© Yeni Arayış

Ben Dehşet Bey nasılım?

Velhasıl öfkenin dört hâli ile finale giden Dehşet Bey, aslında memleketin -herkesin bildiği, kimsenin konuşamadığı- durumuna; “Yorgun, aç ve öfkeli iken nasıl davranıyorsam, işte öyle birisiyim gerçekte. Ben tam da bu hâlimle ayakta kalabildim. Siz buna zafer diyebilirsiniz, ben yalnızlık diyorum.” sözleriyle edebî, tarihî, felsefî, dinî ve siyasî bir çengel atıyor.

Yönetmenliğini Mehmet Ada Öztekin’in yaptığı Dehşet Bey; aslında klasik bir Murat Menteş romanı. ‘Aksiyon, dram, romantik’ kategorisinde değerlendirilen filmin konusu, Prime Video’daki açıklamaya göre şöyle: “Dehşet Bey, Fedailer Ocağı adlı bir tetikçiler grubunun en gözde suikastçılarındandır. Grup üyeleri, çocukluktan itibaren takip edilerek seçilen, ailesi olmayan kişilerdir. Ocak üyelerine âşık olmak ve evlenmek yasaktır ancak Dehşet, Abide’ye âşık olur. Bu aşk hikâyesi, fedailer ocağının felsefesini sorgulamasına yol açar. Bu sorgulamanın bedeli ise herkes için ağır olacaktır.”

Kurgusal Terkipler

Beyaz perdeye yansıtılan senaryonun kendimce keywords’lerini kaydetmeye çalışacağım, o hâlde başlayalım: Yazının giriş cümlesinde de belirttiğim üzere Dehşet Bey, tipik Murat Menteş kurgusu. Nuh Tufan, İbrahim Kurban, Nazlı Hilal, Hayati Tehlike, Ruhi Mücerret gibi göndermeli isimlerle roman karakterleri yaratan yazarın filmdeki kahramanlarıysa Dehşet Engiz (Barış Arduç) ve Abide Hürriyet (Tuba Büyüküstün). Böylesi terkipler; muzip, düşündürücü ve yer yer derinlikli bir perspektif ve artık neredeyse yazarın kartviziti gibi bir şey.

“Aç İnsan Demokrat Olmaz”

Abide Hürriyet; yazar Harun Hürriyet’in (Musa Uzunlar) kızı. Burada bir parantez miktarı araya girmem icap ediyor: Musa Uzunlar; 2008-2010 yılları arasında yayınlanan Kurtlar Vadisi Pusu’da Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı’nı yöneten İskender Büyük (Google aramasıyla yazarsam İskender Büyük, Veli Küçük mü?) karakterini canlandırmıştı. Onun Dehşet Bey’de, eski kurgusal rolüne bir nevi reddiyede bulunması; hatta kaleme aldığı ve çok satan kitabı Vijilantizm’i anlatırken; “İnsanların demokratik hukuk devletinin önemini, değerini kavramaları için hukuksuzluğun, barışsızlığın, kabileciliğin ne olduğunu anlamaları gerekiyor…

Vijilantizm hâlâ büyük bir sorun. Resmî yetkililer bile hukuku yeterince ciddiye almıyor. Hukuk dışı oluşumlar; mafyalar, çeteler, organize suç örgütleri kendilerini devletin koruyucusu gibi görüyorlar. Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde mafya, kendini devletin bir parçası olarak görmez.” cümleleriyle Gladio’yu faş etmesi şık bir temize çekilme randevusu olmuş. Ha, Dehşet Engiz’in de insanların niçin vijilant olduklarını açıklarken “Aç insan demokrat olmaz.” sözü, tarihsel bir kader muskası olsa gerek.

Bir Melami, Çok Persona!

Harun Hürriyet; aynı zamanda bir Melami. Filmde; onun Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri Tercemesi ve Şerhi kitabına yer verilen Abdülbaki Gölpınarlı’nın üç devrede (Hamdun Kassar ö. 884, Bıçakçı Emir Dede ö. 1475 ve Muhammed Nûrü’l-Arabî ö. 1888) şemalandırdığı kümenin hangisine intisaplı flu; fakat son zamanlarda ‘din yorgunu’ olan Türkiye’ye ‘laiklik’in önemini hatırlatılarak, İslam’ın diğer veçhelerinin gösterilmesi, kıymetli bir not. Yanılabilirim ama bence Harun Hürriyet de eski bir ‘Teşkilat-ı Mahsusa’ çalışanı; çünkü hem insider bilgilere sahip hem de başta Talat Paşa ve Enver Paşa olmak üzere Atıf Kamçıl, Eyüp Sabri Akgöl, Mithat Şükrü Bleda gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne mensup kişilerin son uykularını uyudukları Şişli’deki ‘Abide-i Hürriyet’i, kızına isim koyacak kadar ‘komitacı’. Zaten ‘adalet-müsavat-uhuvvet’ birlikteliğinden çıkılıp, mafyöz bir bileşkenin tetikçiliğine dönüşen, yani ‘kutsal’ olan her şeyin buharlaşmasına bir reaksiyon onun ‘giderayak’ yazdıkları ve itirazı. Belki de bu yüzden Fedailer Ocağı’nın ölüm listesine dâhil ediliyor Musa Hürriyet; eski, köhnemiş ideolojiye esir olmadığı için. Filmi seyredenlerin; “Ama adam kızının da dile getirmesiyle eski bir sol örgüt partizanı ve yazarın evinde Che Guevara’nın posteri var.” dediğini duyar gibiyim. Meraklısına; Erol Şadi Erdinç’in dinlemelerini/okumalarını tavsiye ederim.

Aysel Git Başımdan ya da Bela Çiçeği’nin Açması

Filmde Dehşet Bey, sevgilisi Abide Hürriyet’e Attila İlhan’ın Bela Çiçeği kitabında yer alan ‘Aysel Git Başımdan’ şiirini okuyor ki bu dizeler, filmin bir başka sahnesinde karşımıza çıkan Yaraya Tuz Basmak’taki iç manzara. (Bu arada ‘solcu/ulusalcı’ Attila İlhan’ın İttihatçılara olan sempatisini de hatırlatayım.) Şiir damarından gidersek; Abide Hürriyet’in mezar taşına (bir İsmet Özel alkışı ya da süreği) Süleyman Çobanoğlu’nun “Seni sevip çekildim/Dedim dünya bu kadar” mısraları kazınmış, aslında filmin hülasası, yani çelik çekirdeği bu duygu sanırım.

Cüneyt Arkın versus John Wick

Dehşet Bey; başrolünü Beyrut doğumlu Kanadalı aktör Keanu Reeves’in oynadığı, 2014’te vizyona giren John Wick’in ‘yerli’ versiyonu olarak prezante edildi. Aksiyon sahneleri, bu takdimi doğrular vaziyette. Fakat yine bana göre Barış Arduç oyunculuğu; teknolojinin filmleri dizayn ettiği modern zamanlarda, Cüneyt Arkın’a bir saygı duruşunda bulunuyor. Çünkü “Cüneyt Arkın film çevirir, Gencebay şarkı söyler ve ben roman yazarım.” diyen senaristin arzusu bu yönde. Filmin soundtrack’lerine imza atan Hasan Özsüt’ü de tebrik ederim, ustalıklı melodiler zerk etmiş hikâyeye. Perdenin; Ünlü’nün 1996’da kaydettiği Erkin Koray’ın Estarabim cover’ıyla kapanmasıysa benim gibi Türkçe sözlü rock müzik muhibbi için nefis bir sondu, diyebilirim.   

Sağdan Soldan Estarabim…

Velhasıl öfkenin dört hâli ile finale giden Dehşet Bey, aslında memleketin -herkesin bildiği, kimsenin konuşamadığı- durumuna; “Yorgun, aç ve öfkeli iken nasıl davranıyorsam, işte öyle birisiyim gerçekte. Ben tam da bu hâlimle ayakta kalabildim. Siz buna zafer diyebilirsiniz, ben yalnızlık diyorum.” sözleriyle edebî, tarihî, felsefî, dinî ve siyasî bir çengel atıyor.

Ben de başlığı aşağıya indirip, Edip Cansever’den ilhamla yazıyı bitiriyorum: “Sonuç mu dediniz/ne dediniz/ne dediniz/Sonuç hiç gömülür mü, geliyorum/Ben yalnız ölülerimi gömdüm, geliyorum.”

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER