© Yeni Arayış

Anksiyete coğrafyası

Belki de hepimiz haritamızın bir yerinde, anksiyetenin denizine düşmüş gezginleriz. Ama suyun altında da nefes alınabiliyor; yeter ki o nefesin ritmini bulalım. Kaygı, içimizdeki pusula olmaktan çıkıp, kendi yönümüzü hatırladığımız sessiz bir rehbere dönüşebilir. Ve belki o zaman, bu coğrafyada yaşamak değil, onu anlamak mümkün olur.

Bir zamanlar haritalar dağları, denizleri ve sınırları gösterirdi. Şimdi haritalar, görünmez biçimde zihnimizin içine çiziliyor. Giderek “anksiyete coğrafyasına” dönüşen bir çağın içinde yaşıyoruz. Artık yönümüzü pusulayla değil, kaygılarımızın titreşimiyle buluyoruz. Nerede olursak olalım, içimizde sürekli bir “ya olursa” depremi var. Uykumuzdan önce değil, uyanır uyanmaz başlıyor.

İnsanın varoluşuna dair bu yeni harita, neredeyse küresel bir dil haline geldi. Modern dünyada kaygı artık bir bireysel duygu değil, kolektif bir iklim. Şehirlerin temposu, sosyal medyanın kesintisiz yankısı, hızın kutsandığı iş hayatı… Hepsi birlikte yeni bir duygusal topografya yarattı: sürekli uyarılmış, ama bir türlü ilerleyemeyen zihinler.

Psikolog Rollo May, “Kaygı, yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır; o, varoluşun yaratıcı gücüdür,” der.
Aslında mesele, kaygıyı yok etmek değil, onu dönüştürebilmek. Çünkü anksiyete, bizi durduran bir duvar değil; dikkatle bakıldığında, içimizde yön değiştirmek isteyen bir pusuladır.
Ama biz, pusulayı korku zannedip cebimize saklıyoruz.

Her bildirim sesiyle minik bir tehdit algılıyoruz; her sessizlikte “acaba yanlış mı yaptım” düşüncesine saplanıyoruz. İnsan beyni milyonlarca yıl boyunca hayatta kalmak için tehlikeyi önceden sezmek üzere evrimleşti. Oysa şimdi hayatta kalmak değil, “görünür kalmak” için çırpınıyor. Bu yüzden, modern anksiyete biyolojik değil, kültürel bir salgın gibi yayılıyor.

Yine de bir çıkış var.
Kendimizi “dünyanın temposuna yetiştirememe” utancından kurtardığımızda başlıyor.
Bir ağacın gölgesinde on dakika sessiz oturabilmek, bir mesajı hemen yanıtlamamayı seçmek, bir günü “verimli değil huzurlu” geçirmek… Bunlar artık direniş biçimleri.
Çünkü iyileşme, sakinliğin yeniden öğrenilmesinden geçiyor.

Belki de hepimiz haritamızın bir yerinde, anksiyetenin denizine düşmüş gezginleriz.
Ama suyun altında da nefes alınabiliyor; yeter ki o nefesin ritmini bulalım.
Kaygı, içimizdeki pusula olmaktan çıkıp, kendi yönümüzü hatırladığımız sessiz bir rehbere dönüşebilir.
Ve belki o zaman, bu coğrafyada yaşamak değil, onu anlamak mümkün olur.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER