Bir kod olarak Çözüm Süreci: Yeni toplum sözleşmesi
SİYASETTürkiye’de muhaliflerin iktidar aksiyonlarını demokratikleşme-otoriterleşme (ya da demokratik gerileme) ikiliğinde okumasından kaynaklanan, Erdoğan hükümetinin kazandığı bir alan var.
Çözüm süreci bir kod olarak sürdürülüyor. Buna yeni “makbul aktörleştirme” ya da kısaca “makbulleştirme” de diyebiliriz. Yukarıda anlattığım süreç, varlığınızın yeniden tanımlanması, siyaseti iktidarın tanımladığı alanda yeniden üretmeniz gerekiyor.
2. Çözüm Süreci ve PKK’nın silah bırakması, Türkiye’de CHP’li belediyelere atanan kayyumlarla aynı anda yürütüldü. İttifakın önce DEM partiyi terörize edip, sonradan bu etiketten çıkabilmesi için çözüm süreci eli uzatması, DEM Parti’nin çıkarlarıyla örtüşebilecek bir zamanda gerçekleşti. Bu süreci demokratikleşme-demokratik gerileme çerçevesinde okumanın son derece zararlı olduğunu düşünüyorum.
İlk çözüm sürecinde Erdoğan’ın başkanlık arzusu vardı. Şimdiyse arzusu daha çok patronaj ilişkileriyle kurduğu siyaset sahnesini sürdürmek üzerinden gidiyor. Yani, seçim için değil; meşruiyet için çabaladığı ve tabandan gelen meşruiyeti tepkisizlikle ölçtüğü bir egemenlik anlayışına dayanıyor. Hegemonik otoriterliğin, hegemonik tarafını, bunun bizi neden ilgilendirdiğini vakayı daha iyi kavrayarak ortaya çıkarabiliriz.
Birinci argümanım: Erdoğan’ın başlattığı çözüm süreci, çözüm odaklı olmayan, yeni bir sahne yaratma odaklı olan bir simülasyondur. Yani fiziki efektleri eşitsizlik yaratan; patronaj ilişkileriyle sürdürülüp (sahnenin kurulumunu patronaj ilişkileriyle yaptığınız, oyuncuların menajerlerini kendini atadığınız bir set düşünün) toplumun sınıfsal çatışmasını çözmekle bir ilişkisi olmayan; ülkede yapısal ve kimliksel hâle gelen Kürt sorununu değil, Millet İttifakı’nın kendi siyasal sistemi içerisinde yarattığı sorun sahalarından birini (HDP’li/DEM’li belediyelere kayyum atanması) yine kendi yöntemiyle kapatması olarak gözüküyor. Bu nedenle süreç, çözümden çok performatif ve sembolik ögelerin ön plana çıktığı bir gösteriye dönüşüyor. Yani bu çözüm süreci Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı anayasal ve sosyo-kültürel sorunları çözme amacı taşımıyor. Hedeflenen şey çözmek değil, çözümün gösterisini yaparak çözülen pek bir şey olmadığını gizlemek.
Türkiye’de muhaliflerin iktidar aksiyonlarını demokratikleşme-otoriterleşme (ya da demokratik gerileme) ikiliğinde okumasından kaynaklanan, Erdoğan hükümetinin kazandığı bir alan var. Eğer demokratikleşme literatüründeki aksiyonlardan birini sergilerse, bu Türkiye için bir kazanç olarak düşünülebiliyor. Lakin Erdoğan, resmi olarak ittifak eli uzattığı aktörleri patronaj ilişkisine dahil edip o aktörlerin kimliklerini bir kod haline getiriyor: “AKP/MHP/DEM’liyesniz şu ayrıcalıklardan faydalanabilir, hukukun sopasını bir süre yemeyebilirsiniz.” Bu patronaj ilişkilerine dahil olmanın iyi yanı, insan kaynağı çekebilmeniz. Kötü yanı ise sizlere bir müzakere illüzyonu yaşatması. Çünkü müzakere kendi varlığınızı kendinizin kontrol edebilmesi için yapılır. Erdoğan bu süreçte iktidarını paylaşmıyor; yalnızca bazı aktörlerin geçici olarak kullanabileceği bir geçiş kodu sunuyor. Bu geçiş kodunu kullanabilen aktörlerin görünürlüğü/varlığı Erdoğan iktidarı tarafından kontrol ediliyor. Bu aktörler alternatif politik sahalar kurmadıkça varlıklarını sürdüremiyor; örneğin Kemal Kılıçdaroğlu’nun durumu bu duruma örnek teşkil ediyor.
Çözüm sürecinin aktörleri ve Kimlik Siyaseti:
Efkan Ala, İbrahim Kalın, Devlet Bahçeli, DEM Parti elit kadrosu ve Öcalan bu sürecin muhatapları. Sürecin muhataplarının çözmeye çalıştığı şey PKK’nın faal dağ kadrosu. Bu aktörlerin Kürt meselesi için temsil değeri oldukça şüpheli. Bahçeli’nin yaptığı çağrı sonucunda Cumhurbaşkanı’na iki yardımcı, biri Alevi biri Kürt olmak üzere, atanması konuşuldu. Bu öneri, kimlik siyasetinin başarısız bir tezahürü. Eminim pek çok insana Netflix’in sırf ekrandaki kimlik temsiliyetini çeşitlendirmek için bunu üretilen film ve dizilerin içeriğinden bağımsız hâle getirmesi gibi. Daha çok öfke, daha çok yüzeysellik, daha çok kimlik takıntısı getiren, gerçek-pratik hiçbir sorunu çözmeyen bir deneme. Kimliklerimiz
AKP İktidarında İttifaklar:
AKP iktidarında ittifaklar göstergeler düzleminde yapılıyor ve ideolojik siyasi programlar içermiyor. Bunun yerine merkezinde AKP’nin olduğu ve aktörlerin güvenlik soruşturmalarından muaf tutulduğu patronaj ilişkileri doğuruyor. Simülatif ittifakların en önemli olayı da bu: Bir kod olarak milliyetçilik, bir kod olarak çözüm süreci, bir kod olarak terörizm.
AKP’nin mobilize ettiği tahakküm, istisnanın kim olduğuna karar vermekten ziyade agonal hakimiyet dediğimiz, siyaseti sürekli performatif, kahramansı bir mücadele içerisinde ele alan, düşmanla dost arasında amansız bir mücadeleye indirgiyor. Lakin bu Erdoğan’ın hakimiyet stratejisi değil, Erdoğan’ın kararlarına meşruiyet kazandırmaya çalışan bir iletişim stratejisi. Erdoğan’ın kararlarının meşruiyeti yaklaşık 2014 yılından beri buradan geliyor, ancak burada düşman ve dost kategorilerinin değişkenliği, ittifakların kurulumuna ve devletin sürekli bekasına bağlı. Sorun, Türkiye’de, önceki çalışmalarımda da göstermeye çabaladığım üzere, bu tip bir hakimiyet anlayışı yasal ve toplumun fonksiyonel düzen/dirlik/birlik ihtiyacına uygun gitmiyor. Burada güvenliği sağlanan devletin bekası değil, rejimin bekası. Bu da Erdoğan’ın hakimiyetini Schmittyen bir hakimiyet olmaktan otomatik olarak çıkarıyor. İlk bakışta Schmittyen karakterleri olan bir hakimiyet anlayışı olduğundan söz edebiliriz. Fakat bu durum üç noktada çelişiyor:
1. Schmitt’in siyasi söylevinde bahsettiği egemenlik, hakların ve hukukun politik olduğu, disipline edici ve kontrol edici yüzlerinin de olduğudur, lakin en nihayetinde insanlardaki düzen talebini fonksiyonel olarak yerine getirir. Yani demos adına bir dirlik, savaş anında demos’u korumak için alınan istisnai kararlarla takip edilir. Erdoğan bunu manipüle ediyor. O yüzden buna Schmittyen bir simülasyon diyorum.
2. Schmitt’in istisna hâli, ancak ve ancak istisna anları ve alanlarıyla meşrulaştırılabilir. Erdoğan bu anları ve alanları kendi yaratıyor. Çözüm sürecinin dış politik meselelerle meşrulaştırılmaya çalışılma amacı da buradan geliyor. Bunu agonal yapan, dışarıyla, savaş makinesi (war machine) ile bağlantılı olması.
3. Schmitt’in hakimiyeti ölüm-kalım arasındaki süreci yönetirken, biyopolitik iktidar kullanımı, istisnanın değil, hayatın kontrolünü de ele aldırıyor. Bu bakımdan Erdoğan’ın gördüğü herkesin sakalına, sigarasına, çocuk sayısına, evliliğine/bekarlığına, aile kurumuna, alkol vergilerine karışması da bunu hem kişisel hem de politik olarak destekleyen açıları. Erdoğan aynı zamanda biyopolitik bir hükümran.
4. Foucault’nun kavramıyla hakimiyete baktığımızda ise Erdoğan’ın yaşam üzerine karar ve disipline edici bir yönetişim kurması, bunu kendine bağlayarak merkezileştirmeye çalışması, bu dominasyonu ilişkisel olmaktan çıkarıyor. Burada benim ifade ettiğim “bir nüfuz olarak hakimiyet (sovereignty as influence)” kavramı durumu daha iyi ele alıyor: Nüfuz, anlatının tamamen meşrulaştırıldığı anda gerçekleşiyor. Erdoğan siyasetin dost ve düşmanlar arasındaki, ümmetin (sünni Müslüman Türkler ve onların Sünni Müslüman dostları) bekası için yapılan ve asla bitmeyen, tuzaklar kurulan ve sürekli mücadele içeren bir sahneye sokuyor. Bunun kitleler tarafından kabul edilmesi de Erdoğan’a oyun alanları sağlıyor.
5. Yöntem: Erdoğan’ın yöntemleri Schmitt’çi bir egemenlik anlayışından tamamıyla uzak. Hatta, Schmitt ve Foucualt’yu birleştiren Agamben’den de aynı şekilde uzak. Erdoğan rejiminin hedeflediği egemenlik şekli agonal bir egemenlik olmasına karşın, gerçek efektlerine değil (toplumun bir arada durması ve sorun çözmesi için gereken fonksiyonel araçlar) simülatif efektlere ve performanslara dayanır. Çözüm süreci de bu yöntemle yürütülüyor.
Erdoğan’ın egemenliği ilk bakışta Schmittçi bir çerçeve izlenimi verse de, istisna hâlini manipüle etmesi ve biyopolitik kontrolle birleştirmesi onu farklılaştırıyor. Bu nedenle hakimiyeti, klasik Schmittçi egemenlikten çok, simülatif ve agonal bir form kazanıyor.
Bu hakimiyet meselesi bizi neden ilgilendiriyor?
Alex Barder ve François Debrix’in ifade ettiği şekliyle: “Birçoğumuz için hakimiyet, yaşama veya nüfusa dair egemen gücün veya istisnaya ilişkin karar bir dizi merkezsiz, süreksiz ve bedensiz güç, şiddetli gadrini hayatlarının belli bir kısmında görür.” Yani, hiyerarşik bir devlet yapılanmasından ziyade, halk olarak bizleri ilgilendiren bu tip bir hakimiyetin aniden hastanede, sokakta, vergi mükelleflerinde, medyada, okulda, ailemizi kurmaya çalışırken çekemediğimiz evlilik kredisinde ortaya çıkar. Bir an görür ve belki sonrasında ondan kaçarken, mahallemizdeki sokak köpeklerini toplarken bizleri de bir yandan gözetleyen, sonra protesto anında sokağa indiğimizde şafak operasyonunda göz altına alındığımızda durumu fark ederiz. Bu hakimiyet meselesi bizleri ilgilendiriyor, ancak kendi hiyerarşik yapısında değil.
Erdoğan’ın egemenliği ilk bakışta Schmittçi bir çerçeve izlenimi verse de, istisna hâlini manipüle etmesi ve biyopolitik kontrolle birleştirmesi onu farklılaştırıyor. Bu nedenle hakimiyeti, klasik Schmittçi egemenlikten çok, simülatif ve agonal bir form kazanıyor.[1]
Bir Kod Olarak Milliyetçilik: MHP’nin AKP’ye eklemlenip, bekâ meselesinin daimi anlatıcısı, paketleyicisi ve hadiseleri isimlendirici rolü, Cumhur İttifakı’nın tutarsız gözüken dönüşlerine çağrılar yapma rolünü üstleniyor. Karşılığında bu devlet makinasında bir yer ediniyor ve milliyetçilik bir kod hâlini alıyor. Bu kodu kullandığınızda iktidarla ilişkili belli mikro-alanlarda ve devlet kurumlarında geçerlilik elde edebiliyorsunuz. Lakin, bu kodun büyük sıkıntısı, pratikte milliyetçiliğin; yani ideolojik olarak millî olanın eşitisizliklerinin, içinde bulunduğu çatışmalarının ve haklarının gözetilmediğini görüyorsunuz.
Bir Kod Olarak Çözüm Süreci: Çözüm süreci bir kod olarak sürdürülüyor. Buna yeni “makbul aktörleştirme” ya da kısaca “makbulleştirme” de diyebiliriz. Yukarıda anlattığım süreç, varlığınızın yeniden tanımlanması, siyaseti iktidarın tanımladığı alanda yeniden üretmeniz gerekiyor. Şimdi de çözüm süreci için çabalayan kimliklerin ve çözüm sürecinde adına performanslar sergilenen kimliklerin bazı aktörlerinin bir geçiş kodu olduğunu göreceğiz, ancak bu kimlikleri taşıyan insanların gündelik çatışmalarından uzun vadede rahatlayacağını zannetmiyorum.
Bir Tersine-Kod Olarak Terörizm: Terörizm, bir kod hâlini aldı. Yapılan eylemin kamusal alandaki tartışmasının bir sonucu olarak ya da artık sadece hukuki bir tanım olmaktan çıktı; siyasal iktidar tarafından bir tersine-kod olarak işlev görüyor. Terörizm, siyasal iktidarın bir süredir kullandığı “hainlik” tersine-kodunun yerini aldı. Bu kötü imaj, şimdi işlediğiniz suçtan bağımsız olarak, emniyet güçleri tarafından sıraya dizilip videolara alındığınızda üzerinize yapışan bir yafta. Bu yaftanın meşruiyeti de iktidar seçmenin kendi içerlemesiyle ya da bu duruma pratik tepkiler gösterilmemesiyle onay kazanıyor.
---[1] Agonal Hakimiyet için bknz.: Barder, A. D., & Debrix, F. (2011). Agonal sovereignty: Rethinking war and politics with Schmitt, Arendt and Foucault. Philosophy & Social Criticism, 37(7), 775-793. https://doi.org/10.1177/0191453711410030 (Original work published 2011) Türkçesi: Biyopolitikanın Ötesi;Dünya Siyasetinde Teori, Şiddet ve Dehşet (2024), François Debrix ve Alex Barder, FOL Yayınları. Çeviren: Serap Güneş.
İlginizi Çekebilir