© Yeni Arayış

Cumhuriyet ve rejim 

Türkiye’de siyasetin günümüze uzanan rotasının, aradan geçen yüzyılın ardından Lozan’ın yeniden tartışılmasına kadar uzanması, kamuoyunda haklı tepkilere yol açıyor.

“Barış Süreci” adıyla tanımlanmaya çalışılan son dönemde,  gerçekliği uzun süredir  görmezden gelinen bu sorunun, demokrasi ve yerinden yönetim ilkeleri göz ardı edilerek, çözümleneceğini sanmak gerçekten safdillik olur.  

Türkiye’de siyasetin günümüze uzanan rotasının, aradan geçen yüzyılın ardından Lozan’ın yeniden tartışılmasına kadar uzanması, kamuoyunda haklı tepkilere yol açıyor. Üstelik tartışmanın Lozan ile sınırlı kalmayacağı anlaşılıyor. Son dönemin siyasal simgesine dönüşen, “turpun büyüğü” söylemini doğrulayacak, bir takım  gelişmeler yaşanıyor.

MHP Liderinin önceden tasarlandığı izlenimi uyandıran, “umut hakkı“ açıklaması,yeni süreci açığa çıkardı. Ardından kamuoyunda Meclise davet ettiği, ayrılıkçı Kürt Hareketi liderinden, “kurucu önder” ve her fırsatta “sayın” sıfatıyla söz edilmesi, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının başlarında niteliklerinin tartışılmasını gündeme getirdi.

Türkiye’yi yönetenler 1984 yılında “Eruh Baskını” ile başlayan sürecin, günümüze kadar uzanacağını hayal dahi edemediler. Oysa doksanlı yılların hemen başında, Saddam yönetimindeki Irak’ın Kuveyt’i işgali ile gelişen, ABD’nin bölgeye güçlü biçimde gelişi Ortadoğu’da siyasal gelişmelerin yeni bir aşamasıydı.

Ayrılıkçı hareketin o zamanlar SSCB’nin örtülü desteğinde -büyük olasılıkla- önce Bulgaristan ve ardından Suriye üzerinden, inşa edilmesi karşısında tek çözümün askeri güç kullanmak olarak değerlendirilmesi ise kalıcı sonuç vermedi. 

Uzun ve kanlı geçen, büyük can kayıplarına neden olan gelişmeler,  bu kez inanç ve mezhep açısından çözüm arayışlarına dayandırılmaya başlandı. Ancak kentlerde yaşayan yurttaşlarımız üzerinde, Türk-Kürt ayırımı olmaksızın bakıldığında, yeterli desteği bulamadığı anlaşılıyor.

“Barış Süreci” adıyla tanımlanmaya çalışılan son dönemde, gerçekliği uzun süredir görmezden gelinen bu sorunun, demokrasi ve yerinden yönetim ilkeleri göz ardı edilerek, çözümleneceğini sanmak gerçekten safdillik olur.  

Suriye’deki son gelişmeleri doğru analiz ile Türk kamuoyunda tartışmadan, kalıcı  sonuç alınmasını beklemek de doğru bir yaklaşım değildir. Kaldı ki, ayrılıkçı hareketin sivilleştiği kanısı uyandırılarak, gerçekleştirilecek bir anayasa değişikliğini adaylık konusuna dayandırmak, başka tartışmaları gündemleştirecektir.  

Özellikle İsrail’in Ortadoğu’da başat rol oynamaya başladığı bu dönemde, Gazze’den gelecek Hamas üyeleri ile sayıları tam açıklanamayan, Suriye’li geçici sığınmacılar dikkate alındığında,  Türkiye için orta vadeli yeni bir demografik tasarımın hayata geçirilme tehlikesinin varlığı da unutulmamalı.

Laiklik ilkesinin fiilen kaldırılması, yerel yönetimlerin yetkilerinin merkezde toplanması söylentileri, seçimsiz bir dönem istendiği algısı yaratmanın ötesine geçemez. Ama yönetim şeklimizin hala bir cumhuriyet olarak süreceği umutlarını ortadan kaldırır, uluslararası alanda “rejim” algısı yaratır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER