Ceza Hukukunun “Tarla Topçusu” “Maddi Gerçek” mi?
HUKUKCeza muhakemesinde kullanılan “maddi gerçek” ifadesi gibi, yine “maddi” sıfatıyla (yanlış biçimde) ifade edilen ve Türkçeye İngilizcedeki substantive law kavramından çevrilen “maddi hukuk” (esasa müteallik hukuk) ifadesi de benzer bir tartışmayı hak ediyor, ama bu yazı yeterince uzadı.
Dikkat çekmek istediğim husus, “maddi” kelimesinin hem “maddi hukuk”ta hem de “maddi gerçek”te farklı (ve bence maalesef yanlış) biçimlerde kullanıldığı. Günlük Türkçede ilk akla gelen “elle tutulur, somut, fiziksel” anlamları ise bu teknik hukukî bağlamlarda çoğu zaman ya mecazî ya da geçersiz görünüyor.
Askerlik mesleğinde dilin, dil bilgisinin, imlânın önemi “nokta” kullanımı üzerinden anlatılır. Muhtemelen dikkat etmemişsinizdir ama askerî yazışmalarda “-inci” anlamında nokta kullanılmaz. Eğer üçüncü demek isteniyorsa bu “3.” şeklinde değil, “3’üncü” şeklinde ayraçla ayrılmış yazıyla yazılır. Bunun gayet pratik ve çok önemli bir nedeni vardır. Okuyan kişi noktayı ola ki görmezse “Üçüncü tabur A tepesine çıksın” emri “Üç tabur A tepesine çıksın” olarak anlaşılır.
Yani dil, hayat kurtarır!
Türkiye 1950’lerden itibaren ABD ve NATO ile temasa girmeye başlayınca ortaya çıkan şeylerden biri de yoğun bir tercüme faaliyeti oldu. Kadim bir askerî kültüre ve ona ait muhkem bir dile sahip olan Türk ordusunun askerî dokümanları ABD ve NATO dokümanları doğrultusunda değiştirilmeye başlandı. Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları bünyelerinde teşkil edilen ekipler eliyle seri ve yoğun bir çeviri işine girişildi.
Çevrilecek malzemenin nasıl devasa hacimlerde olduğunu, 60’larda Genelkurmay NATO Şubesinde görev yapan genç kurmay subay Kenan Evren, biraz da şikayetle, “bunlar, çuvallarla geliyordu” diyerek anlatır.
Çuvallar dolusu bu İngilizce malzemeyi Türkçeleştirecek derecede iyi İngilizce bilen askerî personel o yıllarda yok denecek kadar azdı. Bu nedenle çeviriler İngilizceyi iyi bilen yedek subaylar tarafından yapıldı. Bunların bir kısmı doktor, bir kısmı yurtdışında eğitim görmüş akademisyen, mühendis, gazeteci vb. kişilerdi. Ortak özellikleri, askerlik mesleğini çevirdikleri şeyi anlayacak düzeyde bilmemeleriydi.
Bu durumun bazı kaçınılmaz sonuçları oldu; çeviri hataları gibi. Çevrilen metinleri kontrol edecek kimse de olmayınca, bu hatalar yıllar boyu kitaplarda basılı kaldı.
Bu çeviri hatalarının ikonlarından biri “tarla topçusu”dur. Çeviren, “sahra topçusu” olması gereken “field artillery”yi böyle çevirmiştir.
Benzer bir başka ikonik örnek “cengel harekatı”dır. Bu yanlışın düzeltilmesi o kadar geç tarihlerde oldu ki ben “cengel harekatı” kelimelerini kendi gözleriyle okuyanlar arasında yer aldım.
Hatta öyle ki ilk okuduğumda, “ç”nin baskı hatası sonucu “c” olarak yazılmış olabileceğini düşünmüştüm. Çengel harekatı.
Meğer mesele böyle değilmiş. Cengel, “jungle” imiş. Yani ormanlarda harekât.
Ben cengel’i okuduğumda aklıma gelen şey, çengelin çağrıştırdığı biçimde kavisli bir manevra türü idi. Okuyunca öyle olmadığını anlamış ve “ne alaka!” demiştim içimden.
Kavramların, isimlendirmelerin böyle bir doğası vardır, bize bir anlam yüküyle gelirler; bu yüzden önemlidirler. Operasyon, harekat kelimesinin barındırdığı anlamları bence hiçbir zaman yeterince yüklenemez, mesela.
Çeviri hatalarından söz ettim ama dil ve kavram açısından tanık olduğum tek sorun çeviri hataları olmadı. Bazen özensizlikler, bazen de bilgisizlik sonucu kadim bazı kavramlar zaman içinde bozulmuştu. Örneğin sıkça tekrar edilen bir kalıp ifade olan “mevzi hava üstünlüğü”nün ne olduğunu kavrayabilmem için buradaki “mevzi”nin doğru şeklinin “mevzi” değil “mevziî” olduğunu fark etmem gerekmişti. Türkçede -sel, -sal anlamı veren o sondaki şapkalı î harfi, genel toplamda hava üstünlüğünü kuramayacak bir hava kuvvetinin istenilen yer ve zamanda bölgesel bir üstünlük tesis edebileceği anlamına geliyordu. Muhtemelen özensizlik sonucu bir harf zaman içinde düşmüş, ona bağlı kavram da tümden yok olmasa bile, eksilmişti.
İşte böyle; kelimeleri, kavramları hep önemli buldum ve onlara karşı dikkatli ve özenli olmaya çalıştım.
Anlattığım bu olaylardan on yıllar sonraki hukuk eğitimim sırasında kanundan doktrine, Yargıtay kararlarından avukat demeçlerine kadar birçok yerde geçen “ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır” motto’sunu ilk duyduğumda “maddi gerçek” kelimelerinin kulağımı tırmaladığını ve dil dikkatimin teyakkuza geçtiğini hatırlıyorum.
Daha ilk saniyelerde aklıma gelen şey, gerçeğin zaten maddi oluşu idi. (Siz hiç manevi gerçek diye bir şey duydunuz mu?)
Gerçek zaten maddi bir şey olduğuna göre önüne bir “maddi” sıfatı gelmesine ne gerek vardı? Gerçek, gerçekti.
Yoksa burada, bir de maddi olmayan bir gerçeğin olduğu ve fakat ceza muhakemesinin bu gerçeği değil de, hususen maddi gerçeği ortaya çıkarmaya çalıştığı mı vurgulanıyordu?
Zihnimde bu sorular dönerken yaptığım kısa bir araştırmada güncel ceza muhakemesi literatürünün bu meseleyi tartışma konusu yapmadığını, söz konusu şık motto’nun alanda “verili” haline geldiğini gördüm. O denli verili hale gelmişti ki üzerine pek düşünülmemiş, düşünmeye gerek duyulmamış, sorgulanmamış, ve galiba bu yüzden de tanımı, açıklaması dahi yapılmamıştı.
Yapılır gibi yapılan açıklama girişimleri ise genellikle şu şekildeydi: Maddi gerçeğe ne pahasına olursa olsun değil ancak kanunun izin verdiği deliller yoluyla ulaşılır. Öte yandan, bu açıklamanın “maddi gerçek”in ne olduğu hakkında bir şey söylemediği çok açık.
Tanıma birazcık daha yaklaşan bir açıklama ise şuydu: “Geçmişte yaşanmış ve bitmiş bir olayın veya olaylar bütününün deliller aracılığıyla ortaya konmuş haline maddi gerçek denir.”
Burada biraz durup bu tanım çabasına yakından bakalım. Geçmişte yaşanmış bir olay olsun. Mesela dün yağmur yağdı. Bu bir olay mıdır? Olaydır. (Şu an sadece tanımı takip ediyorum). Yağmur yağarken video kaydına aldım. Video delil midir? Delildir. O zaman, bu tanıma göre, video kaydı ile kanıtlanmış dün yağmur yağması olayı maddi gerçektir. Öyle midir peki? (Yoksa tanımda “olay” ile ilgili bir sınırlama mı yapmak gerekiyor?)
Devam edelim. Dün yağmur yağdığında hüzünlendim. Bu bir olay mıdır? Hüzünlendiğimin kanıtı yok. Öyleyse burada maddi gerçek nedir?
Peki, doğa olayından çıkalım (ama tanım çıkın demiyor), ceza hukukunun konusu olan bir suç olsun. Birisi bana küfretti, ben de üzüntü ve kızgınlık hissettim ve küfreden kişiyi hafifçe yaraladım. Üzüntü ve kızgınlık hissi, tanımı bu şekilde yapılan maddi gerçeğe dahil midir?
Devam edelim: Birisi hiçbir kanıt tespitine imkan vermeyecek şekilde bir hayvana eziyet etmiş olsun. Ceza muhakemesi yapılıyor. Bu vakada gerçek, o kişinin hayvana eziyet ettiğidir. Hiçbir kanıt olmadığı için suç sübuta erdirilemiyor ve sonuçta ulaşılan “maddi gerçek” suçun işlendiğinin sabit olmadığı oluyor. Peki, başa dönelim, başlatılan ceza muhakemesinin amacı gerçeğe (kişinin hayvana eziyet ettiğine) ulaşmak mıydı, yoksa tanımı bu şekilde yapılan maddi gerçeğe (hayvana eziyet edildiğinin sabit olmadığına) ulaşmak mıydı?
Verdiğim bu örneklerle şunu demeye çalışıyorum: Hem “olay”ı “gerçek”e kısa devre eşitlediği/bağladığı için hem de “kanıtlanmış olay”ın neden “maddi” olarak isimlendirilmesi gerektiğine ilişkin tutarlı ve anlamlı bir gerekçe sunmadığı için, bu tanım dört başı mamur (efradını câmi ağyarını mâni) bir tanım olmaktan çok, üzgünüm ama, teşebbüs aşamasında kalmış bir tanımlama girişimi olarak görünüyor.
Akıl yürütmeye devam ediyorum:
Bir an için maddi gerçeğin, onu manevi gerçek gibi bir şeyden ayırma amacıyla yapılmış bir isimlendirme olduğunu düşünecek olsak bile, bu durumda mesela kast ve taksiri nereye koymalıydık? Kast ve taksir işin içine girdiğinde istek, şuur, bilinç, duygu, düşünce gibi dokunulamayan, maddi olmayan şeyler devreye giriyor ve bunlar ceza muhakemesinin ortaya çıkarmayı amaçladığı maddi gerçek’in dışında kalıyordu. Yani kavramın kendi mantığı açısından kalması gerekiyordu. Peki yani ceza muhakemesi bunlarla ilgilenmiyor muydu? Yanlış bilmiyorsam, ilgileniyordu. Peki o zaman bu “maddi gerçek” neyin nesiydi ve nereden çıkmıştı?
Aslında bir hukuk nosyonuna sahip olmaya gerek olmaksızın, herhangi bir okuryazarın kulağını tırmalaması gerekirdi bu “maddi gerçek” tabirinin. Ama galiba gündelik dilden ayrışmış hukuki bir ağda, hem kavramdaki pürüzlü tarafın görülmesini engelliyor hem de tartışılmasının önüne otomatik bir set çekmiş oluyordu.
Bunun “tarla topçusu” gibi işin ehli olmayanlarca yapılmış bir çeviri hatası olduğunu iddia ediyor değilim. Ve fakat burada tartışılmamış bir bilimsel mesele olduğunu, muhtemelen işin ehli olanların bir özensizliğinin, dikkatsizliğinin yahut yetersizliğinin söz konusu olabileceğini düşündüm ve “basit şüphe” ile sorgulamaya başladım.
Gerçi, Süleyman Demirel’in dediği gibi meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz, ama bazı şeyleri mesele etmek iyidir.
Burada amacım ceza hukuku camiasının dikkatlerini motto haline gelmiş bu kavrama çekmek, bu kavramla ilgili bir şüphe tohumu ekmek ve biraz da züccaciye dükkanını karıştırmak.
Ceza muhakemesinde kullanılan “maddi gerçek” ifadesi gibi, yine “maddi” sıfatıyla (yanlış biçimde) ifade edilen ve Türkçeye İngilizcedeki substantive law kavramından çevrilen “maddi hukuk” (esasa müteallik hukuk) ifadesi de benzer bir tartışmayı hak ediyor, ama bu yazı yeterince uzadı.
Hukukta Dilin Önemi ve Biraz Kavram Gezintisi
Hazır havalar da iyi iken biraz kavram gezintisine çıkalım.
Türkiye’de ceza hukukunun kurucu isimlerinden Nurullah Kunter “Sevgili öğrencilerim. Dört gün sonra, 15 Aralık 1981 Salı günü 70 yaşını doldurup, kanunî yaş haddi gereği emekli olacağım. Bu demektir ki bugünkü dersim, son dersim olacak” diye başladığı son dersinde öğrencilerine üç tavsiyede bulunur. Böyle isimlerin son derslerinde verdiği damıtılmış öğütlere dikkat etmek gerekir.
“Dil, biliyorsunuz, insanların birbirleriyle anlaşmalarının bir vasıtası. Her kavram ayrı bir terimle anlatılmalı ve herkes bunların anlamını bilmeli ki anlaşma mümkün olabilsin. Uyuşmazlıkların çoğunun yanlış anlamalardan doğduğunu göz önünde tutarsanız dilin ve terimlerin önemi ortaya çıkar. Terminolojiyi önemsemeyenler biz hukukçularda da pek çoktur. Farklı kavramların aynı terimle, aynı kavramın farklı terimlerle ifade edildiğine çok rastlarsınız. Bunun yanlışlığını, onları yabancı dile çevirirseniz kolaylıkla görebilirsiniz.”
Ben de hocayla aynı fikirdeyim.
Elimde Hukuk Fakültelerinde okutulan iki önemli Ceza Muhakemesi Hukuku kitabı var. Birinde, ceza muhakemesinin amacının “gerçeği araştırmak” olduğunu söylüyor. (Harika!)
Ama hemen ardından, medeni muhakeme hukuku ile ceza muhakemesi hukuku arasında bir ayrım olduğunu ve ilkinin şeklî gerçeği araştırırken, ikincisinin maddi gerçeği araştırdığını söylüyor. Burada bir referans yok. Şekli gerçek ve maddi gerçeğin ne olduğuna dair açıklama da.
Diğer kitap ise “Ceza muhakemesinde amaç şüpheli veya sanığın haklarına saygılı biçimde maddi gerçeğe ulaşmaktır” dedikten sonra yukarıda tartışmaya ve eksiklerini göstermeye çalıştığım tanımı yapıyor.
O halde burada kafaları (kafamı) karıştıran (karıştırması gereken) şeyin “maddi” kelimesi olduğunu düşünebiliriz.
Türkçe bakımından anlam bozucu bu “maddi” sözcüğü gökten zembille inmediğine göre, nereden gelmiş olabilir?
Meselenin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’de hukuk bilimini kuran hocaların etkilendikleri İtalyan ceza hukukunun kavramlarıyla ilgili olabileceğini düşünerek, o dönem İtalyan ceza hukukunun “babalarından” Manzini’ye bakıyorum.
Manzini, suçun iki şeyden oluştuğunu bunlardan birinin “fatto materiale” diğerinin de “fatto psicologico” olduğunu söylüyor. “Bu ikisi birleşip hukuki gerçekliği (verità giudiziaria) oluşturur.”
Şimdi elimizde bir fatto, bir materiale, bir de verita var.
O halde biraz bu kelimeleri kurcalayalım.
Odağımızdaki “maddi” için, ilk olarak “materiale”ye bakalım. Kökeni Latince “materia”. Asıl anlamı madde, fiziksel nesne, yapı malzemesi. “Temel, öz, konu” anlamına da geliyor. Esas ilginci, bu kelimenin kökü “mater” (anne) kelimesi. Buradan hareketle “doğuran, oluşturan, ana, esas kaynak, kök” anlamlarına doğru genişliyor. Yani üçlü bir anlama sahip.
İşte mevzunun karıştığı yerlerden birisi burası; material’in hem “maddi” hem “esas, öz, ehemmiyetli” hem de “kaynak, her şeyin kendisinden türediği şey” anlamlarına geliyor oluşu. Belirli bir metinde bunun hangi anlamda kullanıldığı ise bağlama göre değişecektir.
Mesela Cicero şöyle diyor: “Materia est ex qua omnia fiunt.” (Madde, her şeyin meydana geldiği şeydir.)
Dante ise aynı kelimeyi İlahi Komedya’da şu anlamda kullanıyor: “Veramente quant' io del regno santo / ne la mia mente potei far tesoro, / sarà ora materia del mio canto.” (Gerçekten de kutsal krallıktan zihnimde ne kadarını bir hazine gibi saklayabildiysem, işte bu şimdi ilahimin materia’sı olacak). Yani özü, esası, konusu.
Peki ceza hukukçusu Manzini “fatto materiale” derken, “materaile”nin buradaki üç anlamından hangisini kastediyor? “Maddi”yi mi? Yoksa “esas, öz, önemli olan”ı mı? Sorular burada dursun.
Şimdi de fatto’ya geçelim. Manzini, başka bir yerde de “ceza muhakemesinin amacı”nı açıklarken “accertamento del fatto” ifadesini kullanıyor. Yani “fatto”nun tespiti. Peki, Manzini’nin her iki yerde kullandığı “fatto” gerçek midir, yoksa “olgu, olay” mı? Eğer gerçekse, neden “verità” (hakikat, gerçek) değil de “fatto”?
Devam edelim.
Fatto, Latince “factum” kelimesinden türemiş. “Yapılmış şey, eylem, olay, oluş, olgu” anlamına geliyor. 17. yüzyıldan itibaren İtalyanca’da “gerçek” anlamında da kullanılıyor. Bugün İtalyan sokaklarında da kullanılan “in fatto”da olduğu gibi.
Peki verita ile arasında nasıl bir fark var? (Bu soru şu bakımdan önemli: Bilinebileceği gibi Anglo-Amerikan hukukunda hükme “verdict” deniyor. Verdict ise, verita (hakikat) ve söylemek’ten (dicere) türemiş bir kavram. Yani hüküm, hakikatı söyleyen şey olarak görülüyor).
Akıl yürütürsek, Manzini Gerçek/Hakikat (verità) gibi soyut ve felsefi çağrışımları olan bir kavram yerine, somut, gözlenebilir, analiz edilebilir bir şey olarak “fatto”yu daha nötr ve bilimsel bir ifade olarak görmüş olmalı. Ama muhtemelen fatto’yu hem olgu hem de gerçek anlamında, ama muğlak bir zeminde kullanmıştı. Bu, o yılların sosyal bilimlerindeki pozitivist damarla uyumlu bir akıl yürütme olur. Verità, ispatlanabilir olmayabilir. Ama “fatto”, delillerle desteklenebilir. Bu yüzden Manzini için “fatto” daha güvenli bir yer gibidir: Gözlem yapılabilir, tanık dinlenebilir, olay yeri incelenebilir. Yani Manzini muhakemenin konusunu “gerçeğin kendisi” değil, olguların yeniden inşası ile elde edilmiş gerçek olarak görmüş olmalı.
Şu halde, hem materiale’nin hem de fatto’nun çoklu anlamları şu sonucu ortaya çıkartıyor: “Fatto materiale” kavramı, “maddi gerçek”in yanı sıra şu anlamlara da gelebilir: Olgusal gerçek, Olgunun esası, Olgunun önemli tarafı.
Tüm bu teorik tartışmaları daha da uzatmak mümkün.
İşin ilginç yanı, İtalyan ceza usul hukukunun en büyük isimlerinden Manzini’nin etkisinde kalan ve bu etkiyi açıkça eserlerine yansıtan Prof. Kunter 1950’li yıllarda, onun öğrencisi Prof. Erol Cihan ise 1960’larda kaleme aldıkları metinlerde ceza muhakemesi hukukunun nihai gayesinin “hakikate ulaşmak” olduğunu belirtirler. Özellikle Cihan, sadece bu konuya hasredilmiş “Ceza Muhakemesi Hukukunun Gayesi” başlıklı makalesinde bu vurguyu açıkça yapar. Dikkat çekici olan, her iki yazarın da bu amacı ifade ederken “maddi hakikat” veya “maddi gerçek” gibi bir ayrım veya tamlama kullanmamış olmalarıdır. Onlara göre ceza yargılamasının amacı, yalnızca “hakikate erişmek”tir. “Maddi gerçek”e, yahut “maddi hakikate” değil.
Zamanla “hakikat”in “gerçek”e dönüşmesi dildeki evrim açısından anlaşılabilir. Ne var ki bu dönüşümün önüne bir noktada “maddi” sıfatı eklenmiş ve böylece literatüre “maddi gerçek” gibi, Türkçede ilk bakışta anlamı bulanık, hatta aksak duran bir ifade yerleşmiştir. Peki bu “maddi” kelimesi ceza muhakemesi hukuku literatürüne hangi aşamada ve nasıl girmiştir? Bu bir ihtiyaçtan mı doğmuştur, yoksa terminolojik bir özensizlik midir? Ceza muhakemesi teorisyenleri/hocaları bu ifadeyi neden yeterince sorgulamamıştır? “Maddi” kelimesiyle burada bilinçli bir vurgu mu yapılmak istenmektedir, yoksa mesele, Latince materialis veya İtalyanca materiale kavramlarının anlam katmanlarını Türkçeye aktarmadaki güçlükten mi ibarettir?
Ceza muhakemesinde kullanılan “maddi gerçek” ifadesi gibi, yine “maddi” sıfatıyla (yanlış biçimde) ifade edilen ve Türkçeye İngilizcedeki substantive law kavramından çevrilen “maddi hukuk” (esasa müteallik hukuk) ifadesi de benzer bir tartışmayı hak ediyor, ama bu yazı yeterince uzadı.
Burada dikkat çekmek istediğim husus, “maddi” kelimesinin hem “maddi hukuk”ta hem de “maddi gerçek”te farklı (ve bence maalesef yanlış) biçimlerde kullanıldığı. Günlük Türkçede ilk akla gelen “elle tutulur, somut, fiziksel” anlamları ise bu teknik hukukî bağlamlarda çoğu zaman ya mecazî ya da geçersiz görünüyor.
Kavramsal özenin hukuk metodolojisi açısından temel olduğu düşünüldüğünde, bu terimlerin yeniden ele alınması ve sorgulanması gerekir, diye düşünüyorum.
İlginizi Çekebilir