Bozkırın hafızası: Türk Dünyasının söz ustası Sultan Raev
KÜLTÜR SANATBazı insanlar vardır; geldikleri coğrafyayı anlatmazlar, coğrafya onlarda dile gelir.
Bozkırın rüzgârı, yüzyılların hafızasını taşır. Dağların uğultusu, insanın içindeki en eski yankıyı uyandırır. Ve bazı isimler, bu kadim seslerin bugüne düşmüş halidir. Sultan Raev, işte o sesin adıdır.
Onu anlatmak, bir insanı anlatmak değildir yalnızca; bir uygarlığın kendi kendine söylediği derin bir sözü, bir halkın iç sesiyle buluşma cesaretini anlatmaktır.
Bozkırın İçinde Yürüyen Sükûnet
Orta Asya’da güneş ağır doğar. Rüzgâr sabırla eser. Toprak, bin yılın hikâyesini saklar. Raev’in duruşu da böyledir: Hızlı çağın telaşına kapılmayan, gürültünün içinden kendi sessizliğini koruyarak yürüyen bir bilge. Bozkır kültüründe lider bağırmaz. Bir yere bakar; herkes onun baktığı yeri görür. Bir adım atar; arkasında kervan dizilir.
Sultan Raev’in liderliği, tam da bu kadim tipolojinin modern izdüşümüdür: “Sözden önce duruş.” Çünkü bilgesi az konuşur; ama söylediği bir tek cümle yıllar geçse unutulmaz.
Kelimelerin İçinden Geçen Yolcu
Söz ustaları birbirine loş bir odada ışık tutar. Aytmatov atların gövdesine, Yaşar Kemal Torosların taşına ses bıraktı. Sultan Raev ise insan ruhunun derin kuyularına modern zamanların en ince mühürlerini işledi.
Tımarhane…
Pusu…
Güneşi Tutan Çocuk…
Bu eserler yalnızca anlatı değil; bozkır gecelerinden süzülen bir ağıtın şehirlerin neon ışıklarına yaptığı uzun yolculuktur.
Raev’in kalemi, bir çocuğun karanlıkta kalmış korkusunu da bilir, bir halkın yıpranmış yorgunluğunu da. Bir akşamüstü yalnızlığında ruha dolan ince sızı da onundur; kırılmış bir umudu yavaşça doğrultan sessiz güç de. Onun yazdığı hiçbir kelime rastlantı değildir: hepsi yüzyılların içinden süzülen tortuların damıtılmış hâlidir.
Mor Kravat: Sessiz Bilgelerin Rengi
Renklerin de bir kaderi vardır. Mor, bilgenin rengidir; ufkun iki yakasını birleştiren o derin çizginin tonudur. Sultan Raev’in taktığı mor kravat, bir süs değil; bir çağrıdır, bir duruştur.
Bilgelerin çağrısı bağırmaz; yanından geçerken fark edilmez bile. Ama bir kez görürseniz silinmez bir iz bırakır. Mor kravat, sadece bir tercih değil, “Ben buradayım ama sessizce gözetiyorum” diyen yüzyıllık bir bakışın sembolüdür.
Türksoy’un Kapısında Bir Derviş Sabri
Sultan Raev, TÜRKSOY’un başına geçtiğinde bir makam değil, bir emanet teslim aldı. TÜRKSOY, onun döneminde etkinlik düzenleyen bir yapı olmaktan çıkıp Türk Dünyası’nın kültürel hafızasını toparlayan bir “bilgelik merkezi”ne dönüştü. Raev, kültürü sadece geçmişi korumak olarak görmez.
Ona göre kültür: geleceğin harcıdır. Alfabe tartışmalarından tiyatro festivallerine, dil çalışmalarından gençlik projelerine kadar her alanda bir “gelecek inşası” yürütür. Çünkü bilir: Dil, bir milletin evi; kültür ise o evin kapısıdır. Kapı kapanırsa, içeridekiler karanlıkta kalır. Ortak alfabe için verdiği mücadele bir yazı sistemi değil, aynı kader defterine yeniden yazılmanın adımıdır.
Saçlarına Düşen Beyazlar
Bir insanın saçına düşen beyaz sadece yaş değil, görüldü mü sessizce içe çekilen acıların ve kimseye anlatılmadan geçilen yolların işaretidir.
Raev’in saçındaki beyazlar, bozkır zamanının ağır yürüyüşünü taşır. Onunla yürüyenler bilir ki: O sakin adımların içinde milletinin bütün yükü vardır.
Bir bilge gibi sükûnetle yürür; ama kalbinde kopan fırtına, koca bir coğrafyanın kaderine duyduğu sorumluluk fırtınasıdır.
Bir Köprü, Bir Hafıza, Bir Emek
Sultan Raev’in etkisi, diplomatik protokollerde değil;bir çocuğun bir masalda kendi kimliğini bulmasında, bir gencin ilk kez kendi milletinin şarkısını söylemesinde, bir yaşlının uzun yıllar sonra “biz yine bir araya gelebiliriz” demesinde hissedilir.
O bir köprüdür: doğuyla batı, kuzeyle güney arasında.
O bir hafızadır: unutulmuş sesleri geleceğe taşıyan.
O bir emektir: sözün, kültürün, şiirin alın terini yarınlara ilmek ilmek dokuyan.
Her susuşunda tarih nefes alır. Her cümlesinde bir parça gök saklıdır. Her adımı, bir milletin emanetidir.
Ve Şimdi: Raev Zamanı
Bir gün tarih sayfaları geriye dönüp baktığında TÜRKSOY’un bir dönemini diğer dönemlerden hep ayrı yazacaktır. O dönem, Raev Dönemi’dir. Bu çağ, Türk Dünyası’nın yeniden kendini hatırladığı, birbirine el verdiği ve ortak bir geleceğe doğru yürüdüğü çağdır.
Belki yıllar sonra bir tarihçi şöyle yazacak: “Türk Dünyası, bir zamanlar kültürle yeniden birleşti. O çağ, Raev Zamanı olarak anıldı.” Çünkü Sultan Raev, zamanın arkasından koşanlardan değil, zamanın önünden yürüyenlerdendir.
İlginizi Çekebilir