© Yeni Arayış

CHP yönetiminin hiç mi suçu yok?

Yaşananlar bize CHP’de temel sorunun taşıyıcı sembollerin olmasına rağmen toplumu kuşatacak, mağdurların sahipleneceği bir “fikir”, “siyaset” olmamasından kaynaklanmakta olduğunu gösteriyor. 

 

Önce pazar gününden başlayalım. Tandoğan Meydanı’nda, “Vesayet Değil Siyaset! Kayyuma, Darbeye Hayır” sloganıyla düzenlenen miting gerek kalabalıklığı gerek Özel’in performansı açısından parlaktı.

19 Mart sonrasında başlayan mitingleri birer “siyasi eylem” olarak tanımlayan Özel, mitinglerin seçim kararı alınana kadar süreceğini ifade ediyor.

Bu mitingler, belki erken seçime yol açmaz ama muhalefette, CHP liderliğinde bir toplumsal konsolidasyona yol açtığı da gerçek.

Bunu mitinge katılan farklı parti, kurumların flamalarından da, siyasal alanda partiler arasında işbirliği ve diyalog süreçlerinden de görüyoruz.

Bu siyasal diyalog ekseninde kritik mesele, DEM Parti’ye “terörsüz Türkiye” süreci üzerinden kurulmak istenen kuşatmanın sonunun ne olacağıdır.

İktidar, süreç -ve yeni anayasa- söylem ve hedefi üzerinden, DEM Parti’yi CHP -ve muhalefetten- koparmayı hedefliyor. Bunun için iktidar, Öcalan’ı da devreye sokmuş durumda. Ancak onun etkisi ülkenin içinde olduğu koşulları düşündüğümüzde DEM Parti’yi ikna etmeye tek başına yeterli olmayabilir.

Nitekim DEM Parti Eşbaşkanları ve diğer yetkililerin açıklamları, CHP lideri Özel’im DEM Parti’nin kurumsal kimliği ve siyasal söylemlerine olan saygısı siyasete sahip çıkma açısından önemli ve değerlidir.

Bu verili süreçte muhalefetin CHP liderliğinde konsolidasyonun sürmesi, CHP lideri Özel ve parti yöneticilerinin bunu, tek paşına CHP başarısı olarak sunmamasına bağlı.

CHP’nin siyasal ve toplumsal muhalefeti kuşatması, onu iktidar bloku için daha fazla “tehdit” kıldığı için, partiyi genel merkezden yerel yönetimlere kadar siyaseten felç etmeye ve bölmeye çalışıyor.

Geçtiğimiz günlerde ifade ettim, tekrar yazmak isterim. Burada mesele CHP dahil siyasi iktidarın pratiklerine mesafeli tüm muhalefet partilerinin kendi parti kimliklerini aşan ortak bir siyasi hat/söylem/ortaklık kurmasına bağlı.

Buna “Türkiye İttifakı” denebilir, buna “demokrasi koalisyonu” ya da başka adlar verilebilir.

Burada kritik nokta partiler arasında eşit ve eşdüzeyli yatay bir ilişkiyi samimi olarak kurabilmekte. Bunu başarabilmek, böyle bir siyasal ortaklaşma gerçekleştirmek siyasi ve toplumsal muhalefet açısından çok önemlidir.

***

Şimdi düne yani 15 Eylül Pazartesi gününe gelebiliriz.

Günlerdir tüm Türkiye gözünü düne, CHP’nin 4-5 Kasım 2025 tarihinde gerçekleşen 38. Olağan Kurultay sonuçları için “mutlak butlan” kararı verilmesi için  Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen duruşmaya çevirmişti.

Mahkeme verdiği ara karar ile davacıların CHP lideri özel ve parti yöneticilerinin tedbiren görevden alınmasını ve 21 Eylül olağanüstü kurultay ve 24 Eylül İstanbul il kongresinin toplanma kararının durdurulma talebini reddetti. Yine ara kararda, ilgili mahkemelerden ve CHP Genel Merkez ve İstanbul İl Başkanlığı’ndan istediği evraklarla birlikte duruşmayı 24 Ekim 2025’e erteledi.

Mahkeme’nin bu kararında, 11 Eylül’de Ankara 3. Asliye Mahkemesi’nin İstanbul İl Kongresi’nin iptali için açılan davayı esastan reddetmesinin payı büyük.

Aksi halde bugünkü duruşma sadece İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin İstanbul İl Başkan ve yönetimine kayyum atanması ve İstanbul kurultay delegelerinin tedbirli olarak görevlerinden alınması kararı ile yapılsaydı, mutlak butlan kararı çıkması ve parti yönetimin tedbiren görevden alınması kaçınılmaz olabilirdi.

21 Eylül’de olağanüstü kurultay, 24 Eylül’de olağanüstü il kongresi yapılacak. Olağanüstü kurultayda, İstanbul il kurultay delegeleri katılmayacak.

Bu iki toplantının gerçekleşmesi ve sonuçlarının YSK tarafından onaylanmasından sonra bugünkü dava hukuken kadük hale gelmiş olacak.

Ama olup olmayacağını göreceğiz.

***

Diğer yandan bütün bu süreç, CHP yönetici ve elitlerinin partileri üzerine düşünmeleri için fırsat imkanı da sunmuştur.

Yargı eliyle “geçici kurul” görevini kabul edenler, özeleştiri yapmadan siyasi söylem değiştirenler ve en önemlisi de partilerinden istifa ederek, seçimler boyunca en büyük siyasi rakip olarak mücadele ettikleri AKP’ye geçenler.

Bütün bunlar nasıl bu kadar kolay olabiliyor?

Bu insanlar gerçekten partili değil mi?

Ya da bu insanları partiden uzaklaştıran şey/ler nedir?

Bu tür soruları çoğaltabiliriz.

Bu ve benzer sorular üzerine parti yönetiminin ve elitlerinin düşünmelerinde yarar olacaktır.

Ve en önemliside son dönemde bu tartışmaların öznesi olan başta belediye başkanları ve belediye meclis üyeleri ve diğer siyasi özneleri bu görevlere seçenlerin, atayanların bu tercihleri, bu kararları üzerine düşünmesi gerekiyor.

CHP yönetimi, son dönemde ortaya çıkan ve siyaset yanlış yapan herkesi eleştirebilir ve bunda haklıdır da. Ama bu süreçte kendine de "bizim hiç hatamız yok mu" sorusunu da sormalıdır. Yani, bu kişileri seçenlerin de, kendi sorumluluğunu düşünmesi gelecekte bu tür kararların alınmasının önlemek açısından önemli olacaktır.

***

Bitirirken şunu söylemek mümkün; yukarıda tartıştığımız tablo, CHP’de temel sorunun taşıyıcı sembollerin olmasına rağmen toplumu kuşatacak, mağdurların sahipleneceği bir “fikir”, “siyaset” olmamasından kaynaklanmakta olduğunu gösteriyor. 

CHP’nin toplumda teveccüh gören bir, iki hatta üç siyasi lideri olabilir ama bu tek başına seçim kazanmasına yetmeyebilir. Bunun yanına toplumu kucaklayan, toplumun sahiplendiği bir fikri, düşünceyi, hayali, hikayeyi de koymak durumunda CHP.

CHP, herkesi yakalayan, ulaştığı herkesten oy isteyen değil; ortaya koyduğu Türkiye hayali, Türkiye vizyonu ile iktidar/devlet blokunun ötekileştirdiği, mağdur ettiği siyasal ve toplumsal muhalefetle eş düzeyli ilişki kuran, onların taleplerinin siyasetini yapan bir parti olmalıdır.

Başarı, iktidar blokunun artması muhtemel baskısına direnmek kadar, bu mücadeleyi siyasal ve toplumsal muhalefet içinde kendiliğinden sahiplenenlerin artması ile olacaktır. 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER