Bir tuhaf vergi rekortmenliği
EKONOMİBir Türkiye’nin vergi rekortmen listesine girebilmek için ödenen meblağa bakıyorum, bir de, misal futbol takımlarının harcadığı paraya, aradaki tutarsızlık akıl alır gibi değil.
Türkiye’nin hiç zaman kaybetmeden üretimde verimi artıracak tedbirlere başvurması ve hukuksuzluğu finanse edebileceği yeraltı kaynakları olmadığına göre, hukuk devletine dönmek için gerekli adımları atması gerekiyor. İşte o zaman vergi rekortmenleri listesinde bankalar ya da kamu iştirakleri yerine, kendilerini gizlemeyi düşünmeyen gerçek isimleri görebiliriz.
Açıklanan “vergi rekortmenleri” listesi, ekonominin içinde bulunduğu yapısal sorunları göstermesi bakımından hayli ilgi çekiciydi.
Geçen sene, Adana gibi bir şehrin vergi rekortmeninin futbol takımının teknik direktörü olabildiğine hayret etmiştim, sağolsun, liste bu sene de birçok yönüyle evlere şenlik.
Bir kere, ilk 100’e girenlerin 79’unun ismini gizlemeye ihtiyaç duyması hali pürmelalimize dair bir şeyler söylüyor.
Bir insan, vergi rekortmeni olduğunu neden gizler?
Kaynağı belli bir parayı, adil bir rekabet içinde kazandıysa, bırakın adını gizlemeyi bunu göğsünü gere gere haykırması beklenmez mi?
Ayrıca, açıklanan listeye baktığımızda birçok açıdan ne kadar geride olduğumuz da göze çarpıyor.
Yeni ekonominin esamisinin okunmadığı vergi rekortmenlerimiz içinde en büyük pay bankalara ait.
Balıkesir Milletvekili Burak Dalgın bu tuhaf duruma isyan etmiş.
Dalgın, “bana vergi rekortmenlerini söyle, sana ekonominin durumunu söyleyeyim,” dedikten sonra şöyle yazıyor: “Rekortmenlerin büyük çoğunluğu kamu iştirakleri ve bankalar. İlk 20’de bunların dışında sadece dört isim var: ikisi perakendeci, biri distribütör, sadece biri teknoloji şirketi. Sanayici yok.”
Böyle bir ekonomi çağdaş dünyayla rekabet edebilir mi sizce?
Üstelik, gelişmiş ekonomilerin yaşadığı dönüşüm, sanayi şirketlerinin geriye düşmesini kaçınılmaz kılıyor.
General Motors yerini Google, Apple, Facebook, Amazon gibi yeni ekonominin bayraktarlığını yapan şirketlere bırakırken Türkiye’nin bu dönüşümün hâlâ çok uzağında olduğu göze çarpıyor.
Bana göre daha matrak olan listeye bu sene de bir avukatın girebilmesi.
Daha önce birkaç kez bu listeye giren Gönenç Gürkaynak’ın yerine bu kez aynı zamanda Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını da yapan Ramazan Arıtürk’ün adını görüyoruz.
İyi güzel de, ne kadar büyük iş hacmine sahip olursa olsun, bir avukat, Türkiye gibi bir ekonomide nasıl ilk 100’e girebilir?
Bu, bir avukatın başarısı kadar Türkiye’nin vergi politikasının ne kadar sorunlu olduğunu da ortaya koyuyor.
Bir başka konu da ödenen meblağlar.
Bir Türkiye’nin vergi rekortmen listesine girebilmek için ödenen meblağa bakıyorum, bir de, misal futbol takımlarının harcadığı paraya, aradaki tutarsızlık akıl alır gibi değil.
Listede adı yer almayan biri, rahatlıkla çıkıp bir futbolcunun transfer edilebilmesi için cebinden birkaç milyon dolar verebileceğini ifade ediyor.
Ama şu soruyu soran yok.
Madem verebiliyorsun, ne kadar vergi ödedin, bir de, bu paranın kaynağı ne?
Vergi ödemeyen bir toplum “kamu parası” kavramını içselleştiremeyeceğinden ötürü parasının hesabını soramaz.
“Devletin parası” diye bir şey olamayacağını, devletin kendi cebinden bir şeyi finanse edemeyeceğini, burada kullanılan kaynağın mutlaka vergilerden toplandığını içselleştirmiş bir toplumda “devletin malı deniz” minvalinde sözler yer bulabilir mi?
Demokrasi ve hukuk devleti talebi de bu bilinç ve istek üzerine bina edilebilir.
Rekor kırmanın kamu iştirakleriyle bankalara düştüğü bir ekonomi, ne yazık ki, hiçbir eşiği aşamaz, orada debelenip dururken bugün yanında gördüğü ülkelerin kısa bir süre sonra çok gerisine düştüğünü fark eder.
İşte Güney Kore ve Polonya örnekleri ortada.
Burak Dalgın, Meclis’teki bir konuşmasında güya büyüyen Türkiye’nin mukayeseli bakıldığında aslında nasıl geri düştüğünü mükemmelen gösteriyordu.
“Türkiye, 1978’de dünyanın en büyük 18. ekonomisiydi. Bugün 19. sırada. İlkokula başladığımda Güney Kore ile kişi başına düşen milli gelirimiz aynıydı. Bugün Güney Kore bizi dörde katladı. Oğlum doğduğunda Polonya ile aynı seviyedeydik. Polonya bugün bizi ikiye katladı.”
Böyle giderse, bugün bizimle benzer seviyelerde olan ülkelerin de yarın bizi sollayıp geçtiğini görmemiz kaçınılmazdır.
Türkiye’nin hiç zaman kaybetmeden üretimde verimi artıracak tedbirlere başvurması ve hukuksuzluğu finanse edebileceği yeraltı kaynakları olmadığına göre, hukuk devletine dönmek için gerekli adımları atması gerekiyor.
İşte o zaman vergi rekortmenleri listesinde bankalar ya da kamu iştirakleri yerine, kendilerini gizlemeyi düşünmeyen gerçek isimleri görebiliriz.
İlginizi Çekebilir