceklerine indirgeyen devlet merkezli her arayış çözüm değil, sorunun boyut/boylam değiştirmesinden başka bir şey olmayacaktır.
“Terörsüz Türkiye”, dış tehditlere karşı devletin kendini koruma kaygısı ile değil; toplumun kendi geleceğine siyaset aracılığıyla sahip çıkması ile gerçekleşebilir.
Bu açıdan Demirtaş'ın yazısı, tüm siyasi partilere yönelik siyaset yapma çağrısıdır.
Bu çağrı, gelecekte kendisi ile farklı siyasi pozisyonda olsa bile Türkiye'ye sahip çıkma iddiasında olan siyasilere de bir çağrıdır.
İlginizi Çekebilir