CHP’lilerde bitmeyen ‘küçük iktidar hastalığı’
SİYASETİmamoğlu’na, Özel’in İmamoğlu’na siyaseten bağlılığına kızabilirler, CHP’nin farklı gündemlerinin olması gerektiğinin siyasetini yapabilirler ama bunun yolu parti içi mücadeledir. Parti içi mücadeleye girmeden yargı yoluyla alınan her görev, kendileri ile birlikte dar bir çevreyi mutlu edebilir ama parti içi ve çevresindeki çoğunluk için “nefret objesine” dönüşmek kaçınılmazdır.
Hayat gerçekten çok garip. Hem de çok. Bu satırları Ankara-İstanbul Hızlı Treni’nden yazıyorum.
Kızımın üniversite ve yurt kaydı için bu sabah Ankara’ya geldik. İşlemler beklediğimizden kısa sürünce dönüş için uygun ilk trene (17.20) yer aldık. Biletleme işlemi sürerken peş peşe çalan telefonlar beni, 7-8 saatliğine koptuğum siyasete yeniden bağladı.
İstanbul 45. Asliye Mahkemesi bundan sadece 17 gün önce 14 Ağustos’ta Özlem Erkan isimli bir CHP’li tarafından yapılan bir başvuruyu karar bağladı.
Bu başvuru üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik hakkında 28 Ağustos’ta iddianame düzenledi. Bu iddianame henüz kabul edilip, ceza davası başlamadan, adli yılın açılışını takip eden 2’inci gününde yani dün 45. Asliye Hukuk Mahkemesi CHP İl Başkanı’nı görevden alarak yerine kayyım kararı atadı.
Kuşkusuz bu karar, 15 Eylül’deki CHP’nin mutlak butlan/ kayyım davasını etkilemeye yönelik.
Etkileyip, etkilemeyeceğini göreceğiz.
Bunu belirleyecek olan ise sadece CHP'lilerin değil toplumsal tepki olacaktır.
***
Bu karardan sonra İstanbul İl Başkanlığına kayyum olarak atanan Gürsel Tekin, Barış Yarkadaş’a yaptığı açıklamada;
“Ben CHP'yi sahipsiz bırakacak bir anlayışta değilim. Partimin adliye koridorlarından bir an önce çıkartılarak eski demokratik işleyişine kavuşturulması için üzerime düşen her görevi yapmaya hazırım.” ifadelerini kullanmış.
Bu ifadeleri okuduğumda aklıma CHP önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 30 Haziran’da görülecek dava öncesinde kulisilere yansıyan şu açıklaması geldi; “Umarım mutlak butlan çıkmaz ama olursa da partimi kayyuma terk edemem. Ben kabul etmesem kayyum gelecek. Kayyuma mı bırakayım?”.
Görüldüğü gibi iki siyasetçi, ideolojik olarak farklı yerde dursalar da zihniyet olarak aynı noktadalar.
Bunun da demokrat olduğunu söylemek mümkün değil.
***
Şu açık gerçek; ne Gürsel Tekin, ne Kemal Kılıçdaroğlu mevcut Genel Merkez - ve muhtemelen İstanbul İl Yönetimine- güvenmiyor.
Uğradıklarını düşündükleri haksızlık nedeniyle mevcut yönetimlere, o yönetimin temsilcilerine kızgın olabilirler, hatta İstanbul İl Kongresi’nin de, Olağan Kurultayı’ında gayri ahlaki girişimlerle, delege pazarlığı, rant ilişkileri vs. ile kaybedildiğine inanıyor olabilirler.
Muhtemelen bu açıklamlarının arkasında bu duygu/inanç var. Ve bu tüm diğer siyasi yanlışların görülmesine engel.
Peki böyle olduğuna inanıyor olsalar bile bu dönemde yapmaları gereken bu mu?
19 Mart süreci, öncesi ve sonrasını düşündüğümüzde onlarca başkanın tutuklandığı, hatta bazılarının bir anlamda ölüme yatırıldığı, CHP’nin siyasi ablukaya alındığı bu siyasi iklimde
İl Başkanlığı’na kayyum atanmayı kabullenmek ya da olası mutlak butlan durumunda kayyum yerine CHP liderliğini kabullenmek siyaseten değil vicdanen, ahlaken ne kadar doğrudur?
Tekin gibi CHP’nin çay ocağından başlayarak İl Başkanlığından Genel Başkan Yardımcılığı’na kadar pek çok görevde bulunmuş; Kılıçdaroğlu gibi partinin 13 yıl Genel Başkanlığını yapmış ve partiyi farklı toplumsal kesimlere açarak, partide büyük bir ideolojik değişime yol açmış bir siyasi liderin, mevcut “yargı”nın kendilerine zorunlu seçenek olarak sunduğu bu görevleri kabullenmeleri, yaşanan ne olursa olsun, siyaseten kabul etmeleri ne kadar doğrudur?
Açıkçası bu yazıyı doğru bulmadığımı ifade etmek için yazıyorum.
Eğer bunu, kabulleniliyorsa mesele söyledikleri gibi sadece CHP’yi sahipsiz bırakma değil, uğradıklarını düşündükleri hayal kırıklıklarının zihinlerinde bıraktığı izleri biraz parça olsun silmek içindir.
***
Evet, İmamoğlu’na, Özel’in İmamoğlu’na siyaseten bağlılığına kızabilirler, CHP’nin farklı gündemlerinin olması gerektiğinin siyasetini yapabilirler ama bunun yolu parti içi mücadeledir.
Parti içi mücadeleye girmeden yargı yoluyla alınan her görev, kendileri ile birlikte dar bir çevreyi mutlu edebilir ama parti içi ve çevresindeki çoğunluk için “nefret objesine” dönüşmek kaçınılmazdır.
CHP’nin Erdoğan/iktidar bloku tarafından siyaseten işlevsiz bırakılmaya çalışıldığı bu siyasi iklimde, yapılması gereken CHP’yle birlik olup, CHP’yi tasfiye etmek isteyenlere karşı mücadele etmektir.
Ama yapılan tercihler, CHP’yi büyüten anlayışın, o siyasetin parçası olmak değil; küçülecek CHP’ye sahip çıkma yönündedir.
Bütün bu yaşananlar yıllar önce CHP'nin en büyük sorunu olarak tanımladığım; "küçük iktişdar hastalığı"ndan başka bir şey değildir.
Sonuçta yeni görevlerinizde altınızda çakarlı araçlar, maddi imkanlar, belli bir güç olabilir ama yargı yoluyla size bırakılan, olan iktidar adayı CHP değil, iktidarın tanımıyla Yerli ve Milli muhalefetin parçası olan işlevsiz CHP olur.
Tabi başka bir tercih de, tarihe nasıl yazılmak istediğinizle ilgili.
Tekin görevi kabul etti.
15 Eylül'de çıkacak sonucu bilmediğimiz için Kılıçdaroğlu'nu bu okumanın dışında tutmakta yarar var.
İlginizi Çekebilir