© Yeni Arayış

Bir zamanlar varoluşçuluk rüzgarları eserdi

Varoluşçuluk hemen edebiyat dünyamızı etkiledi. Yusuf Atılgan, Vüs’at O. Bener, Bilge Karasu, Demir Özlü, Ferit Edgü, Onat Kutlar, Sevim Burak bu felsefenin etkisi altında roman ve öyküler yazdılar. … Türkiyede varoluş rüzgarları artık esmeyebilir ama çok daha ilginç ve kapsamlı felsefe etkinlikleriyle karşılaşmaya başladık. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nın kurmuş olduğu Felsefe Kurumu, Prof. Dr. Örsan Öymen’in önderliğindeki Assos Felsefe Günleri önemli etkinlikler gerçekleştirerek aydınların dikkatini çekmeye başladı.

1960’lı yıllarda aydın çevrelerde Varoluşçuluk (egzistansiyalizm) heyecanı yaşanırdı. Felsefe bağlamında Sartre’ın “Varoluşçuluk Nedir?”i Asım Bezirci, Camus’nün “Denemeler” adlı kitabını Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüboğlu Türkçeye yeni çevrilmişti. Roman, öykü ve tiyatro yapıtlarının Türkiye okurlarına kazandırılması 1950’lere kadar gider.

Otoriter rejimler ve savaşın yarattığı bunalıma bağlı olarak İkinci Dünya Savaşından sonra Varoluşçuluk Avrupayı dalgalandırmış, Jean-Paul Sartre, Albert Camus gibi düşünürlerin eserlerini okuyup tartışmak aydınlar arasında moda haline gelmişti. Fransa kendi yazarlarıyla yetinmemiş varoluşçuların etkilendiği Martin Heidegger, Karl Jaspers gibi Alman düşünürleri de gündeme almıştı.

Felsefi eserlere ulaşmak 1980’leri bulmasına rağmen aydınlarımız erkenden varoluşçu oluvermişlerdi. “İnsan özgürlüğe mahkumdur”,”cehennem başkalarıdır”, “ben kendimden ve çağımdan sorumluyum” deyip yaşanan ilişkilerin “bulantı” yarattığını anlatan Sartre’la ; “kayıtsızlık özgürlüğü”, tüm siyasal ve sosyal baskılar karşısında ezilip yabancılaşmamak, tam tersinin baş kaldırılmasının gerekliliğini savunan Camus hepimizin idolü konumuna gelmişti. Sesini yükseltmeyen, kendini akışa bırakan kişi bunalımlarından kurtulamaz, insanlığına yabancılaşır…

O dönemde Marx da Türkiye’de zincirlerini kırınca Çiçek Pasajı, Asmalımesçit meyhaneleri, Lefter’in Yeri ve Baylan Pastanesi’nde ana konu marksizm-egzistansiyalizm ekseni üzerinde cereyan eder oldu. Siyahlara bürünmüş, boynuna kırmızı atkı sarmış, ağzında pipo tüten gençler İstiklal Caddesi ve Beyoğlu’nun sokaklarında farklılık imajı yaratmanın özentisi içindeydi. Herkes “egsizt takılıyor” ama neden “varoluşun özden önce geldiğini, varoluşsal durumlara (Situations- Sartre’ın kitabı) bağlı insan davranışların biçimlenmesi olgusunu, “yabancılaşma” kavramının mahiyetini irdelememekteydi. Felsefi metin okuyan yoktu ki… Hepimiz, herkes romantik takılmakta kalmış derinlere inememiştik.

Varoluşçuluk hemen edebiyat dünyamızı etkiledi. Yusuf Atılgan, Vüs’at O. Bener, Bilge Karasu, Demir Özlü, Ferit Edgü, Onat Kutlar, Sevim Burak bu felsefenin etkisi altında roman ve öyküler yazdılar. Yusuf Atılgan’ın romanı “Anayurt Otelinin” katibi Zebercet kimlik arayışı içinde yabancılaşan bir garibandı. Keza Ferit Edgü’ nün Hakkâride Bir Mevsim romanı da filme alınarak Berlin Uluslararası Film Festivalinde çeşitli ödülere layık görüldü. Genco Erkal’ın canlandırdığı Hakkâri’deki öğretmen varoluşçuluğun yalnızlık ve bunalım insanını canlandırmaktaydı.

Fırtınalar esmekteydi ama Sartre’ın ana felsefi eseri “L’Etre et le Néant-Varlık ve Hiçlik”i çevirmek bir kenara adını duyan da pek yoktu. İki kafadar karar verdik, Turhan Ilgaz ve bendeniz; henüz 22-23 yaşındayız: Çevireceğiz… Doğru Nazım Hikmet’in manevi oğlu Memet Fuat’a yollandık… De Yayınları, dönemin en prestijli yapıtlarını yayınlıyor… Adamcağız bizi kırmak istemeden cüretimizin boyutlarını anlattı. Bu eser sevgili Turhan ve Gaye Çankaya Eksen tarafından çevrilip, fırtına dindikten çok sonra 2009 yılında ülkemiz felsefe literatürüne kazandırıldı.

Fırtına sadece Türkiye’de değil dünyada da dinmişti. Önemli isim olarak Egzistansiyalizm etkisinde kalan sadece Michel Foucault ve psikiyatr, romancı Irvin Yalom‘dan söz edebiliriz .

Türkiyede varoluş rüzgarları artık esmeyebilir ama çok daha ilginç ve kapsamlı felsefe etkinlikleriyle karşılaşmaya başladık. Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nın kurmuş olduğu Felsefe Kurumu, Prof. Dr. Örsan Öymen’in önderliğindeki Assos Felsefe Günleri önemli etkinlikler gerçekleştirerek aydınların dikkatini çekmeye başladı. Youtube’da yayınlanan onlarca felsefe sitesi görmekteyiz. Spinoza’nın Tanrısı’ndan söz edip Hallac-ı Mansur’unkiyle karşılaştırılıyor. İoanna ve Ahmet Arslan  hocaların ünü neredeyse İlber üstadı bastıracak.

Felsefenin önemli hale gelmesinin geniş kapsamlı etkilerini kısa dönemde görmemiz olanaksızdır. Özellikle liselerde seçimlik ders haline getirilmesi ve sosyal bilimlerin yüzeyselleştirilip dünyaya tarih, bilim, sanat konularına gözlerin kapatılmasıyla birlikte felsefenin yeni rüzgarlarla dalgalanmasını beklemeyelim.

Sadece tutucu çevreler değil Galatasaray, Robert Kolej ve benzeri okullardan, seçkin üniversitelerden mezun olup da “felsefe, melsefe bunlar boş şeyler, bana faydası yok” türünden söz eden çok “aydın” tanıyoruz. Bu türden ”çağdaşlar”özgürlükçü, demokratik, çoğulcu devlet ve hukuk sistemleri yerine teknik ve teknoloji açısından gelişen otoriter, totaliter, faşizan ya da komünist yapılanmaları göklere çıkarmayı erdem saymaktadırlar. Yabancılaşmadan kurtulma, özgürleşme onların neyine ki?!…

Gene de karamsarlığa kapılmayalım. Denememeler, felsefi romanlar, filozofların hayat ve düşünceleriyle ilgili basit anlatımlı eserler kaleme alarak, etkinlikleri yoğunlaştırarak alan genişletme ve ufuk açma çabaları yaratmak gerekir. Uzun zaman alsa da umutumuzu yitirmeyelim.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER